Hacı Muhammed Bilal Nadir Hazretleri


Hacı Mustafa Güneş Hazretlerinin dilinden Bilal Baba Hazretleri

Bizim şeyh efendi ben bu tarikata ilk başlayıp beni ikaz irşad edici yakînan Allah’ıma kavuşturucu başka maksatlardan savuşturucu bir şeyh aramak bulmak azminde Türkiye’nin içinde nerede şeyh var dediler ise oraya gittim. Suriye’ye Hama’da büyük Seyyid Murtaza’yı meth ettiler oraya da gitmeye niyet ettim yanımda yoldaş olarak bir adam ismine Elbistanlı küçük Osman derlerdi her evimize gelmede çok kalırdı üç ay dört ay kaldığı olurdu.

 

O küçük Osman’ıda yanıma aldım atıma binip Suriye’ye azm ettik. Kilis’e yaklaşınca karşımıza bir adam gelip sordu nereye gidiyorsunuz?

 

Suriye’deki şeyh seyyid Murtaza’ya gidiyoruz deyince sizi bu vaziyette karakol bırakmaz dedi. Ne için dedik şu altınızdaki at var ya bununla kaçak mal getireceksiniz diye sizi salmazlar dedi.

 

Kalben Cenâb-ı Hakk’a dedimki Ya Rabbi bu senin rızanı aramak bulmak yolunda hiçbir dünyalıkla senin rıza yolundan dönme niyetim yoktur. Bu at da asil at bu atın içinde dönmem.

 

Kalben bunu söyleyip attan indim. Adama dedim ki aha sana at al yularını eğer dönüşümde atı verir isen alırım vermez isen at senin olsun dedim adamı da sordum o köyün muhtarı imiş. Atı aldı gitti. Eve varınca Allah bize bir at gönderdi deyip atı bağlıyor.

 

Biz yaya yürümeye başlayınca baktık ki aynı köyden bir adam koşup geliyor sordu nerye gidiyorsunuz?

 

Sınırı geçip şeyha gidiyoruz dedik. Yanınızda para varmı? Dedi. Var dedik. Para varsa sizi karakol salmaz dedi. Niye deyince para ile Suriye’den kaçak mal getireceksiniz diye salmazlar dedi.

 

Kalben dedim ki Ya Rabbi bu at ve bu para ile beni sınıyor isen bu Senin yolundan at ve para ile bu yoldan dönmem deyip üzerimde ki gümüş para idi bir çabuttan büzmeli kese gümüş para dolu idi çıkarttım keseyi olduğu gibi aha da sana para al dedim. Adam yanımızdan köye gitti.

 

Yanımda ki küçük Osman öfkelendi yahu bildiğin adam değil tanıdığın adam değil atı verdin. Parayı verdin diye bana canı sıkıldı. Dedim ki Osman eğer bizim bu Allah yolunda gezdiklerimiz Allah’ın rızasına uygun ise Allah o atı parayı bana ulaştırır. Zaten bu yolda arzu maksadımda Allah’ın rızası yok ise atın ne gereği var paranın ne gereği var. Deyince canı sıkıldı.

 

Biz bir müddet yaya yürümeye başladık. Cenâb-ı Hak teala vetekaddes hazretleri de atı alıp giden muhtarın kalbine bir ateş bir sıkıntı koyuyor. Muhtar derhal bekçiyi çığırıp çabuk ulaş şu parayı alıp gelen adamı buraya getir. Vallahilazim ben öyle korktum ki eğer biz bu adamın atına parasına bir hainlik yaparsak Allah bizi helak edeceğini anladım koş çabuk parayı o adamdan al gel.

 

Para alan adam parayı alınca doğru köydeki kumarcıların yanına varmış kesenin ağzını da açmış kumara basmadan köy bekçisi parayı da adamı da derhal alıp muhtarın yanına getiriyor. Muhtar bir genç adam bulup şu parayı al şu ata da bin koş bu atı parayı ulaşıp sahibine ver. Eğer biz bir hainlik yaparsak Allah’ın bizim hepimizi helak edeceğini anladım deyip adamı bindirip gönderiyor.

 

Bizde yayan olarak yürürken adam arkadan atı koşturarak bize ulaştı selam verip bu at kimin dedi.

 

Bu at benim dedim. Attan indi gel atını teslim al dedi. Koynundan parayı çıkarttı

Gel paranı say teslim al dedi. Ben dedim ki ben parayı size sayıp teslim etmedim ki sayıp alayım ver dedim. Parayı da atı da aldık. 

 

Küçük Osman bana baktı vallahi sizden korkulur dedi. O gece Kilis’e gelip gece Kilis’in içinde tekke camisinde yatsıyı cemaatle kıldık. Orda ki şeyhlar müridleri toplanıp zikrullah yaptılar. Daha sonra Osman bana dedi ki şeyh arıyordun işte şeyh bu kadar müridide var bundan ders al. Geri gidelim dedi.

 

Osman benim evden çıkarken niyetim Hama’da büyük seyyid Murtaza’yı görmek niyeti ile çıktım görmem lazım deyince Osman bize kahirlenip gitti caminin bir köşesinde yattı. Sabahleyin kalkıp hududu sınırı geçtik seyyid Murtaza’nın halifesi Muhammed Safi’nin iki halifesi var. Birinin adı Receb üç gün orda kaldık. Halife olan Receb ile Allah için ahiret kardaşlığı olduk. Bize bir kılavuz verdiler. Hama’da ki büyük seyyid Murtaza’nın dergahına götürdüler. Üç günde orada kaldım o dergahtan ders intisab edenleri bir defter açıp ismini yazıyorlar. İsminin karşısına da soruyorlar bu dergaha ayda ne kadar yardım yapabilirsin. O nu da isminin karşısına vergi gibi kayıt ediyorlar.

 

Bende ders alıpintisap edince bana da sordular ne kadar yardım yapabilirsin bu dergaha dediler bende bir şeyler söyledim onu da kayd ettiler. O üç gün içinde bir ayağı kesilmiş tahta ayakla bir adam aylık yatırmaya gelmiş. Üzerinden para çıkardı. Yazılı defteri açtılar ismini bulup orda ki kayıt edilen paraya karşı para noksan çıktı. Bu para noksan olunca kabul etmediler.

 

Şeyhı görmedim amma adamla

Geri Türkiye’ye gelince, duydum ki, Ahiret kardaşı olduğumuz Receb namazı bırakmış ki, ben Hakk’a kavuştum; Hak, Hakk’a mı ibadet etsin, diyormuş! Hem de ben beş vakit namazı ruhen Beytullah’da kılıyorum, diye namazı bırakmış. Buna bir mektup yazdım; dedim ki, Receb, sen diyormuşsun ki, ben Hakk’a kavuştum, Hak, Hakk’a mı ibadet etsin! Hem de ben her beş vakit namazı ruhan Beytullah’da kılıyo-rum, diyormuşsun! Şimdi Receb, yazdıklarıma dikkat et. Receb, namazın farziyyeti bizim ruhumuza değil, cesedimizedir. Sen beş vakti ruhan Ka’be’de kılsan, namazın farziyyeti boynundan sakıt olmaz; Vücuttaki yedi aza berk yere gelmeyince.

 

Bir de, ben Hakk’a kavuştum; Hak, Hakk’a mı ibadet etsin, diyorsun. Şu yazdıklarıma dikkat et. Receb sen yemek yiyorsun, içiyorsun, tuvalete gidiyorsun, uyku da uyuyorsun, kadınınla yatıp kalkıyorsun. Receb, Hak’da bunlar olur mu, diye yazılan mektup üzerine geri namaza başlıyor.

 

O günlerde çok şeyhler gezdim, meşreb olarak kadiriye çok düşkünüm, nerde şeyh varsa gezdim dedi. Suriye’de Seyid Mürtaza’ya gittim ondört veya on beş şeyh gezdim, tekkelerinde oturdum üç gün, beş gün kaldım bu kadar gezdiğim şeyhlerin içinden iki tanesi kamildi yavrum o ikisinden Allah razı olsun ötekiler kamil değildi dedi.

 

Allah onlardan razı olsun Maraş’ta Abid Baba vardı Onun’da yanına gittim yine Maraş’ta bir Hafız Ali Efendi vardı evladı Resulden gelme kadiri şeyhlerinden onun yanına da gittim halimi ona söyledim dinledi dedi ki senin halini bu asırda çevirecek kimse yoktur bana kaldıysa sen git kendi evinde otur dedi eve geldiğim gece rüya aleminde evin doğu tarafında bir yüksek yer var tepe gibi oradan baktım üç atlı geliyor. Orta parmakla iki yanındaki parmaktan nasıl önde ise ortadaki diğerlerinden öyle önde geliyor. Bildim ki ortadaki büyükleri karşıladım önce ortadakini indirdim. Sonra sağdakini indirdim. Sağdakinin giyimi Arap giyimi başında agil, siyah meşlah, öbürünün giyimi kürt giyimi ayağında şalvar esmer kara benizli soldakini indirirken o elimden tuttu dedi.

 

Şeyh arıyordun işte şeyh bırakma dedi. Soldakini mi ortadakini mi gösteriyor. Diye düşündüm. Ortayı gösterdi işte pir Abdulkadir Geylani, sağdaki pir Muhammed Bahaddin Nakşibendi Hazretleri büyük pirlerden kendini de gösteren pir seyyidina Ahmed Rufai Hazretleri. O zaman gittim pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerinin elinden tuttum. Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerinin elini öptüm. Efendim ben bu memlekette zatı alinizin tarikatınıza çok ateşli olduğumdan bütün Türkiye’yi gezdim. Halimi çevirecek bir kimse bulamadım. Bu memlekette garibim beni bırakmayın dedim. Elini omzuma attı, bundan sonra şeyh aramaya gitme dedi, Müzekkin Nüfus kitabında çektiğin evrat ezkarlar yerinde ona devam et. Yatarken şöyle yatacaksın, kendi fiilen kafasını batı tarafa ayaklarını doğu tarafa göğsü kıbleye sağ elini yüzüne koydu, dizini hafif büktü. Bu şekilde yatacaksın abdestli olarak. Bir yatıp bir kalkacaksın. Bir yatıp uyandığın zaman bir daha yatmayacaksın. Bir yatmaya tahammül getiremezsen iki yat iki kalk. Belinde bir ekmek çıkını vardı. Arpa ekmeği idi. Gıdayı nasıl yiyecegimi tarif etti. Kendilerini ata bindirdim dedi. Tekrar efendim bu memlekette halimi bilen kimse yok. Ben garibim beni unutmayın dedim. Üçüde bundan sonra bir yere gitmeyeceksin. İntisap ders isteyenler aptal da gelse padişah da gelse yok demeyeceksin vereceksin. Arkasını geliştirecek olan biziz. Üç sefer tekrar tekrar söylediler. ondan sonra ben şeyh aramayı bıraktım. Üçünün birden bize yardımları var dedi. Allah şefaatlerine himmetlerine nail eylesin. Amin.

 

Daha sonra yaşlı Biri geldi. Nakşi tarikatından, bana ders vereceksin dedi. Adam yirmi otuz sene kadar nakşi tarikatında çalışmış, keşfi de açık benden de yaşlı, ben sana ders tarikat veremem, senin benden fazla hizmetin var keşfinde açık hem sen Nakşisin ben Kadiriyim dedim. Ne kadar yalvardıysa, olmaz dedim adam vaz geçmedi öyleyse bir istihare yatayım dedim. İstihare namazını kıldım göğsüm kıbleye, dizlerimi büktüm sağ tarafıma yattım. Gözüm uykuya varır varmaz Pir Muhammed Bahaddin Nakşibendi ayan açıkdan zuhur etti. Niçin sen ona ders vermedin? Dedi Efendim ben kadiri meşrebim o ise zatı alinizin tarikatına mensup keşfi açık benden de fazla çalışması var dedim. Ne olursa olsun vereceksin arkasını genişlettirecek biziz dedi. Pir Muhammed Bahaddin Nakşibendi Hazretleri Pir Seyyidina Ahmed-er Rufai Hazretleri bir de pirimiz Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri üçünün de bize vaadi, yardımı var dedi.

 

Bilal Babam Anlattı:

Bir deli şeyh derlerdi tabancayı çıkarıp kendi ağzına takır takır sıkar, zikrullaha kalkınca yatırır müridini boğazlar kafasını bir kenara kor sonra da diriltirdi dedi. Bu kadar kerameti olmuşken en son dedi, sekiz dokuz saatlik köyden şehre merkeble kömürcülük yapmaya başlamış.

 

İkinci örnek bizim arkadaşlardan birisi Osmaniye’nin Kırmıklı köyünde bulundum. Bizim şeyhimiz burada seni tanıştıralım dediler. Olur dedim. Akşam geldik şeyhleri, müritleri oradalar, sofralar açıldı yemekler yenildi. Yemek kalkınca şeyh hemen sigara yaktı, müritler de yaktılar, evin içi dumandan çıkılmaz oldu. Halkın arasında alim ulama ismi sınıfıyla gezip dolaşanlara bu gibi hareketler yakışmaz dedim. O zaman Şeyh bana dönerek sen onu bana mı söylüyorsun dedi. Sana söylüyorum dedim. Gözünü yumdu bak kendine gel dedi ne hünerin varsa yap dedim, bende dayanacak yerlere dayandım, gözünü açdı bir şey de olmayınca sen beni biliyor musun ben kaçıncı makamdayım dedi? Sen şimdi şeytan makamındasın, senden evvel bu kadar Allah’ın sevdiği büyük şeyhlerimiz, pirlerimiz geldi geçti hangisi makamını derecesini söylediler dedim” dedi.

 

Çünkü Hadisi şerife göre yürüdüler. Hadisi şerifte şöyle buyruluyorki muhlikül enbiya ketmül mu’cizat muhlikülevliya izharül keramet Yani “Peygamberlerin helak olması mu’cizelerini gizlemeleri sebeb olur. Evliyaların helak olmasına sebep Allah’tan keskin bir ilham bir işaret bir emir olmadıkca keşfini kerametini açığa çıkarır ise helakliğine sebep olur.” Ama Allah’tan keskin işaret ilham olur ise zarar vermez. 

 

Şeyh aradığım zamanda bir kadiri şeyhini meth ettiler ata bindim gittim o şeyhi bulmak isteyenler dedi şeyhin bir çavuşu var onunla irtibata geçer onun vasıtasıyla şeyhe ulaşırlar şeyhin çavuşuyla dükkanında buluşmak üzere sözleştik oraya giderken kendim duyacak kadar Cenab-ı Hak’ka çok yalvarıp münacat ettim ki yâ Rabbî bu kadar Türkiye yi, Arabistanı, gezdiğimi biliyorsun sırf senin rızan ve senin sevgin ve dostluğuna kavuşmak başka maksatların hepsinden ileri savuşmaktır. Başka hiçbir maksadım yoktur.

 

Bu hususta mizaç meşrebim kadiri tarikatını göstermekteydi. Bunlarda kadiri tarikatından olduklarını söylüyorlar gidip bunlara teslim olacağım eğer bunların tarikatında senin rızan varsa beni teslim et; bunların tarikatında senin rızan yoksa beni teslim etme onların yanlış fiilleri varsa bana göster diye böyle kesiştim diyor vardım çavuşun dükkanına bir çavuş iki tane daha adam var üç taneler hoş beş merhabalardan sonra çok sürmedi (eskiden bu tiryaki olanların ceplerinde tütün tabakaları olurdu) ceplerinden tabakalarını, kağıtlarını, tütünü çıkardılar tütünün içine biraz da bir şeyler kırdılar o da esrarmış içtiler dedi o zaman kalben dedim ki yâ Rabbî ben sana kurbanım bunların hallerini bana nasıl gösterdin ben zaman içinde araştırsam bunları göremezdim dedim. Şeyhlerine de gittim dedi şeyhlerin yanında da aynen böyle sardılar sigarayı evvela şeyhe sundular şeyh almadı şeyhin içtiğini bildim dedi hiç sigara içmeyen şeyhe nasıl içine esrar koyup da sunabilirler oradan geldim.

 

Antep’te hacı nasır camisine namaza gittim bana yatsı namazından sonra şeyh camisine davetlisin dediler davete de icabet hak (davet olan yer günah cemaati ise gidilmez) yatsı namazından sora oraya gittim caminin avlusunun içinde hücreler var oraya toplanırlar ibadet sohbet zikir yaparlar.

 

Hücreye girdim ki tahminen on beş yirmi adam ayaktalar duruyorlar üst başa da sakalsız bir adam oturmuş ayak ayağın üstünde yanı üzerede yatmış vaziyette elinde de sigara o da onların şeyhi imiş dedi o onbeş yirmi kadar hepsi gırgır sakallı yaşlı adamlar böyle kıyamda duruyorlar beni de alıp karşısında oturttular ilahi, yine beni bir sarpla karşılaştırdın bakalım nasıl olacak dedim şeyh konuşmaya başladı müridin Allah’a kavuşma vasıl olma bahsine geldi orada bana bir söz sırası geldi dedim ki bir mürid evvela şeyhinde fani olur sonra Resulullahta fani olur ondan sonra Cenab-ı Hak’da fani olur.

 

Bunları bu şekilde sırası ile söyleyince hoca efendi sende minarenin alemine çıkmaya dışından bir yol arıyorsun dedi ya nasıl olacak dedim ben bir gün şeyhimin yanında oturuyordum şeyhime dedim ki ben Muhammedi göremiyorum Muhammedi bir görsem Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem demiyor Muhammed diyor şeyhim dedi ki diyor sen Muhammedi mi görmek istiyorsun evet dedim yum gözünü dedi gözümü yumdum Muhammed karşıma geldi diyor ondan sonra nerede istesem gözümü yumsam karşımda diyor o zaman asabiyei diniyem kabardı dedi asabiyei diniyesi olmayanın dininden korkulur dedi (asabiyei diniye din için Allah için hiddetlenmek yoksa kendi nefsine ağır geldigi için değil,) o zaman, iki dizimin üstüne kalktım; elinde de sigarası ayak ayağın üstünde yanında da bir kedi onu okşayarak seviyor böyle, yanını devirmiş vaziyette.

 

Hele şu gözünü tekrar yum, yine karşına gelecek mi dedim, gözünü yumdu evet karşımda dedi. O zaman ey dinsiz melun kafir herif, ayak ayak üstünde elinde sigara yanını devirmişsin Muhammed karşımda diyorsun dinsiz melun, Muhammed senin kapının hizmetkarı mı? Dedim. Ötekilere de size Allah hiç akıl vermedi mi? Bir Avrupanın dinsiz zındığı gelmiş, sizin dininizle peygamberinizle alay ediyor, haberiniz yok, bunun karşısında ayakta duruyorsunuz Bu vaziyette elinde sigara yanını da devirmiş, Muhammed karşımda, diyor eğer ben onu görsem karşısında eririm dedim. O zaman dediki; ne yapalım hoca efendi biz de bu sigarayı içiyoruz dedi, bakın dedim ben gittikten sonra bu dinsiz, size benim sigarama kızdı, diyecek ben sigaraya kızmıyorum, sigara Allah’la kendisinin arasında bir fiili, kızdığım dinimizle Peygamberimizle alay ediyor dedim.

 

ŞEYHIMIZ BİLAL BABA HAZRETLERİNİN VEFATINDAN SONRA YAPMIŞ OLDUĞU İKAZLARI

Şeyhımız Bibal Baba Hazretlerinin de vefatından sonraki işaret yardımları. Bir çok rüya alemlerinde, müşkül zamanlarımda, müşkülün hallı için çok ikaz irşadları oldu. Olmaya da devam ediyor. Hepsini söyleyip yazma çok uzağa gider. Dünyasını değiştikten sonra Allah’ın dostları, veli kullarının ruhaniyetinden fayda, menfaat yardım olur mu? Olmaz mı? Diyenlere birkaç tane Allah izin verirse söyleyelim.

 

Şeyhımızın vefatından sonra bizler de onun izi istikametinde yürüdüğümüz halda bazen cemaatlerde konuşmalarımız icap ederdi. Konuşmalarımızda riyadan, iftihardan çok korkar sakınır idim. Yine de rüya aleminde bana dedi ki. Ben konuşmaya başlarken kalb teyibini sıfıra getirir öyle konuşurdum. Burayı iyi açalım. Yani ne demek istiyor? Ehli olan anlar. Allah’ın kullarını uyarmak, ikaz için menfaat beklemeyerek konuşmam icap ettiği zamanda kalbte hiçbir arzular, maksatlar, menfaatler umup beklemiyerek kalbi sıfıra getirir öyle konuşurdum. Sende öyle konuş demektir.

 

Sıfırda bir şey olur mu? Allah’ın rızasından başka bir şey, arzular olmasın. Yani Türkçesi umduğumu Allah’tan umar, bekler. Halktan hiç bir menfaat beklemiyerek riya ve ucubtan, Hak’tan başka gayri arzu, maksatların hepsini bir tarafa atarak, sırf Allah’ın kullarını Allah için ikaz irşad etmek niyeti ile konuşurdum. Sen de öyle konuş demektir.

 

İkinci Şeyhimiz Bilal Baba hazretlerinin hayatında iken bizim ilk ailemizde iç hastalıkları devam ederdi. Kendi hanımımız ve başka ihvanlar evlenmeyi söylerler idi. Bizim itikat, inancımca her halımızı Allah bilip, görüp, dururken Allah için peşine takılıp bağlandığım Şeyhım hayatta dururken, bunlardan bir emir işaret olmadan kendi fikrimle evlenip iş yapmalarım itikatıma uygun gelmez idi. Kendi fikrimle evlenmek, sair buna benzer işler yapmak, doktora muayene olmadan kendi kafanla ilaç hap kullanmaya benzer der, sabırla bekler idim. Teklifte bulunanları da kabul etmez idim.

 

Netice şeyhımız Bilal Baba hazretleri 1969 yılında gelip bize oniki göz bir ev yaptırdı. Gidip tekrar geri Ocak ayında geri eşyaları ile yaptırdığı evimize geldi. O evimizde birkaç gün kaldıktan sonra seni çağırıyor dediler. Yanına vardım. Elini öpüp geri çekildim. Buyur Baba dedim. Dedi ki. Mustafa evleneceksin! Daha hanım da hayatta hemde kız alacaksın. Korkma, verirler dedi. Öyle kaldı.

 

Kendisi dünyasını değişti. Bir müddet sonra bizim ailemiz olan kadın da dünyasını değişti. Evet zahirde danışma imkanı kalmadı. Bize yakın ihvanlar da evlenmek teklifi ediyorlar. Birine cevap veremiyorum. Çünkü danışıp cevap alacak peşine takıldığım Allah için sevdiğim şeyhımız dünyasını değişmiş idi. Kime danışayım, kimler ile konuşup istişare yapacak bir kimse bulamıyorum. Her hususta.

 

Bu sıraların içinde ikinci bizi ikaz etmesi. Rüya aleminde Şeyhımız ile buluşup kendimiz şeyhım ile beraber Kilis’te bulunuyoruz. Bir taban altgöz ev, avlusunda çift motoru sabanları, biraz demirleri bulunuyor. Bir de orta kısa boylu bir kız bulunuyor. İşareti o kıza oldu. Bir de orta boylu orta yaşlı esmer benizli bir erkek, bize kızı almak için aracı olup yardım ediyor. Bu hal değişti uyandık. Kısadan uzatmayalım. Bize yakın olanlarımız, kardaşlarımız dul kadınları araştırıyorlar. Biz de ses çıkarmıyoruz. Şeyhımızın işaretleri boşa çıkmaz diye bir Kilis bekleyişi içinde durup kimseye söylemiyoruz.

 

Bu sıralarda bir müddet geçtikten sonra Kilis’ten iki kadın, birde beyleri, bir bekar kız geldiler. Hoş beşten sonra bekar kızın ağzı sureti bir tarafa eğilmiş onu okutmaya geldiklerini söylediler. Konuyu çok uzatmayalım. Okunup giderken dedim ki birkaç gün bekleyin, kızın yüzünde değişiklik olursa birkaç sefer gelebilirsiniz. Okunmaya gelin dedim. Amma kızın babasına baktım rüya alemindeki esmer benizli, orta boylu, orta yaşlı, bize aracı olan adam. Yine ses çıkarmadım. Zuhuratı bekledim. Bir müddet sonra kızın ağzı düzelmiş yine okunmaya geldiler. Okundular. Biraz bizlere dergahımıza ısınmalar hasıl oldu. Gittiler bir müddet sonra geri geldiler. Cenab Hak kızın ağzını tamamen düzelmiş görünce daha fazla ısındılar.

 

Kızın Babası anneleri namaz kılmazlar imiş namaza başladılar. Tarıkatımıza intisap ettiler. Netice gelip gitmeler devam edince bizim evin halına, iç durumuna bakınca dediler buraya bir kadın lazım diye çok zorladılar. Bizim de içimizde şeyhımız ile beraber Kilis’e gidip Kilis’teki bir bekar kız işaretinin zuhuratını bekliyor idim. Sordum bunlara Kilis’te yakınınızda, bildiklerinizden yaşlı kız var mı? Deyince, komşumuzda bir tane var dediler. Biz aracı olur yardım ederiz dediler. Zaten kızın babası, Rüya aleminde şeyhımızla beraber Kilis’e gittiğimizdeki aracı yardımcı olan adam, kendisidir. Zuhuratı açığa çıkmış oldu. Evliyaullahlarında sözleri yerini buldu. Netice o kız ile evlenmeyi onun işareti, Allah’ın hidayeti ile tamam yerini buldu. Çok söylesem çok uzayacak. Vefatından sonra yardım olur mu? Olmaz mı? diyenlere bu konuların söylenmesi mecbur oldu.

 

Hepsini söyleme imkanı da yok, zamanımızda yok. Anlayanlar duyanlara bir delil ispat olunsun. Bir daha söyleyeyim.

 

Şeyhımız hayatını değiştikten sonra kendi hayatında iken geziye, seyhata gittiğimiz vesair evimizde bulunduğu zamanlarda sohbet-lerinden sair vakitlerde yine sohbetlerinden vesair muhtelifli kitaplardan hadisler ayetler ve büyük zatların kelamlarından defter-lere notlar yazardım. Niyetimde dünya aleminde, ahiret yolculuğu olmadan, hiç bir para menfaat karşılığı olmayarak, yâ Rabbî senin hidayet yardımın ile bu toplanan notlar ile sair senin münasip gördüğün ayet hadis ve konular ile ümmeti Muhammed’e uyan-malarına bir vesile olacak kitap yazmayı izin olursa düşünüyorum yâ Rabbî, der düşünürdüm.

 

Sonra Zuhurât-ı Vakfı Güneş adında olan kitaba başlayıp, onu bastırıp bitmek üzere kaldığı zamanlarda, Allah rızası ile onun yardım izniyle aynen niyette ikinci bir kitaba yazılmasına başlandı. Kendinin sözleri ve biz aciz kulunun muhtelifli yerlerde konuşmuş olduğu kaset, bantlar tahmini elli atmıştan fazla bunlar gizli yerde tozun içinde kalmışlar. Bunları da rızalı niyet ile bir menfaat ummayarak başlayıp yazıldığı sıralarda, arkadaşlar tarafından bazen de kendileri münasip gördükleri başka kitaplardanda ilaveler yapmışlar. Yapılan ilaveler, Şeyhımızın sözlerini pek kavrayıp tutmayan yerleri var bir kelamı çok dolandırıp uzatılan yerleri var. Bunlar kısaltılsın dediksede dedik-lerimizi tam anlamadılar.

 

Yine bu sırada rüya alemin de şeyhımız ile karşılaştık. Dedi ki. Bizim sözlerimizi yazmıyormusunuz? Dedi. Bizimle ilgili olanlara sır olaraktan anlattım. O’nun sözü, istikameti, itikatının dışındakilere çok kayıp ilaveler yapmayalım. Yanılmalar olabilir dedim ise de tamamen anlayamadılar. Yine artık kitabın hepsini alıp kendi evimize gelinmesini Cenab-ı Hak öyle münasip görüp kendi evimize getirip yeniden başladık. Bu sıralarda yine bu işin içinde rüya aleminde şeyhımız ile karşılaştık. Bizzat bana yüzünü çevirip vera’dan konuş emrini söyledi.

 

Bilal Babam 1969 yılının yaz mevsiminde eski evimize teşrif edip altmış gün kaldı. Bu altmış gün kaldığında yeni evimizi yaptırdı. Gidip tekrar 1969 yılının kış mevsiminde bizim için kendisinin yaptırdığı yeni evimize geldi on üç gün kalıp on dördüncü gecesi olan Aralık Ayının 22 sini 23’ne bağlayan gece yeni evimizde Allah’ın rahmetine kavuştu. Allah’ım ruhunu şad etsin. Bizleri himmetine layık etsin. Ruhu için Fatiha.

 

Oğulları Hilmi efendi Süleyman efendi toplandılar geldiler, buraya defnedilsin dedim. Çünkü o kışın içinde ev yapıldı o kadar zahmetler çekildi kurban bayramının birinci yada ikinci günü yatağıyla, yorganıyla kabı kaşığı nesi varsa yükledi geldi. Anladığım kadarı ile burada defnedilmesi gerekiyor dedim. Ama razı olmadılar münakaşa yapmadık peki dedik. Burada defn olunmuyor ise bari cenazesi burada yıkansın, namazı burada kılınsın bu kadar gelen insanlar sevabından mahrum olmasın dedik. Onada razı olmadılar.

 

Avam nasdan ama tarikatımıza sevgisi olan kendi köy halkımızdan biri tahammül edemedi. Yahu dedi niçün bizi Allah’ın rahmetinden mahrum ediyorsunuz. Bu kadar köy halkı birikmiş dışarı köylerden gelmişler niçün bunun namazından bizi mahrum ediyorsunuz. Onun çok aşırı zorlaması ile ses çıkarmadılar. Namazı bizim köyde kılındı.

 

Birkaç ay sonra Pazarcık ilçesinden bir ıhvan kadın geldi. Orda Hattic Hoca derler bir ihvan vardı. Bilal Babamı rüyasında görmüş Bilal babam ona rüyasında diyor ki benim namazımın Çarpın’da kılınmasına sebep olan o adam var ya Eshabı Resulullah sevabını aldı dedi. Çünkü o kadar insanın namazdan nasiplenmelerine sebep oldu.

 

Burada ağzından işittiğim kelamlar zuhur etti. Zuhur eden kelamlardan birisi yeni evimizin inşaatının taban alt evlerin inşaatı bitip ikinci kat binaların yapımına başlandığı sırada kendisi evin hemen kenarında hayma içinde otururlar idi. Evlerin ikinci üst kat binasının yapımına başlanmış idi bu sırada buyurdu ki beni yapılan üst kat binalara çıkarınız buyurdular bizde kollarına yapışıp binanın üstkatına çıkardık. Binanın sayı odaların adetleri altı göz alt taban katı altı oda üst katlar idi. Kendisini üst kata çıkardık. Üst altı odaların en arka odaların kapısından içeri girip çıkarak en ön kıble deki sol odayada girip çıktı kıbledeki en son sağdaki son odadan içeri girdi ustalara çalışan ameliyelere cümlesine selam verdi.

 

Bana bir seccade getiriniz. Seccade getirdik. Evin tabanı düzgün değildi. Biraz düzeltip seccadeyi açtık. Oturdu. İki rekat namaz kıldı. El kaldırdırıp Allah ile arasında duasını yaptıktan sonra oturduğu yerden kalkmadan buyurdular ki burası bizim yerimiz deyip kalktı. Sonra ev inşaatı bitip kendisi gidip tekrar geri tahmini dokuz Aralık yeni yaptırdığı yeni evimize her şeyi ile geldi. Aynen inşaat zamanındaki en ön kıble odaya yerini karyolasını hazırlamış idik oraya girdi. Ayakta iken Allah’a şükür yerimize geldik buyurdular. Misafirler gelip gitmektedir kendisi mübarek dışarıya hoparlör koydurup mikrofonla konuşup bazı kerre sohbetlerde bulunurdu. Sohbetleri bizleri çok derin düşünceler ile hallarımız günbe gün değişir, aşk, şevkler artar idi.

 

Bizim ev aile evlatlara gelinlere sıkı tembihler yaptım. Misafirler geliyorlar. Fakat sizler kendinin odasına girip zahmet vermeyiniz. Zaten biraz kendisi rahatsızdır. Sizlerde rahatsız yapmayınız diye tembih ederdim. Bu tembih ettiğim halde içeri huzuruna odasına girdim ki bizim ev hakı aile çocuklar odasına girip oturmuşlar. Bizim aile çocuklara yanında dil ile bir şey söylemeye haya edip bizim çocuklara göz ile baktım. Göz ile baktığımı anladı. Dönüp bana dedi ki onlara karışma onların hepsini ben çağırıp getittirdim. Bir ses çıkarmadım. Biraz sonra ordaki bizim aile efrad olanların hepsine ayrı ayrı para verdi. O günün hükmünde şu yirmi lirayı da alın bunu da Leyla kıza veriniz. Oda Hacının kızıdır. Buyurdular. Leyla kızımız da başka evde gelin idi. O yirmi lirada ona verildi.

 

Konular çok, bazen söylenmesi münasip olanlar var. Bazı sırlar var ki İfşa edilmeyip kendinde gizli kalması icab eden haller var. Şu konuyu da buraya madem ki biraz sırlar açığa çıkmaktadır. 1969 yılında yeni yapılan ev konusunun temelinden biraz anlatmamda inşeallah okuyup dinleyenlere bir tesir olsun. Bizler onunla zahir, batın ahvallarımızı bir kısımları sır açılmayacak konular vardır. Bir kısımlarını Cenab-ı Hak artık söylenmesi icab edenleri rızası içinde olarak söylettirsin. Bu yeni yapılan ev daha planda yok idi. Kendi köy halkımız içinde bizlere hor, hakaret, adavet, buğuzla bakanlar bu zihniyette olanlar var idi. Bizde ise onlar için karşılık düşmanlıkla yapılacak hiçbir düşünce fikrimiz yok idi.

 

Köyde iki çalgılı düğün yapmaya kalktlılar. Allah indinde niçün yetki dahilinde ilmini anlatmadın köy halkına diye sorumlu olmamak için düğün sahiplerini evimize çağırdım. Arkadaşlar çalgılı düğün hazırlıklarınızı duydum. Size tembehim olsun düğüne çağırıp gelen misafirlerinize gücünüzün miktarı koyun kesin culuk kesin ikram yapın yalnız içki ile ikram yapmayınız. Bu köyümüz evvelden beri bura Allah dostlarının eğleşip kaldığı ibadet yaptıkları bu evlerde içki sokup içki kullanılmasın. Misafirinize başka yönden ikram yapınız. Bu cevabımıza göre bir tanesi kabul etti. Bir tanesi kabul etmedi

 

Bunun üzerine davul, çalgılar gelip kabul etmeyenler bizim oturduğumuz evin çok yakınında davulla, zurna ile taksilerle sepetlerle içkiler getirip bize kin ile silahlar sıkarak damın başında içkiler içerek bizlere kinli bir suretle hareketler yapmakta iken, bu kin ve ihanet kasitli silahlar atarak, içkiler içilerek bu halde birde o anda katil düştü. Biz evimizde kendilerin ve köy halkımızın Allah’ın nehy ettiği hallardan korunmaları için kendilerini uyarı ikazda çalıştığımız halde dinlemeyip inatlaştılar. Katil düşünce, katilin sebebini de bize kast ettiler. Hatta oturduğumuz damın üstüne gelip depiklerle vurulup bunlar bu köyden göçmelidir. Diye çok adavet buğuzlar yapıp cepheyi büyüttüler.

 

Bu halde bizim ev tarafları birikip bu köyün elinden nedir bizim çektiğimiz, bunlar bizi bırakmıyorlar. Şehre Antep’e göçmeye karar verdiler. Biz kendimiz hiçbir karara varmadık. Doğru Antep’e Allah için aramızdaki bağlılık hak hukuku maddiyetle ölçülmeyen Allah için çok çok sevdiğim Şeyhimiz Bilal Baba Hazretlerinin huzuruna vardım. Köyün halını katilin düşmesini bize karşı suizanların artmasını haber verdim. Çocuklarında fikri şehre göçmesini onuda bildirdim. Ağzından ne cevap alırsam ona bağlanıp onun dışında kimsenin sözüne bakmayacağım. Dinledi. Cevap:

Bu şimdiki oturduğumuz evin yeri geniş arsa idi. Orayı kendisi de biliyor idi. Cevabında Antep’e gelme Antep’e göçme burada yanımızda bir müddet kal köydeki şeytanın fesatların ataşları sönünceye kadar biraz burada eğleş kal inşallah biz baharda oraya geliriz. Bu evin yeri arsa idi burayı biliyor idi. Köye gelir o arsaya bir ev yaptırırız inşallahu teala. İki motorum var binanın taşlarını motorlar ile çektiririz sen yalnız bir kerestesini temin edersen yeter buyurdular. Aynı dediği sözlerin karşılıkları devam edip. İşte ev yaptırmak için güz mevsiminde geldi. Bizler yapılan, iyilik gördüğümüz kimselere nankör olmayız inşaallah iyiliklerini maddi manevi ondan gördüğüm iyilikleri hiç kimseden görmedim.

 

Şimdiki halımda da bizlere yakın olan kardaş bacılarımıza tenbih her namazlardan sonra şeyhimizin ve ailelerinin ve ahirete göçmüş olan evlatlarının ruhlarına okuyup hediye olunacakları tembih etmekteyim.

 

Bu kadar büyük oniki göz evin yapısı birkette değil idi. Mermer ocağı var idi Allah razı olsun Şeyhimizin büyük oğlu Süleyman efendi ve küçük oğlu Hilmi efendiden her ikisinden de Allah razı olsun bütün bu yeni yapılan binanın taşlarını mermer ocağından kendi motorları ile getirdiler. Allah razı olsun.

 

Bilal Babam hayatta iken bazen zuhur eden kerametler olurdu. Kendisi üstüne hiç durmazdı. O işler kendisinden değilmiş gibi öyle işlerin üstünde durup eğleşmez idi. Hayatta iken bir konu Konya’ya beraber gittiğimizde Mevlana Hazretlerinin ziyaretine hep beraber yönelip gitmekte iken bir adam karşımızdan geldi. Mevlana’ya mı gidiyorsunuz. Evet dedik. Dedi Mevlana Hazretlerinin şeyhini ziyaret yaptınızmı? Hayır yapmadık deyince, dedi ki: Mevlana Hazretlerinin vasiyeti var. Benim ziyaretime gelmek isteyenler evvela Şeyhimi ziyaret etsinler sonra bana gelsinler diye vasiyeti var dedi. Biz hemen Bilal Babamla beraber döndük Mevlana Hazretlerinin şeyhi Şemsi TİBRİZİ hazretlerine onun türbesinin kapısı kitli birde bekçisi sandalyede oturmuş idi. Kapı üzerine içeri girilmesi yasak yazılmış kapıda kilitli idi. Biz türbenin sol tarafında namaz kılacak yerde ikişer rekat namaz kıldık.

 

Şemsi TİBRİZİ hazretlerinin ruhuna hediye gönderdik. Fakat biz namazda iken ikinci rekatın kıyamında iken kitli kapının sesle açılmasını işittik. Namaz kılıp ayağa kalkınca bizzat kendim baktım ki kitli kapı açılıp duvara dayanmış. Türbeye bakan adam Bilal Babama buyurunuz içeriye girin. İçeri girmeye müsade etti. İçeri girip o zatın baş tarafında göğüs taraflarında dualar yapıp şeyhimiz Bilal Baba Hazretleri döndü kapıdan çıktı. Bizlerde kendisini takip ederekten çıkmaya başladık. En arkada Konya Ereğli Zanapa Nahiyesinden Ali efendi isminde kardaşımız en arkada çıkarken türbeye bakan onu tutup soruyor. Bu öndeki giden zat kim oluyor acaba! Bu ana kadar böyle bir hala rastlamadım. Türbenin kitli kapısı kendiliğinden açıldı. Bana da kapıyı açmam için manen emir verildi. Bu olaylardan sonra yolumuz Kırıkkale’ye uğradı.

 

Şeyhimiz Bilal Baba Hazretlerinin bizzat kendi ağzından dinlediklerim. Türkiye’de Şeyh aramaya başladığım gittiğim zamanlarda on dört veyahut on beş şeyh gezdiğini tekkelerinde üçer beşer gün kaldığında bu on dört veyahut on beş şeyhlerin içinde iki tanesi kamil idi. O ikisinden Allah razı olsun dedi. Ötekileri kamil değiller idi dedi. Bu şeyh aradığım zamanlarda da Türkiye’de nerede şeyh var dediler ise hepsine gittim. Gördüm. Suriye’de büyük seyid Murtaza var idi oraya da gittim.

 

İşte bu şeyh aradığım sıralarda birde deli şeyh derler idi. Ona da gittim. Müridler ile beraber zikrullaha başladılar. Cuma gecesi. Zikrullah kızışıp ataşlanınca deli şeyh kalktı müridin birisini yıkıp boğazladı. Kafasını bir tarafa koydu. Bütün müridler dışarıya kaçtılar. Kendisi tek başına içeride kaldı. Sabaha yakına kadar ne kadar evliya büyük pirlerimiz var ise ayrı ayrı bağırarak çağırarak sabaha karşı kafası kesilen mürid dirildi. Bunun haricinde eline tabancayı alır kendi ağzına çatır çatır sıkar idi.

 

Burda bakınız. Allah’ın rızası mevcut var mı? Yoksa bir gösteriş mi Acaba? sonuna bakılır. Son zamanlarında bu hallardan hiçbir tanesi kendinde kalmadı. Rezaletlik buradayken başladı. Sekiz, dokuz saatlik köyden şehre bir kötü merkep ile kömür götürüp satmaya başladı. Başka hiçbir şey eseri kalmadı.

 

Allah’ın rızası içinde olmayan keşfin kerametin isteklerin peşine düşenlerin sonu rezalettir. Gayemiz böyle yönlere nefis havasına uyup aldanmayın nefsiniz sizi ibadetten alı koyamayınca nefsiniz daima halka tanınmak için sizden durmadan keşif keramet hürmet hizmet davet saygılar sevgiler ister. Bu yönlere sizi teşvik eder. Allah’ın rahmetinden dostluğundan mahrum koyar. Cenab-ı Hak ise sizden hem ihlaslı ibadet, hemde doğru istikamet ister. Hiçbir keramete aldanmayıp, eğleşmeyin doğru Rabbınıza kavuşmak yolunda azminizden doğru istikametinizden hiçbir şeylere eğleşmeden devam ediniz. Yüce Rabbımızın rızasına, aşkına, sevgisine, cemaline kavuşun başkalarının cümlesinden ileri savuşun vesselam.

 

Şeyhimiz Bilal Baba Hazretlerinin bizzat ağzından dinlediğim: Bu halk kırk elli seneden beri bir tarafı durmadan beni meth ederler. Kırk elli seneden beri durmadan bir tarafı da beni zenb ederler aleyhimde konuşur kötülerler. Yavrum ben bu halkın kırk elli seneden beri beni meth etmelerindende usanmışım aleyhimde zenb etmelerinden de usanmışım bütün gayem arzum maksatım sizlerin içindir buyurdular. Şeyhimiz Bilal Baba hazretlerinden dinlediğim rivayet.

 

Türkiye’de Suriye’de şeyhler arayarak hepsinin evlerinde tekkelerinde üç beş gün kalarak daha sonra Maraş’ta Nakşi şeyhlerinden doksan yaşlarında bir şeyh, ismi Abid Baba derlerdi onun evinde de kaldım. Abid Babanın keşfide açıktı. Kendisi Nakşi Şeylerinden idi. Bir cenaze oldu. Beraber cenaze namazına gittik. Kendisi öne geçti. Cenazeyi sordu kadın mı? erkek mi?. Müridlerinden ileri çıktılar. Keşfi açık ya, Abid Babaya, Efendim sen bir teveccühünü çevir. Cenaze kadın mı? erkek mi? ona göre namazı kılalım.

 

Cenazenin yakın akrabası da oarda yok imiş. Cenaze hasta-haneden çıkmış. Cemaate dedim ki, hastahane buraya yakın, biriniz gidin hastahaneden sorun kadın mı? erkek mi? ona göre kılınsın deyince. Abid babanın adamlarının bir kısmı bana kızdılar. Tekrar yine Abid Babaya zorladılar. Efendim teveccühünü çevir cenaze erkek mi? kadın mı? Cenazeyi kıldır diye zor ettiler.

 

Abid baba namaza durdu kıldırdı. Kadın mıydı? Erkek miydi? Burası tam aklımda kalmadı. O sırada hastahanaden haber geldi Abid babanın niyet ettiği er veyahut kadın niyeti ile kıldırdığı namaz yanlış çıktı. Abid baba biraz üzüldü tekrar namaz kılındı. Eve geldik. Abid baba beni yanına çığırttı. Bu dedi gördüğüm cenaze neden ne sebepten şeytan bunu bana yanlış gösterdi? Ne sebepten diye sorunca kendi yaşlı adam doksan yaşlarında keşfi açık nakşi şeyhlerindendir. Birden bire söyleyemeyince sen bunu anladın gördün biliyorsun. Ben niçün yanlış gördüm şeytan bunu bana niçün yanlış gösterdi söyle. Sen bunu biliyorsun deyince söylemeye mecbur olduk.

 

Abid babanın bir de bununla beraber sorusu ben huzur mura-kabamda mahvi fenaya geçiyorum. Fenada çok durup eğleşemiyorum. Geri ayıklığa sahve çıkıyorum. Sen bunu da biliyorsun. Bunu da söyle diye emir verince cenazedeki yanılmayı dışarıda namaz kıldığımız toprakların üstünde sığırların pislikleri var idi temiz değildi. Şeytan ordan yol bulup cenazeyi sana yanlış gösterdi. Sen bunu anladın ben niçün anlayıp göremedim. İkincide ben rabıtamda huzurda mahve fenaya geçiyorum çok duramadan geri ayıklığa çıkıyorum bunları da söyle dedi.

 

Mahve geçip fenaya geçtiğin duramayıp ayığa çıktığının sebepleri var. Nedir sebepleri? deyince. Sen devamlı olaraktan camide cemaatin önünde devamlı imamlık yapıyorsun. Burası herhalde çok kolay iş değil ki onu söylüyor. İkinci ihvanlarınla sohbet yaptığın zamanlarda sohbet bittikten sonra ihvanların yanında çok fazla oturuyorsun. Sohbet ve işin bitince kalkıp kendi odana gelip huzurla murakaba ile meşgul olacaksın. Üçüncü sebep ise devamlı evinde mayalı ekmek yiyorsun sebepleri bunlardır dedim. O zaman ağladı. Bunun üçü de bende mevcuttur Şeyhimiz Bilal Baba Hazretlerinin dilinden:

 

Giresun’dan sürgünden gelirken Trenin içinde bir odada oturuyorum. Bizim yanı başamızdaki odada münakaşa olmuş. Münakaşa hal olmayınca şu yanı başamızdaki odada bir hoca oturuyor. Gidin onu getirin birde ona sorun diyorlar. Gelip beni götürdüler. Aynı odalarına oturttular içlerinde memur oldukları belli olan iki adam oturuyor. O iki adam kendilerini tanıttılar. Birisi bir vilayetin Milletvekili olduğunu söyledi. Milletvekili öbür adamı da tanıttı. Bu adam da yedi şark vilayetinin umum müfettişidir diye bildirdi.

 

Milletvekili, hoca efendi, seni buraya çağırmaktaki maksatımız arada bir konu geçti. Geçen konu orda oturan adamlardan birini göstertti. Bu adam diyor ki, bizim Maraş’ta bir adam gece uykusunda rüya aleminde Kur’anı Kerim okutmuşlar. Şimdi halı hazırda bir hocadan Kur’an dersi almadan noksansız Kur’anı Kerim okumaktadır diye söylüyor. Bu konu burda münakaşaya çevrildi. Burda bulunan cemeatın bir kısmı şiddetle karşı çıkıyorlar. Biz de karşı çıkıyoruz. Bu olacak bir iş değildir. Hem de olamaz diyoruz. Seni de bunun için çağırdık. Sen ne dersin. Bu olur mu olmaz mı? dediler.

 

Ben dedim ki, evvela sizinle konuşmam için bir şartım var şartımı inanır kabul eder iseniz konuşurum. Şartıma inanmaz kabul etmez iseniz. Konuşmam dedim. O zaman yedi şark vilayeti müfettişi olan hızla! şartın nedir? dedi.

 

Dedim ki, şartım sizler Kur’anı Kerimin Allah Kelamı olduğuna inanır iseniz konuşurum. Kur’anı Kerim Allah Kelamı olduğuna iman edip inanmaz iseniz. Konuşmam dedim.

Hemen müfettiş Kur’anı Kerim Allah kelamı mıdır dedi.

Evet Allah kelamıdır dedim. O zaman dedi ki.

Kur’anı Kerim Allah kelamı ise,

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

Elhamdülillahi Rabbil Alemin ne demektir? dedi. Dedim ki, ‘Alemlerin Rabbısı olan Allah’a hamd ederim demektir’ deyince, dedi ki: ‘Kur’anı Kerim Allah kelamıdır diyorsun. Elhamdülillahi Rabbil Alemin de Alemlerin Rabbısına hamd ederim diyorsun. Bu anlama göre, öyleyse Allah, kendi kendine mi hamd ediyor’ dedi. Dedim ki.

Allah halıktır. Bütün varlığı halk edendir. Bizler mahlukuz. Bizler konuşmadan, anlamadan aciziz. Cenabı Allahu teala Hazretleri, Kur’anı Kerimde önce kendisi konuşup bize anlatmak için bizlere talim buyuruyor. Deyince müfettiş kızdı ve dedi ki.

Sizin Kur’an Kur’an dediğiniz bir cinnet getirmiş bacağı açık bir arap çocuğunun düzmesi değil mi dedi. Toplum da dinliyorlar. Topluma dedim ki, arkadaşlar.

Bu adam şimdi haklı konuşuyor. Deyince, hemen toplum kulaklar kabartıp nasıl haklı konuşuyor diye hayrete düştüler. Dedim ki, nasıl haklı konuşuyor dinleyiniz.

Bu adam şimdi vücudu sağlam, sıhhati yerinde, maddiyeti bol, hiçbir şeye sıkıntısı yoktur. Arkasınıda karlı dağ gibi hükümete dayamış. Güvenmiş. Bu vaziyette Allah’ı bilip tanımaz. Ne zaman Allah’ı tanır bilir. Bu vücut iskeleti felç olmalı, ayaktan, yürümeden, konuşmadan, kesilmeli, güvendiği dağlara karlar yağmalı, Allah bunun iki dizini alıp, iki gözünüde kör âma etmeli, beş kuruş paraya da muhtaç olmalı, çarşıda, köşe başlarında vücudu felç, gözüde kör olmalı, gelen gidenlere de elini açıp, Allah için bir şey verin diye o hala gelmeli, bu o zaman Allah’ı bilir, o zaman tanır deyince, kendi ses çıkaramadı. Milletvekili öf öf öf aman hoca efendi rica ederim. Bize beddua yapma dedi. Allah’tan da umut ederim ki o adam o hala gelip öyle ölmesi lazım dedim.

 

BİLAL BABAMIN SÜRGÜNE GİDİŞİ

Bilal Babam anlatıyor: Kurban Bayramının arefesi idi. Jandarmalar geldiler, hem beni hem de ailemi götürdüler. Vakit geceydi, buradan Kayseri’ye geçtik. Teslim alan polisler bizi otele bırakıp bayrama gittiler. Otelde otururken (hanımımın ismi Elmas) Elmas ağlamaya başladı. Ben de gülümsedim Elmas, sana akıllı desem değilsin, deli desem yine değilsin. Sen hangi haline gülüyorsun. Bak, herkes ailesiyle birlikte bayram yapıyor biz ise memleketimizden ayrıldık, gurbet eldeyiz. O günde de nerede bir şeyh varsa, denize atıyorlar veya öldürüyorlar.

 

Hanımı da ya bizi denize atarlar, ya da öldürürler diye korkuyor. Sen niye gülüyorsun, dedi. Ben dedim ki Allah (c.c) bizi çok seviyormuş, onu anladım da, güldüm. Neyini sevmiş dedi. Bu gün İslam aleminin en kutsal günü, bayram gününde Antep’de veya Antep’in dışında bizi tanıyan ve seven arkadaşlarımızın hepsi bu gün gam içinde. Hepsinin gözü yaş içinde onların bize karşı ağlayıp göz yaşı dökmelerinin sebebi sırf Allah için değil mi? Bunların Allah için gözyaşı dökmesine biz sebep olmadık mı? deyince. Elmas seslenmedi. Oradan bizi aldılar.

 

Samsun’a iskeleye vardık. Vapura binince baktım Elmas titremeye başladı. Bizi Şimdi şurda atarlar, burada denize atarlar diye titremiye başladı. Çünkü gidenlerin çoğunu denize atılıyor. Ben dedim ki Elmas korkma o Allah yalnız Antep ile danacıkta kaldı zannetme o Allah bizimle beraberdir korkma dedim. Vapurdan inip merdivenden karaya ayak basınca elini öpüp öpüp başına koydu. Yâ Rabbî şükür elhamdülillah, yâ Rabbî şükür elhamdülillah dedi. Bizi bir eve götürdüler. Gittik eve yerleştik. Ev de öyle bir ev ki dış havlusu yok, evin dışı hemen sokak. Çocukları öyle bir hala gelmişler ki, dışarıdan evimizi taşlıyorlar. İki, üç gün dışarıya çıkmadık. Mahallenin erkekleri evin önüne otururlar, küçük çocuklar pencereye taş atarlar, seslenmezler. Bir gün sabah yemeğine oturduk, sofrayı açtık yine bir taş geldi yemeğin ortasına düştü. Pencereden kafamı çıkardım ki, büyükleri de orada oturuyorlar, gülüp hiçbir şey demiyorlar. Şimdi Onlara söyledim, beni o zamana kadar ne gördüler, ne de sesimi duydular. Onlara böyle konuşunca hepsi mahcup oldular.

 

Sonra bizim mahallede komiserin hanımı sara hastalığına tutulmuş. Bunu ne kadar doktor gezdirdilerse çare bulamamışlar. Cenab-ı Hak iş yapacak ya, bir sebeble o tarafa bu tarafa gidip umudunu kesince, bizi söylemişler. Bizim mahallede sürgünden gelen Antep’li hoca var. Bir de bu adama okutun demişler. Komiser gelince bizimkiler yine bir şey oldu diye korktular. Komiser beni alıp götürdü. Gittiğimizde hanımı baygın halinde yatıyordu. Okumaya başladım komiserin bir eli hanımında, bir elinde saat var. Kadın baygın halinden ayılırken gülmeye başlıyor. Tekrar bayılıncaya kadar gülüyor. Bayılması on beş dakika sürüyor.

 

Komiser de alıştığından durmadan saate bakıyor. Hep böyle ayılıp bayılıyormuş. Okudum kadın ayıldı on beş dakika sonra tekrar bayılacak diye yine komiser saate bakıyor. On beş dakika geçti, yirmibeş dakika geçti. Yarım saat geçti kadın bayılmadı. Komserin kalbi kanaat getirdi. Hoca efendi dedi. Benim böylesi işlere şu ana kadar inancım yoktu. Fakat sen benim imanımı kurtardın. Bu ev senin, bu da senin kızın namusumu da sana emanet ediyorum. Benim iş saatim geldi göreve gidiyorum dedi. Sen buna oku ne lazım geliyorsa yaparsın dedi. Hayır, öyle olmaz dedim. Şer’an yabancı bir erkekle yabancı bir kadın bir arada olamaz. Ben de senle beraber çıkayım yarın gelirim inşallah dedim peki dedi.

 

Komiser işine gitti, ben de eve geldim, On beş dakika zarfında devamlı bayılan kadın o gün bayılmamış. Gece olmuş bakmış ki bir şey yok, sabahleyin yine bir şey yok. Benim oraya geleceğimi bekliyorlar, ben de kalktım yavaş yavaş gidiyordum. Kendileri de bana pencereden bakarlarmış. Beni uzaktan görünce geldiler kapıyı açtılar elimden tutup beni yukarıya çıkarttılar. Allah’ın inayeti ile kadının hastalığı geçti. Giresun’da bizi ilk tanıyan o komiser oldu dedi.