HACI MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 1 (SA'I GAYRET) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 1 |
1. Sohbet: SA'I GAYRET
Hacı Muhammed Bilal Nadir Hazretlerinin Sohbeti:
Rabbımız Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyuruyor ki;
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ ﴿﴾ وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ
Yani diyor ki Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretleri, insanlar için hazırlanmış bir şey yoktur fakat neye sa’yederse o var. Neye çalışırsa o var.”[1] Cenâb-ı Allahu Teâlâ hazretleri bizi dünyaya getirmiş, bizi buraya göndermiş, biz burada ne yaparsak orda onu bulacağız.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki;
اَلدُّ نْـيَا مَزْرَعَةُ الْاٰخِرَةِ
“Dünya ahretin kazanç yeridir.”[2]
Yani dünya, bir çiftliğe benzer, ahiret, evine benzer. Bu dünyada kazanırsın, ahirette evinde yersin. Aynı onun gibi.
Kur’an-ı Azimü’ş-Şan, bize o çiftliğin kitabı gibidir. Bir adam Kur’an-ı Azimü’ş-Şan’ı eline aldı, okudu okudu okudu okudu fakat onunla amel etmedi, ondan hiçbir fayda bulamadı.
Kur’an’ı okumaktan maksat nedir kardaşım? Kur’an’ı okumaktan maksat; O’nu tutmaktır. O’nun dedikleriyle amel etmektir.
Kur’an-ı Azimü’ş-Şan’da Cenâb-ı Hak bize hepsini haber vermiş. Kur’an-ı Azimü’ş-Şan’da şeriat, tarikat, hakikat, marifet, zikrullah, namaz, oruç işte hepsini söyler. Böyle olunca;
اَلدُّ نْـيَا مَزْرَعَةُ الْاٰخِرَةِ
Bu dünya ahretin çiftliği, kazanç yeri, orası yenecek yer.
Öyle olunca Cenâb-ı Allahu Teâlâ hazretleri bize diyor ki, siz bu dünyada ne kazanırsanız orada onu bulursunuz.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
“Bir adam zerre kadar hayır işlese orda hayrını görür, şer işlese şerrini görür.”[3]
Öyleyse kardaşım, biz niçin yarım kalalım. Niçin yarım kalmalıyız.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selllem hazretleri buyuruyor ki;
مَنْ لَمْ يَكُنْ مُؤْمِنُ حَقًا وَهُوَ الْكَافِرُ حَقًّا
Diyor. “Bir adam hakkıyla mü’min değil ise o adam hakkıyla kâfirdir”[4] diyor.
Yarım mü’min olanlar hakkıyla kâfirdir diyor. Kardaşım bu ne kadar tehlikeli.
İşte öyleyse biz kendi kendimizi toparlayıp ben hocayım, ben âlimim, ben biliyorum diyenler bu hususta çok yanılıyor.
Neden Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selllem hazretleri şeriatle amel etmiş, tarikatle süluk etmiş, hakikat haliyle hallanmış, marifet sırrına ermiş, zikrullaha gece gündüz devam etmiş. Biz niçin yalınız bir şeriatle bana yeter diyelim.
İmam Malik hazretleri diyor ki;
مَنْ تَفَقَّهَ وَلَمْ يَتَصَوَّفْ فَقَدْ تَفَسَّقَ، وَمَنْ تَصَوَّفَ وَلَمْ يَتَفَقَّهْ فَقَدْ تَزَنْدَقَ، وَمَنْ جَمَعَ بَيْنَهُمَا فَقَدْ تَحَقَّقَ
“bir adam diyor eğer yalınız tasavvuf-tarikatı tutarda şeriati bırakırsa o adam zındık olur. Bir adamda diyoryalınız şeriat bana yeter derde tarikatı bırakırsa o adam fasık olur diyor. Her kim Resulullahın iziyle tamamen gitmek isterse hem şeriatla hem tarikatla amel ederse o kimse Resulullahın izinden hakkıyla yürümüş olur.”[5]
Cenâb-ı Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretleri bu hususta bize neler haber vermiş, Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselllem hazretleri neler söylemiş.
Diyor ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ
Bu ne demektir?
“Sizin için ben şeriat tarikat kurdum. Şeriat tarikat ittihaz ettim.”[6] Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bunu söylüyor. Tefsirde aynı böyle söylüyor ki; sizin için ben şeriat ve tarikat ittihaz ettim diyor. Peki, Cenâb-ı Hak iki söylüyor, biz niye birinde kalalım?
Allah Korkusu
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki; ashaptan birisi gelmiş yani bedeviden birisi diyor Hazreti Ömer radıyallahu anhu hazretleri diyor ki; birisi geldi dedi ki; ya resulallah, usuni; bana vasiyet eyle dedi diyor.
Bana vasiyet eyle ki ben şeytana onunla galip geleyim. Hakkıyla amel edip şeytanın elinden nasıl kurtulunacaksa bana onu bildir ben onunla şeytana galip geleyim.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyuruyor ki;
عَلَيْكَ بِتَقْوَى اللّٰهِ تَعَالٰى
“Senin üzerine Allah’tan korkmaklık olsun. Sen Allah’tan kork, Allah korkusunu yüreğinde taşı.
فَاِنَّـهَا جِمَعَ كُلِّ خَيْرٍ
Bütün hayrın başıdır o diyor. Birinci bu.
Yani sen Allah’tan kork, Allah’tan korkarsan her hayrın başı odur.
Bu takva üzerinde biraz durmalı inşaallahu Teâlâ.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Keriminde buyuruyor ki;
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Bu ayet-i kerimede diyor ki;
Her kim Allah’tan korkarsa
Allah’tan korkmak; ben Allah’tan korkuyorum ben Allah’tan korkuyorum demek değil.
Allah’tan korkan, Allah’ın sevmediği şeyi yapmaktan korkar. Allah’tan korkan, Allah’ın yap dediği şeyleri yapmamaktan korkar. Allah’ın emredip şunu yapın dediği şeyi yapmamaktan korkar. Yap dedikleri şeyi yapmamaktan korkar, yapma dediğini de yapmaktan korkar.
İşte korkmak, Allah’tan korkmak burada belli olur. Ben Allah’tan korkuyorum deyip haram, günah, hayır, şer seçmeden, Allah korkusu hiç düşünmeden Allah’tan korkmak olmaz.
Diyor ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ
“Her kim Allah’tan korkarsa Allah onu korktuklarının hepsinden harice çıkarır.”[7]
Diğer korktukları neler varsa; fakirlikten mi korkuyor, yoksa başka düşmandan mı korkuyor yahut başka bir şeyden mi korkuyor, her neden korkuyorsa Allah, onu harice çıkarır.
Kalbinde Allah korkusuyla Allah’ı düşünerek, Allah yolunda çalışan kimse, diğer korktuklarının hepsinden harice çıkar, korktuklarının birine uğramaz.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
İkinci; onu Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri, kendinin hesap etmediği yerden ona rızk kapısı açar.
وَيَرْزُقْهُ
Onu rızklandırır.
مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Kendinin hesap etmediği cihetten, kendinin hesap etmediği taraftan Allah ona rızk verir.”[8] Rızk kapısı açar.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ
Her kim Allah’a tevekkülünü sağlam tutarda Allah’a tevekkül ederse her umurunda
فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Her hesabını Allah görür onun. Onun tuzuna, sabununa kadar Allah hesap eder.
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
İşte burada bizim milletin şaşıp kaldığı yer bura. Allah etmesin dininden, imanından ayrıldığı yer bura.
Allah senin alnına ne yazdıysa o gelir diyor; Allah seni nasıl yarattıysa cehennemlik yarattıysa cehennemliksin, cennetlik yarattıysa cennetliksin diyor. Allah’ı işten çıkarıyor. Allah’a hiç iş kalmamış! Allah hepsini evvelden yazmış, takdir etmiş, mukadder etmiş, hepsini yapmış, şimdide işten elini çekmiş Allahu Teâlâ hazretleri hiç bir şey yapmadan öyle duruyor.
Böyle konuşuyor, diyor ki; alnına ne yazdıysa o gelir. Sen çabalasan da olur, çabalamasan da olur.
Bu kardaşım şeytan mezhebi bu itikad, bu itikad şeytan itikadı.
Hazreti Âdem aleyhisselam da cennetten sürüldü çıktı. Şeytanda cennetten sürüldü çıktı.
Hazreti Âdem aleyhisselam tövbe etti, Cenâb-ı Hak tövbesini kabul etti. Şeytan tövbe etti, tövbesini kabul etmedi.
Musa aleyhisselam şeytana rastgeliyor diyor ki; sen Allah’ın azabını biliyorsun, gazabını biliyorsun, sen neden Allah’tan korkupta tövbe etmiyorsun?
Diyor ki, ben tövbe ettim Allah tövbemi kabul etmedi diyor. Âdem tövbe etti, Âdem’in tövbesini kabul etti. Âdem’de cennetten sürgün çıktı, bir hata etti. Bende bir hata işledim, cennetten sürgün çıktım. Fakat Âdem’in tövbesini kabul etti, benimkini etmedi.
Diyor ki, ben Cenâb-ı Hakk’a rica etsem sen tövbe eder misin? Ben tövbeni kabul ettirim.
Ederim diyor.
Sen tövbe edersen bende senin tövbeni kabul ettiririm. Ben Allah’ı biliyorum ki o tövbeyi kabul eder.
Musa aleyhisselam, Tur-i Sina’ya varıyor, diyor ya Rabbi, bu şeytanın tövbesini kabul ette bütün millet şunun şerrinden kurtulsun. Kulların şunun şerrinden kurtulsun. Senin yolundan azdırıyor kullarını.
O zaman diyor ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri; Âdem’in tövbesini kabul ettiğim şudur diyor. Âdem, suçu kendi üstüne aldı. Dedi ki;
رَبَّـنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا
“ey bizim Allahımız, biz kendi nefsimize zulmettik. Biz kabahat işledik. Biz bize zulmettik zalım olduk; Havva da bende.
وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا
Eğer sen bize affı mağfiret etmezsen ve bize merhamet etmezsen
لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِـر۪ينْ
Biz zarar ziyan edenlerden olduk.”[9]
Yani bir adam, kesesindekini kaybederse zarar etmiş olur. Hiç kesesinde bir şey olmasa bir malı mülkü olmayan adam ne zarar eder.
Cennetteki nasibimizi, bize vermiş olduğun nimeti kaybettik, zarar ettik. Nefsimize zulmettik dedi diyor. Kendi suçu üstüne aldı. Kabahati, kendi kendine yükledi. Benden affı mağfiret istedi bende kendisini affettim.
Şeytan dedi ki diyor. Ya Rabbi, sen ezelin ezelinde alnıma ne yazdıysan o geldi. Sen büyük Allah’sın takdir etmişsin, mukadder kılmışsın. Benim ne haddim ki onu değiştireyim dedi diyor. Benim rahmaniyetimi benim kudretimi bilmedi. Benim her işte;
فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
“Allah faaldir, yapıcıdır. Ne istiyorsa onu yapar.”[10] Neden sen kesersin, buna karar kesersin. İşte
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
Ayet-i kerimedeki
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
Ayeti, “Allah her işinde baliğdir.”[11] Yani yapamayacağı şey yok.
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَآءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ
“Levh-i mahfuz olan kitap Allahu Teâlâ’nın yanındadır. Oradan dilediğini mahveder siler, dilediğini orda sabit kılar.”[12]
O eski yazıyı bozmak, düzmek O’nun için kolay, bizim için zor. Allah’ın takdiri bozulmaz demek bizim içindir. Kendinin için değil. Bu itikatta olmalı.
Ee, alnıma ne yazdıysa o geldi bilmem ne!
Bir adamın başına bir bela gelse derler ki; ee, takdir böyleymiş, mukadder böyleymiş.
O bela iki türlü gelir. Bela, birisi kulun fiilinin cezası olarak gelir, Allah’ın gazabından olarak gelir. Yani kendinin yaptığı kötülüğe karşı Cenâb-ı Hakk’ta ona bela takdir eder. Kendisi bir Allahsızlık yapmış, zalımlık yapmış, bir fakiri incitmiş, bir yetimi ağlatmış, bir mazluma zulmetmiş, Allah’ta bu sefer onun hâkimin şu gün attığı gibi; ona bir ceza takdir etmiş, ona da bir gün tayin etmiş birde bakarsın ki o gün, o gelir, onun başına patlar.
Efendim ee, bu takdirmiş.
Evet, takdir. Ne zaman oldu takdir? Bunun o zalımlığı yaptığı zaman takdir oldu. Eveli yoktu.
Bir cezada var ki, Allah’a bir kul çalışır, Allah’tan büyük şeyler ister, büyük dereceler ister, Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri o kula evvela ibadet derecesinde sınar onu. İkinci, dün söylemiştim belki bunlar var söylediklerimde. Diyor ki, ikinci bedenen ibadet bitti, malen ibadet ister.
Bakalım mallada birincide gelecek mi? İbadet ve taatte birinci çıktı. İyi, güzel ibadet yapıyor amma ibadet beleştir. Para gitmez, kesesinden bir şey çıkmaz, herkes yapabilir belki. Hele şunu bakalım birde malla sınayayım. Bakalım benim yoluma malından sarfedebilecek mi? Onada malen ibadet derler.
Üçüncüde baktı ki ondada sadakatlı çıktı, ibtilaya koşar. Bela için benden geri duracak mı bakalım?
Bela için geri durursa o adam geri kalır. Bela için geri kalmazsa Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri artık ona tamamen sıdkı sadakati tebeyyün eder. Allahu Teâlâ vereceği dereceyi ona verir.
Onu şu bir mektepte çocuk okuyor. İlkokul, ortaokul son bilmem şu derken üniversite derken gidiyor. Bu sefer hükümet ona göre ona mevki veriyor. O çocuğun tahsiline göre mevki veriyor.
Allah’ın kullarıda, Allah’a çalışanlar sıdk ile çalışanlar Allah yanından öyle mevki alırlar. Onların çalıştığına göre; sıdkına, sadakatine göre, teslimiyetine göre, bağlılığına göre, cömertliğine, sekhavetine göre Allahu Teâlâ hazretleri de ona mevki verir. Maneviyattan bir mevki verir, ona makam verir. İşte,
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
“Allah emrinde baliğdir istediğini yapar.”
Diyor ki;
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ
Allah’ın yaptığından kimse soramaz.
وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
Onların hepsi sorguya çekilecek.[13]
Şimdi Allah’ı bilen böyle bilmeli. Sonra diyor ki;
قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Haa, şimdiki dediğim gibi Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri de yapar amma kuldaki olan sıdkı sadakate göre; ne miktarda Allah’a dayanabiliyor, ne miktarda Allah’a güvenebiliyor, ne miktarda Allah’a hüsn-ü zan edebiliyor, Onun hüsn-ü zannının miktarınca yapar Cenâb-ı Hak.
قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Allah yapar muhakkak fakat her şeyin miktarınca yapar.”[14]
Mesela Cenâb-ı Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki, Allahu Teâlâ buyuruyor ki diyor,
اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْد۪ى ب۪ى
“Kulum ne şekil zannederse beni öyle bulur.Kulun zannındayım ben”[15] diyor Cenâb-ı Hak. Ben kulumun zannındayım. Kul ne kadar zannını yüksek tutarsa benim için beni öyle bulur. Acaba diyen kalır geride.
Evet, Allah’ım şunu da yapar, şunu da yapar diyen ona, Allah’ın yaptığına nail olur. Acaba şunu yapar mı yapmaz mı derse ona nail olamaz. Çünkü orda acaba var.
Allah cümlemize bildirsin Cenâb-ı Hak.
Şimdi gelelim Peygamberimizin hadis-i şerifinin ikincisine diyor ki o soran adama Ya Resulallah, bana vasiyet eyle. Benim şeytana neyle galip geleceğimi söyle.
عَلَيْكَ بِتَقْوَى اللّٰهِ تَعَالٰى فَاِنَّـهَا جِمَعَ كُلِّ خَيْرٍ
Sen Allah’tan kork. İşte Allah’ı hazır nazır bil. Kulum diyor iki adam bir yere gelse en gizli bir konuşuk yapsalar üçüncüsü benim diyor. Öyleyse her hayrın cem’i Allahu Teâlâ’dan sakınmak, korkmak, daima O’nun korkusunu yüreğinde taşımak. İkinci diyor ki;
وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ
Allah yolunda cihad yapmandır diyor.
Sende sene gelecekte bir ay oruç tutacaksın, vakit gelecekte beş vakit namazı kılacaksın. Bununla kanaat olmaz kardaşım. Allah’a sevilmek isteyenler, daha ziyade yapmalı ki Allah’a sevilsin.
Bu nedir?
Bu emir ve nehiydir. Mecbursun, bunu yapmasan cehenneme gidersin.
Beş vakit namazı kılmazsan Allah’a asi olursun, cehennemde cayır cayır yanacaksın. Yaparsan cenneti kazanacaksın. Bunun ikisi de senin menfaatin. Cehennemden kurtulsan da senin menfaatin, cennete gitsen de senin menfaatin.
Amma Allah için olan nedir?
Nafile ibadete devam etmektir. Allah için namazını kılarsın, orucunu tutarsın, farzı, sünneti hepsini tuttuktan sonra birde nafile olarak Allah’a ibadet edersin ki onunla sevilirsin. Onlar olmadıktan sonra kendi mecburi askerlik yapanı hükümet sever mi okadar?
Ancak vazifesini yaptı, mecburi askerlik.
Şeriat, mecburi askerliğe benzer. Gönlün olsa da yapacaksın olmasa da yapacaksın. Çünkü arkasında cehennem var. Billahi seni cayır cayır yakar.
Amma şeriatı tuttuktan sonra Allah için tarikat nafiledir ki, daha büyüklük, yükseklik makamını kazanacak bir yoldur. Allah’a kurbiyet kazanacak yoldur. Enbiyalar, evliyalar yoludur. Peygamberler bu yoldan yürüdükleri için Allah’a kavuşmuşlar. Evliyalar şeriatla tarikatla amel ettiklerinin için Allah’a kavuşmuşlar. Yoksa yalınız şeriatta kalanlar Allah’a kavuşamamış. Kendi yalınız cezadan kurtulmuş. Zorla cenneti kazanmış, eğer kazandıysa kazanabilirse. Bunu böyle anlamalı kardaşım.
Sonra tarikat; işte tarik demek yol demektir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ
“Allah’a tarikat var diyor.
بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلٰٓائِقِ
Bütün halkın nefesinin sayısınca Allah’a yol var” diyor.
Nedir bu?
Buradan Hicaza doğru yürüdük, yürümeye başladık. Bir adım atarsan bir adım yol gittin, iki adım atarsan iki adım yol gittin değil mi? Bir adım attın bir adım yol gittin, iki adım attın iki adım yol gittin.
Bizde her nefeste Allah dersek, Allah diyenlerin her nefesinde Allah için ilerleme var. Kurbiyet-i ilahiyeye ilerleme var. La ilahe illallah dedikçe oraya senin haberin olmaz senin ruhun ilerler, senin ruhun yükselmeye başlar.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri buyuruyor ki:
مَنْ آذَى الْمُسْلِم۪ينَ ف۪ي طُرُقِهِمْ وَجَبَتْ عَلَيْهِ لَعْنَتُهُمْ
Diyor ki; “bir kimse tarikatından dolayı bir Müslümana eza, cefa yaparsa tenkit ederse; ona ağır söz söyleyip, ona hakaret yaparsa, bu neymiş, bu tarikat neymiş, bu yaptığın neymiş bir Müslüman’a tarikatından dolayı eza cefa ederse
ف۪ي طُرُقِهِمْ
Tarikatından dolayı
وَجَبَتْ عَلَيْهِ لَعْنَتُهُمْ
Onun üzerine Allah’ın laneti, melaikenin, cem’i nasın laneti olsun onun üzerine” [16] diyor.
Kardaşım, insan gözünü açmalı. Hemen merdavaya söz söylememeli. Ben hocayım, ben âlimim, ben biliyorum deyip çıkmamalı. Daha bildiğinden öte bilmediğin ne kadar var daha senin. Hepimizin yani, bildiğimizden bilmediğimiz binlerce ziyade. Daha bilmediğimiz neler var. Allah bizi ilerletsin de gittikçe bilelim. Yükseltsin de gittikçe bilelim.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri peygamber iken demiş ki:
اَلٰهِي مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ
İlahi, ya Rabbi, Seni arif olamadım, tanıyamadım, hakkıyla bilemedim” [17] demiş.
Mevlana Hazretlerinin Bir Menkıbesi:
Hazreti Mevlana Celaleddini Rumi Hazretleri Konya’daymış. Çok yüksek âlimmiş Hazreti Mevlana. Fakat tarikata kulak asmazmış. İlme çalışır, hoca yetiştirmeye, âlim ulema, talebe yetiştirmeye çalışırmış.
Bir gün ata binmiş gelirken atıyla bu Kayseri’nin yanında bir yerde gelirken Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri Şemsi Tibrizi Hazretlerine demiş, bildirmiş ki, git Mevlana’yı irşad et.
Şemsi Tibrizi Hazretleri de geliyor burada bakıyor ki atın üzerinde biraz hocalarla geliyor. Diyor ki atının başını tutuyor
Senden bir sualim var diyor Hazreti Mevlanaya.
Söyle diyor.
Diyor ki Peygamberimiz mi yüksek Beyazıd Bestami mi yüksek?
Ne demek diyor?
Peygamberimiz yüksek.
Peygamberimiz diyor ki,
اَلٰهِي مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ
Diyor; “ya Rabbi, ben seni hakkı marifetle tanıyamadım daha bilemedim, daha anlayamadım daha gittikçe diyor.
Beyazıd Bestami hazretleri de diyor, diyor ki;
سُبْحَانِي مَا اَعْظَمَ شَان۪ي
Ben sübhan değil miyim? Şanım büyük değil mi?
Zikir esnasında bunu söylüyor. Bu neden diyor?
Hazreti Mevlana bakıyor ki sual çok büyük.
Diyor ki, Beyazıd Bestami hazretlerinin hafsalası dar. Cenâb-ı Hakk’ın tecellisi kendisine olunca artık bir şey kalmadı zannediyor. Ötede bir şey yok zannediyor.
Peygamberimizin hafsalası geniş diyor. Cenâb-ı Hakk’ın tecelli-i ilahiyeleri geldiğinde biliyor ki, bunun arkasında daha var. Onun arkasında daha var.
İşte onun için diyor insan; Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hazretlerinin dediği gibi insana ölünceye kadar daha ziyade ilerlemek var.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki;
مَنِ اسْتَوٰى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْـبُونٌ
“Bir adamın iki günü birbirine uyarsa mağbundur (zarardadır)”[18] diyor. Bugün yaptın aynı dünkü yaptığın ibadeti, yarın yaptın gene o günkü yaptığın ibadeti öbür gün yaptın, uymadı mı bu.
İnsansın sen madem ahretin yolcususun, sana Allah arif-i billahlık nasip etmiş, sana akıl zekâ vermiş, sana ilmi irfan vermiş, anlayış vermiş.
Öyleyse sen bununla Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretlerine çalışman lazım değil mi? İlerlemen lazım değil mi? Allah senden onu bekliyor, bu kulum yükselsin.
Tin Suresinin Tefsiri
Cenâb-ı Allahu Teâlâ hazretleri bize söylemedik bırakmamış kardaşım.
Adamın birisi büyüklerden birisi yani büyük saydıklarından birisi demişki Kur’an Kur’an dediğinizde
وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ ﴿1﴾ وَطُورِ س۪ين۪ينَۙ ﴿2﴾ وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ ﴿3﴾
Deyipte inciri, zeytini, tur-i Sina dağını Kâbe’yi söyleyen Kur’an değil mi? Ona yemin ederim. Ona yemin ediyor deyip Kur’an’ı tenkit ediyor.
Hâlbuki bu nedir?
وَالتّ۪ينِ
İncirdir. Vettin incirdir. Cenâb-ı Hak, “incire yemin ederim.” Bütün dünyayı, bu görünüş, âlem-i afakı incire misal getiriyor, hakikati böyledir.
Bir hoca buna mana verdiği zaman hocalarımız tefsirinde diyor ki, işte incirdir, zeytindir, ondan sonra Kâbe’dir, Tur-i Sina’dır deyip gidiyor. Hâlbuki Allahu Teâlâ’nın murad-ı ilahiyesi daha derindir.
وَالتّ۪ينِ
“incire yemin ederim” dünyaya yemin ederim demektir. Dünya, incire benzer. Kökü yukada, kışın yaprağını döker. Cısçıplak kalır. Dünyada bazı seni bırakır öyle cıscıplak bırakır kalırsın. Ondan sonra ömrü az olur.
Haa, bu âlem-i kesrettir. Âlem-i kesreti incire misal getiriyor Cenâb-ı Hak. Yani bu dünya, bu âlem, bu afak incire benzer. Bunun sonu kısadır. Ömrü kısadır. Onun için incir deyip yemin ediyor.
Gelelim zeytine. Zeytinin kökü kuvvetli, bedeni sağlam, kış yaz yaprağını dökmez. Yağında neler var. Zeytinin yağında ne ziyalar var. Bir yerde diyor ki;
زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪يٓءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
Ne diyor bak.
زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ
Bu maneviyattır. İncir, maddiyata söylüyor. Maneviyat zeytine benzer.
زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ
Mü’min-i kâmilin kalbinden zuhur eden iman nuru, feyzi, öyle bir zeytindir ki ne şarkidir ne garbidir.
يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪يٓءُ
Onun zeyti ziya verir.
وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
Ateş dokanmasa da ateşlenir. Ateş yok ortada, Allah dedin mi aha bak aha nasıl bağırdılar. Bu nedir kardaşım?
وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
Ateş dokanmadan ateşlenirler.
لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ
Bu şarkta da değil garbda da değil. Mü’min-i kâmilin kalbinde. Maneviyat, feyz-i ilahiye, artık bu kadarını söyleyebiliriz mesela öteki tarafını dilnen tabir olmaz.
يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪يٓءُ
Onun ziyası öyle ziya verir ki, onun ziyası öyle bir nuru kuvvetlidir ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
اِتَّـقُوا فَرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ هُمْ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ تَعَالٰى
“mü’minin firasetinden sakınınız. Onlar Allah’ın nuruyla nazar ederler.”[19]
İşte o nurdur.
نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
Şeriat-i Muhammediye bir nur, tarikat-ı Aliye iki nur. Nur üzerine nurdur.[20]
Her kim şeriat-i Muhammediye ile amel ederse tarikat-ı aliyeyle sülük ederse işte bu iki nurun içinde bu ziyayı bulur.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki; ya Ali, benim ümmetimde öyle kimseler var ki onlar diyor sanki kibritü’l-ahmerdir diyor.
هُمْ كِبْر۪يتٌ اَحْمَرُ
“onlar kırmızı kibrit başıdır.”[21] Milleti hemen tutuştururlar. Birbirinden ateş alırlar. Hâlbuki ateş yok.
İşte Allah’ın zikri, maneviyat faaliyeti böyledir. Zeytin budur.
وَطُورِ س۪ين۪ينَۙ
Musa aleyhisselamın konuştuğu Tur-i Sinadır diye yoruyorlar.
Kafadır kafa.
Bu kafadan neler çıkıyor. Bir insan elli senelik hesabı yapıyor. Yüz senelik hesabı yapıyor. İnsanda, aklı başında olan adamlarda kafasından neler çıkıyor, ne mahkemeler, ne akıl, ne idrak. Mahkeme-i Kübra asıl burada kafadadır. Cenâb-ı Hakbu kafaya yemin ederim.
وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ
Kâbe’dir diyorlar.
وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ
Kalb-i mü’mindir.
Kalb-i mü’min beyti Hakk’tır,
Haccü’l Ekber ondadır.
Cenâb-ı Hak hadis-i kudsisinde diyor ki;
مَا وَسَعَن۪ي أَرْض۪ي وَلٰٓا سَمٰٓائ۪ي اِلَّا قَلْبُ الْمُؤْمِنِ
“Bana diyor yerler gökler geniş gelmedi mü’min kulumun kalbi geniş geldi.”[22]
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
اَلْمُؤْمِنُ اَفْضَلُ مِنَ الْـكَعْبَةِ
“mü’min Kâbe’den afdaldir”[23] diyor.
Yine bir hadis-i şerifinde Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri, birkaç kişiyle ashablarla Kâbe’ye doğru şöyle varırken, ya Beytullah diyor senin
مَا اَعْظَمُ شَانَكَ وَ حُرْمَتَكَ عِنْدَ اللّٰهِ وَ اَعْظَمُ حُرْمَةَ عِنْدَ اللّٰهِ مِنْكَ الْمُؤْمِنُ
“Allah yanında senin şanın hürmetin büyük değil mi? Büyük, fakat mü’minin şanı, hürmeti senin şanın hürmetinden büyüktür”[24] diyor.
Hazreti Ömer Radıyallahu anhu hazretleri bakmış ki bir adamın birisi Kâbe’yi tavaf ediyor. Diyor ki Kâbe’nin örtüsüne yapışmış; ey Allah’ın evi, ben biliyorum ki sen Allah’ın evisin. Cenâb-ı Hakk’ın yanında da hürmetin çok büyüktür. Senin hürmetine Cenâb-ı Hak beni affetsin diyor.
Hazreti Ömer Radıyallahu anhu hazretleri gel beri gel diyor. Çağırıyor diyor ki, sen kendi yakandan tutta ya Rabbi, benim hürmetime sen beni affet, de diyor.
Diyor ki, ben neyim ki ya Emire’l-mü’minin, ben neyim ki diyor.
Sen mü’minsin diyor.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyurdu ki;
اَلْمُؤْمِنُ اَفْضَلُ مِنَ الْـكَعْبَةِ
Dedi.
Diyor ki, ben mü’min olduğumu ne bileyim. Ben hakkıyla o dediği mü’min ben olduğumu ne bileyim?
Sen diyor Kâbe’nin afdalından tuttun dedin ki ey Allah’ın evi, senin Allah yanında hürmetin büyük. Senin hürmetine beni affetsin Allah dedin.
İman olmasa mü’min olmasan sen bunu der misin? Bu bir taştan yapılmış bir şey. Taştan topraktan başka bir şey yok Kâbe’nin görünüşte amma maneviyatına inanıyorsun ki söyledin.
Öyleyse sen inandıktan sonra sen bu Kâbe’den büyüksün diyor.
Böyledir kardaşım kalb-i mü’min. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor ki;
وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ
Öyle bir beled-i emindir ki mü’minin kalbi, Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerinin yanında Kâbe’den yüksektir. Çünkü bana diyor yerler, gökler geniş gelmedi, mü’min kulumun kalbi geniş geldi.
وَالتّ۪ينِ
“İncire yemin ederim.” İşte bütün maddiyata yemin ederim demektir.
وَالزَّيْتُونِۙ
Bütün maneviyata yemin ederim. O maneviyatı da tavsiye etti işte. Nasıl ziya verir, nasıl nurlanır, nasıl ateşlenir.
وَطُورِ س۪ين۪ينَۙ
Tur-i Sinaya yemin ederim.
Tur; budur Kafa.
Sinin; dişlerindir.
وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ
Mü’minin kalbidir. Ben bunlara yemin ederim ki diyor;
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪يٓ اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ
“ben insanı diyor ahsen-i takvim üzerine yarattım.” İnsan benim yanımda öyle kıymetli ki, bütün mükevvenatımın (yaratılmış mahlûkat) hepsinden kıymetli. Bir kulum, bir kul, bir insan, bir adam Allahu Teâlâ’nın yanında bütün mükevvenatın hepsinden kıymetli.
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪يٓ اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ
Diyor ki, “ben insanı ahsen-i takvim üzere yarattım. Bir kerre bak; insandaki göz, insandaki kulak, yani görgü, duygu, bilgi, söyleyiş, konuşmak, oturmak, kalkmak her şeyi müsait. Nesi noksan? O kadar tertipli bu bir büyük bir müdebbir, tedbir sahibinin yapması değil mi?
İşte,
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪يٓ اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ
Mesela usta gazeteciler takvim çıkarıyor. Allah öyle bir takvim yapmış ki insanı, öyle bir makine ki, öyle bir makineler yapmış ki, insandan insan oluyor. İnsandan insan oluyor.
İnsan, muazzam bir fabrikadır. Ben bunu öyle yaratmışım diyor.
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ
Sonradan da esfel-i safilin olan bu dünyaya gönderdim.” İşte buraya.
Evveli nerdeydi?
Evvela Allah’ın nuru, Allah’ın nurundan Peygamberimizin nuru, Peygamberimizin nurundan Peygamberimizin ruhu, ondan sonra bizim ruhumuz oldu da bu dünyaya böyle geldik.
Niyazi hazretleri derki:
Nerden gelir yolun senin? Ya kanda varır menzilin?
Nereden gelip nereye gittiğini anlamayan hayvanımış, der.
Ruhun esası, Allah’tan geliyor. Peygamberimizin nurunu Allahu Teâlâ kendi nurundan yarattığı Peygamberimizin nurundan Peygamberimizin ruhunu yaratmış. Peygamberimizin ruhundan bizim ruhlarımızı yaratmış. Bizim ruhlarımızda bu dünyaya gelmiş şimdi bu kafese girmiş.
Nerden geldi yolumuz?
Ezelden süzülüp geldi.
Nereye gidiyorsun?
Gene oraya gideceksin.
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Abes Yere Yaratıldığınızı mı Zannediyorsunuz?
Kur’an-ı Kerim’de diyor ki;
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
“öylemi zannediyorsunuz; ben sizi abes yere mi halkettim, Oyuncak için mi halkettim? Maskaralık için mi halkettim zannediyorsunuz?
اَفَحَسِبْتُمْ
Öylemi hesap ediyorsunuz?
اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا
Ben sizi abes olarak; hiçbir neticesi olmayan bir boş hayat için mi yarattım?
Öyle değil.
وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Yoksa sonunda bana gelmezmiyim sandınız.”[25]
Sizi ben yarattım gönderdim dünyaya, oradan da tekrar siz benim yanıma rücu’ edip geleceksiniz.
İşte kardaşım Cenâb-ı Halık Teâlâ hazretleri bize bunları haber veriyor.
Biz neredeydik?
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Bu bitti.
Şimdi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri diyor ki o adama,
وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ
Allah yolunda sen cihad et.
Yani o adam dedi ki tekrarlayım ki aklınızdan; ya Resulallah, bana öyle bir vasiyet eyle ki, senin o vasiyetini tutmakla ben nefsimin ve şeytanın üzerine ben galip geleyim ya Resulallah. Bana nasıl kurtulacağımı söyle ki, ben onu yapayım da şeytanın elinden kurtulayım.
Diyor ki sen diyor,
عَلَيْكَ بِتَقْوَى اللّٰهِ
Allah’tan korkmaklık olsun üzerine. Allah korkusunu daima düşün Allah korkusunu taşı.
فَاِنَّـهَا جِمَعَ كُلِّ خَيْرٍ
O bütün hayrın başı, onu söyledik. Gelelim şimdi;
وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ
Allah yolunda cihad et.
Cihad, iki türlüdür; birisi din düşmanı kâfirlerle, vatan düşmanı kâfirlerle harbetmek. Yani vatan düşmanlarıyla harbetmek, din düşmanlarıyla harbetmek.
Harp niçin yapılır kardaşım? Harp niçin olur?
Harp, Müslümanlığın şartıdır şartı. Bir adamda din olmasa, bir adamda namus olmasa o adam, yalınız vatan için harbetmez. Gelen ağam giden paşam der.
Ne, o, olmasa bu olsun der. Amma Müslüman olan kimse, ben, dinimi namusumu müstakil vatanda muhafaza edebilirim der, vatanın, istikbalinin için canını verir; dinini, namusunu o vatanda muhafaza ettiğinin için.
İşte harp bunun için olur.
İkinci harp ney?
Nefsinle.
Nefsin seni şeytanın arkasına düşürüp Allah’ın yolundan çıkarıyor. Allah’ını unutturuyor, ibadetini unutturuyor, omzuna biniyor, seni artık şaşım şaşım şaşırıyor o şeytan.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor ki;
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ
“onların boyunlarına şeytan biner. Allah’ın zikrini unutturur.”[26] Onları oyum oyum oynatır.
Bir çocuk bir şey ister, veremezsin çocuğa kıymetli bir şeyi, ister, ağlar durmaz. Bu sefer dersinki aha kuş uçtu aha bilmem filan derken çocuğu avutursun, o saklayacağın şeyide saklarsın.
Şeytan aleyhi’l-la’nede bizi bu dünyanın alına, yeşiline, keyfine, zevkine aldatıp Allah’ın zikrini unutturup kendi havasına, kendi tebasına çevirmeye çalışıyor.
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ
“onların boyunlarına diyor üstlerine şeytan biner.
فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ
Allah’ın zikrini unutturur.”
Yarın Allah’ın huzuruna vardığı zamanda o adam bilir ne olduğunu.
Öyle değil mi?
Kabre vardığı zaman bilir. İnsan başına toprağı savurma, işte kabirdedir, başlarını taşa vurma ordadır. Öldümüydü kim olursa olsun ister zengin, ister fakir, ister büyük, ister küçük üstünden elbisesini soyarlar, bir beze sararlar kendini götürürler bir çukura atarlar. İster genç olsun ister babayiğit olsun ne olursa olsun. Herkes gelir evinde gene işine gücüne başlar kendi orda ameli neyse onla kalır.
Haa muhakkak ve muhakkak o olacak. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
اَلنَّاسُ نِيَامٌ فَاِذَا مَاتُو اِنْـتَـبِهُوا
“insanlar diyor, uyuyor, uyanırlar ölünce. Ölünce uyanırlar.”[27]
İşte bunun için fisebilillah çalışınız ki nefsinizin havasına uymayınız. Nefis, şeytan sizi azdırır.
فَاِنَّـهُ رُهْبَانِـيَّةُ الْمُسْلِم۪ينَ
Eski Peygamberlerin zamanındaki Hıristiyanlar, Ermeniler onlar mağaralara çekilirlerdi. Terk-i dünya ederlerdi. Çalışırlardı Allahu Teâlâ’ya kurbiyet kazanırlardı eski peygamberlerin ümmetleri. Allah’a yakınlık kazanırlar. İstedikleri muradlarına ererlerdi. Onlara ruhban derlerdi ki, yani mağaralarda çekilip terk-i dünya edip hiçbir tarafa bakmayıp orayla meşgulolurdu.
Peygamber efendimiz diyor ki; sizin kendi evinizin içinde çoluk çocuğunuzun içinde malınızla mülkünüzle uğraşaraktan nefsinizle cihad ederseniz o ruhbanların kazandığını kazanırsınız.
وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ فَاِنَّـهُ رُهْبَانِـيَّةُ الْمُسْلِم۪ينَ
İşte Müslümanların ruhbanlığı odur.
وَعَلَيْكَ بِذِكْرِ اللّٰهِ وَتِلَاوَةِ الْقُرْآنُ فَإِنَّهَا نُورٌ لَكَ فِى الْاَرْضِ وَذٰلِكَ لَكَ فِى السَّمٰٓاءِ
“Allah’ı zikretmek ve Kur’an okumak da senin üzerine olsun bu zikrullahla Kur’an’a devam etmen yerde gök de sana her yerde ışık nur ziyadır.” (Hadisi şerifin devamı:)
وَاَخْزِنْ لِسَانَكَ اِلَّامِنْ خَيْرٍفَاِنَّكَ بِذٰالِكَ تَغَلِّبُ الشَّيْطَانَ
“Dilini güzel konuşmaya alıştır. (Bunları yaparsan) nefsin şeytanın üzerine galip gelirsin.”[28]
Demişler ya Resulallah cihad nedir? Mücahede nedir?
Diyor ki mücahede;
تَقْلِيلُ الطَّعَام تَقْلِيلُ الْكَلَام تَقْلِيلُ الْمَنَام
Yani “az yemek, az uyumak, malayani işleri az konuşmak
اِلَّا مِنْ خَيْرٍ
Hayırdan başkasını” az konuşmaktır.
[1] Necm Suresi, 53/39-40.
[2] İbni Hacer el-Askalâni Fethu’l-Bâri, c. 11, s. 230/6049 (Beyrut).
[3] Zilzal Suresi, 99/7-8
[4] Şerhu Ğaraibi'l-Hadis s.230 (ibni Neccar). Sevadü’l-Azam
[5] Aliyy’ül-Kari, Şerhu Ayni’l-İlmi ve Zeynü’l-Hilm, c.1.s.33. Ahmed Zerruki, Kavaidü’t-Tasavvuf, s.3. Haşiyyetü’l-Allame Aliyyü’l-Advi Ala Şerhi’l-İmamu’z-Zerkani ala metni’l-Izziyeti fi’l-Fıkhı’l-Maliki, c.3.s.195
[6] Maide Suresi, 5/48
[7] Talak Suresi, 65/2
[8] Talak Suresi, 65/3
[9] Araf Suresi, 7/23
[10] Buruc Suresi, 85/16
[11] Talak Suresi, 65/3
[12] Raad Suresi, 13/39
[13] Enbiya Suresi, 21/23
[14] Talak Suresi, 65/3
[15] İmamı Ahmed ibni Hanbel, Müsned/8715. Buhari, Tevhid 50. Müslim, zikir. Tirmizi, 3603. Kenzü'l-İrfan 1001 Hadis s.94/596
[16] Tabarani el-Mu’cemü’l-Kebir c.3.s.179/3050(Musul). Ramuze’l-Ehadis c.2.s.395/3.
[17]Münavi, Feyzü'l-Kadir c.2.s.402. Alusi, Ruhu'l-Meani c.4.s.79-c.17.s.202.
[18] Beyhâki, Kitabü’z-Zühdü’l-Kebir, c. 2, s. 367/987 (Beyrut), Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c. 8, s. 35 (Beyrut) Deylemi El-firdevsü bi Me’subu’l Hıtab, c. 3, s. 611 (Beyrut).
[19] Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 298/3127 (Beyrut); Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c.3.s. 312/30354 (Kahire). Taberani, Mu’cemu’l Kebir, c.8.s. 102/7497 (Musul).
[20] Nur Suresi, 24/35
[21] İbni Ebi’d-Dünya fi Kitabi’l-Evliya, c. 1, s. 12/8 (Beyrut).
[22]Tefsirü’l-Geylani c.1.s.117 (Beyrut). İhya-i Ulumi’d-Din c.3.s.14 (Kahire). İbni Receb el-Hanbali, Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem s.398 (Beyrut). Deylemi el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.174/4446 (Beyrut).
[23] İhya-i Ulumi’d-Din c.4.s.146 (Kahire). Kuvvetü’l-Kulub c.1.s.359 (Beyrut). Ramuze’l Hadis, c. 2, s. 348/9 (Değişik lafızla)
[24] Iraki, Tahricü Ehadisi’l-İhya s.1496 (Beyrut). Tabarani, el-Mu’cemü’l-Evsat, c.1.s.214/695 (Kahire). Ramuze’l-Hadis, c. 2, s. 348/9
[25] Mü’minun Suresi, 23/115
[26] Mücadele Suresi, 58/19
[27] Münâvi Feyzu’l-Kadir, c. 4, s. 58; c. 5, s. 58 (Mısır), Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, c. 7, s. 52 (Beyrut)
[28] Fi şerh’il hadis-Ramuzel Ehadis c.2.s.317/8