HACI MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 3 FİTNE (11.02.1967. Yozgat) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 3 |
3. Sohbet: FİTNE
Hacı Muhammed Bilal Nadir Hazretlerinin Sohbeti: (11.02.1967. Yozgat)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyurmuş ki;
اَلْفِتْنَةُ نَائِمَةٌ لَعَنَ اللّٰهُ مَنْ اَيْقَظَهَا
“Fitne uyuyucudur diyor. Allah’ın laneti onu uyandırana olsun.”[1]
Senin ibadetine, dinine, namusuna, ibadetine her şeyine bir şey yapan bir kimse yok. Sen ibadetine Allah’ına yönünü dön, başkasını unut, Allah’ını düşün.
Sen kendi nefsini islah et, milletide islah etmeye çalış. Neyine lazım sen milletin arasına şöyle deyip, böyle deyip iş karıştırırsında hazır Müslümanları da karma karışık edersin.
İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri diyor ki;
اَلْفِتْنَةُ نَائِمَةٌ لَعَنَ اللّٰهُ مَنْ اَيْقَظَهَا
“Fitne uyuyucudur, Allah’ın laneti onu uyandırana olsun” [2] diyor.
Allah bizi öylesil şeylerden muhafaza etsin. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri bizi doğrudan ayırmasın.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
مَنْ لَمْ يَعْرِفْ بِحَالِهِ وَ زَمَانِهِ فَهُوَ مَغْبُونٌ
“Bir adam diyor kendi zamanını bilmezse, halını bilmezse o kimse mağbundur” (zarardadır) diyor.
Kendi zamanını bilmelisin, zamanın da nasıl olduğunu anlamalısın. Bunu anlamıyor. Bir bakarsın ki bir delinin attığı bir taş, bin tane akıllıyı cezalandırıyor. Hâlbuki onu atan bir delinin birisi, bir serserinin birisi.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri yine bir hadis-i şerifinde diyor ki;
رَحِمَ اللّٰهُ
Allah’ım sen rahmet et.
مَنْ عَرَفَ زَمَانَهُ وَ عَرَفَ حَالَهُ وَاِسْتِقَامَتْ طَر۪يقَتَهُ
“Allah’ım sen rahm et diyor. Bir adam kendi zamanını bilirse ve halınıda bilirse tarikatında da devamlı olursa istikamette olursa Allah’ım sen ona rahmet”[3] diyor.
Allah bizi tarikatımızın üzerinde istikametten ayırmasın. Rabbımız Teâlâ hazretleri tarık-ı müstakimden ayırmasın. Doğru yoldan ayırmasın, şaşırmasın Rabbımız Teâlâ hazretleri.
Öyleyse biz herkesi, ümmet-i Muhammedi ve kendimizi birbirimizin iyiliğine çalışmalıyız.
Demin dedi ya ahlakın biriside Müslüman kardaşını hasidlemeyip kendi nefsini nasıl seviyorsa öyle sevmektir.
Hutbelerde okuyor işte dinliyorsunuz diyor ki Müslümanın en iyisi odur ki diğer Müslüman kardaşını kendi nefsine istediği gibi isterse Müslümanın imanının kâmili odur diyor.
İşte buna geliyor bu. Asıl esası budur. Aklı kâmil, imanı kâmil olan Müslüman, bütün ümmet-i Muhammedin iyiliğini ister, hepisinin iyiliğine çalışır, hiçbir kimseye buğuz, kin etmez. Kötüyse bile onu iyi etmeye çalışır. Onu kinle buğzla döğüşmeyle çekişmeyle ona gadaplanmayla meydana gelmez, o iyilikle gelir
Allah iyilikten ayırmasın Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri cümlemizi medet, inayetcimiz olsun. Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretleri cümlemizi bizim umduklarımıza nail etsinde bizleri iki cihanda aziz etsin.
Bu Yolda Dört Şeyi İyi Bilmelidir
Şimdi kardaş, birde şu var ki; insan dört şeyi bilmek lazım. Allahu Teâlâ’yı bilmek, ondan sonra nefsini bilmek, şeytanı bilmek, amelini bilmek.
Allahu Teâlâ’yı bilmek nedir?
Allahu Teâlâ’yı söylerken evveli söyledim. Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretleri dilediğini yapar. İdam eder, icat eder. Her ne isterse O’nun yapamayacağı bir şey yok.
Allah’ı bilen böyle bilmeli.
Bilmem yazıyı bozamaz, takdiri bozamaz, bilmem filan bunlar yok. Her ne olsa yapar O.
Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretlerini böyle bilmeli.
Nefsini bilmek; nefis, Allah tarafına, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına göndermeyen bizim nefsimizdir.
Nefis neye benzer?
Nefis bir bindiğin ata benzer.
Şimdi bizde hem ruh-u sultani, bir ruh var. Birde ruh-u hayvani bir nefis var. Onun için şimdi bizim vücudumuzda iki can var. Bir can, Allah’tan Peygamberimizden deminki dediğim gibi süzülüp gelen ruhtur. Peygamberimizin nurundan gelen ruh, ona ruh-u sultani derler.
Birde var ki ruh-u hayvani, ruh-u nebati. Ana karnında babanın sulbünden gelen bir damla sudan ananın karnında ot biter gibi bitmiş, oraya yapışmış, orada karpuz tiyekte büyür gibi büyümüş olan bu vücuttur.
Şimdi bu vücut bir hayvana benzer, ata benzer. Atı iyi beslersen zapt edemezsin. Yedirirsin, içirirsin ondan sonra verirsin, istediğini verirsen at haşarı olur, zalim olur, atı zapt edemezsin. İnsanında nefsi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri demiş ki;
رَجَعْنَا مِنْ جِهَادِ الْاَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْاَكْبَرِ
Bir muharebeden gelirlerken “biz şimdi küçük muharebeden büyük muharebeye döndük”[4] demiş.
Ashaplar demişler ki; ya Resulallah, bu yaptığımız harpten ziyade daha büyük harp nerde var.
Demiş ki; bizim evimize varınca nefsimizle yapacağımız harp, bu kâfirlerle yaptığımız harpten daha şiddetli büyüktür demiş.
İşte insan, demişler ki nefsimizle mücahade diyorsun mücahade nedir?
Demiş ki, mücahade odur ki; az yemek, az uyumak, az söylemek.
Bir adam çok yerse, çok uyursa, çokta gevezelik yaparsa o adam nefsini kat’iyen zapt edemez. O adamın ne zaman olsa nefsi kendine, kendi nefsine zabundur.
Haa, kendisi ibadetten kalmayacak kadar, kuvvetten düşmeyecek kadar yemek yerse yeter. Geri kalanına kulak asmaz.
Uykuyu fazla uyumaz ki ibadeti çok yapayım deyi.
Yemeği az yer ki hikmetin bulutu açlıktır. Gönülde hikmetin bulutu açlıktır. Yani açlıkta, aç gönüle hikmet yağar. Tok gönüle kasavet dolar, katılaşır tok gönül.
Bunun için ashablar, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri, Peygamberler bütün açlıkla nefsin önünü almışlar. Nefsin belini kıran açlıktır.
Onun için açlıkla bir adam Allah yoluna ibadet ederse hem tadını bulur, hem lezzetini bulur, hem gönlüne ilm-i hikmet yağar.
İşte nefsini bilmeli ki; nefsin azıcık dizginini boşandırırsan birdaha önünü alamazsın, zapt edemezsin. Nefsi besledinmiydi yavuz it gibi insana karşı durur. O zalim at gibi bir daha sana dizgin vermez. Gemi azıyı aldımıydı bir daha zapt edemezsin.
İşte onun gibi nefsini bilmek; nefis, daima gözünün önündeki yiyecek, içecek, keyf, zevk, şehvetine çeker. İçindeki ruhta bizim ruhumuz da o, Allah’tan gelmiş Allah’a âşıktır. Peygamberimizin ruhundan doğup gelen ruhumuz. İşte oda Allah’a âşıktır Allah tarafına çeker.
Sen aklın varsa ruha yardım et.
Ruha yardımın nedir?
İbadettir, zikirdir, taattir, zikrullahtır. Namaz kılar, zikir eder, tesbih çekersen, ruh kuvvet bulur, nefis pusar.
O ibadetin nuru, ruhun gıdasıdır. Ruh kuvvet bulur. Eğer nefse kuvvet verirsen; yedirir, içirir, uyutur her şeyi yapar o. Bu sefer o başkasını ister, ondan sonra başkasını ister. İstediğini ver bir başkasını daha ister. Bir tane ver, onuda ver, daha ister.
Nefis böyledir.
Onun için o halde daima nefsimiz bizi Allah tarafına göndermeyip geriye çekicidir. Daima geriye çekecek olan nefis. Bunun için nefsi bilmektir. Ruhu bilmektir. Ruhuna kuvvet vermelisin.
Ruhun askeri; ibadet, taat, deminki saydığım güzel ahlaklar. Güzel ahlaklar ruhun askeridir.
Kötü ahlaklar, saydığım kibir, ucub, riya, buhul (cimrilik), hased, ondan sonra gadap, dünya sevgisi bunlar nefsin askeridir. Vücut iklimine nefis padişah olursa kibir ucub, riya, buhul, hased çok olur.
Nefis iklimine, vücut iklimine, gönül âlemine ruh padişah olursa o zaman nefis pusar, güzel ahlaklar, güzel ibadetler, güzel taatler zuhur eder.
Allah cümlemize nasip etsin.
Bunun için insan, Allah’ı bilmek az söyledim ki onu zaten herkes biliyor.
Üçüncü şeytanı bilmek; şeytanda nasıl? Demin dedimya Allahu Teâlâ’yla doğrudan doğruya çekişiyor. Fırsat bekliyor. Daima bizim arkamızda şeytan. Şeytan omzumuzdan geri arkamızda durur. Fırsat bekler. Hak tarafından kanun-u ilahiden bir fırsat bulursa hemen bizi dolaştırır. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerinden korkmaz.
Neden?
Vaadi var Allahu Teâlâ’nın.
Allahu Teâlâ diyor ki; Ben yeryüzüne Peygamber gönderirim, evliya gönderirim, âlim ulema gönderirim. Söylettiririm size her şeyi haber veririm. Siz benim o dediğimi tutarda benim dediklerimi yaparsanız ben sizi şeytandan muhafaza ederim. Ama benim dediğimi kabul etmezde benim dediğimi tutmazsanız, şeytanı size havale eder. Şeytanın olanlar şeytanın olsun benim olanlar benim olsun. Siz benim gönderdiğimiz, diyor ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًا فَاِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ى هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَاىَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Şeytana, Âdeme onların hepsine dedim ki diyor yeryüzüne inin.
فَاِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ى هُدًى
Benden size hidayetçiler gelir. Hidayetçi kimdir? Peygamberdir, Evliyalardır. Meşayıhlar, âlim ulemalardır ki hakkıyla âlim olan, hem şeriat, hem tarikat ilmine sahip olan ulemadır. Bunlar hidayetçidir.
فَمَنْ تَبِعَ هُدَاىَ
Benim o hidayetçilerime kim tabi olursa
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Onlar için korku, elem, keder yoktur.”[5]
Yine ayet-i kerimede;
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
“Allahu Teâlâ mü’minlerin velisidir diyor. Onları zulumattan nura çeker.”[6]
Bir adam Allah’a inanırda Allah’a iman ederse kendi isterse zulmatta olsun, ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar günahkâr olursa olsun, onu Cenâb-ı Hak zulmattan çeker nura koyar. Nura götürür.
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
İman edipte benim tarafıma yönünü dönüp, tövbe istiğfar edip, benden imdat isteyenlere ben diyor onları zulmattan nura çekerim.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوٓا اَوْلِيَآؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ
Tağut dediği şeytan. Oda diyor oda sevdiklerini
يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ
Nurdan zulumata çeker oda diyor.
Ee, bu çekişini sen bilmen lazım. Kur’an’dan öğrenmen lazım, âlim ulemadan öğrenmen lazım. Ben şeytanın çektiği yola gitmeyim deyip şeytana yardım etmemen lazım. Seni Cenâb-ı Hak bir çekti nura iki çekti, üç çekti, beş çekti en sonu baktı ki dinlemiyorsun, yürü bakalım. O zaman kimde kabahat?
Kendi nefsindedir.
Bunu bilmelisin. Bunun için insana, şeytanı bilmek lazım. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri diyor ki;
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَآءَ
“Şeytan diyor sizin öyle ister ki aranıza buğuz adavet koysun.” [7] Bir birinize düşürsün. Birbirinize baktırsın. Yani birbirinizin kabahatını arayın. Senin kendi kabahatını aramayı istemez şeytan. Sen suçlu değilsin yahu, senin ne kabahatin var der.
Ötekinin kabahatini ara o onla onun aleyhinde söyler, onun aleyhinde söyler. O onun kötülüğünü görür, o onu bilmem ne eder.
Maksadı ney?
Araya adavet, buğuz, kin koyacak. Kendinin dediği yola düşürecek. Allahu Teâlâ’nın gadabını kazandıracak, kendine mal edecek. O zaman ters çevirip toplayıveriyor.
Allah şerrinden muhafaza etsin.
Bizde namaz kılıyoruz, bizde zikir ediyoruz diyor. Namaz zikir değil mi diyor.
Diyor ki namazda zikir diyor. Bu kadar zikir olur mu?
Kör gözü.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor ki;
وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ
“Şeytan sizi ister ki zikrullahtan şaşırtsın ve namazdan şaşırtsın. Namazdan aldatsın geri koysun.”[8]
Seni zikirden ayırdı mıydı namazdan da tez ayırır. Zikirden, namazdan da ayırdı mıydı Allah’tan tez ayırır seni o zaman. İşte şimdi şeytanın adamı oldun kendin.
وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ
İşte zikrullahı ayrı söylüyor, namazı ayrı söylüyor. Bizde namaz kılıyoruz diyor, namazda zikirdir diyor biz zikir etmiyoruz amma. Hâlbuki öyle değil.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
مَنْ اَطَاعَ اللّٰهَ فَقَدْ ذَكَرَ اللّٰهَ وَاِنْ قَلَّتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَ تُهُ الْقُرْآنِ وَمَنْ عَصَى اللّٰهُ فَلَمْ يَذْكُرَهُ وَاِنْ كَثُرَتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ لِلْقُرْآنِ
Asıl bu gibilerin belini kıran bu hadis-i şerif. Tozunu dumanını savuruyor. Alimallah tozunu dumanını savuruyor, belini kırıyor bu hadis-i şerif. Ne diyor bak. Yani zikretmeyenlere bu dediğim, zikredenlere değil.
Hadis-i şerif ne diyor bak.
مَنْ اَطَاعَ اللّٰهَ فَقَدْ ذَكَرَ اللّٰهَ وَاِنْ قَلَّتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ الْقُرْآنِ وَمَنْ عَصَى اللّٰهَ فَلَمْ يَذْكُرَهُ وَاِنْ كَثُرَتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ لِلْقُرْآنِ
Diyor ki; “Her kim Allah’a muti ise Allah’a muti olan kimse Allah’ı çok zikreder. İsterse namazı az olsun, isterse orucu az olsun, (yani, nafile ibadetleri çok olmasa da) isterse Kur’an’ı az olsun. O adam Allah’a mutidir diyor. O adam Allah’a mutidir.
وَمَنْ عَصَى اللّٰهَ
Her kim Allah’a asi ise
فَلَمْ يَذْكُرَهُ
Allah’ı zikretmez.
وَاِنْ كَثُرَتْ صَلَاتُهُ
İsterse namazı çok olsun.
وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَتُهُ لِلْقُرْآنِ
Orucu, namazı, Kur’an’ı çok ise de o adam asidir Allah’a.”[9]
Çünkü Allah’ı zikretmiyor. Allah’ı zikretmedikten sonra başka ibadetler hiçtir bu hadis-i şerife göre.
Efendim bizde Kur’an okuyoruz, oda zikir diyor. Namaz kılıyoruz oda zikir diyor. Bu kadar zikir olur mu diyor.
Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri yine söylüyor, bak ne diyor. Münafıkların evsafını söylerken diyor ki;
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ
“Münafıklar Allah’ı zikretmezler; illa az ederler”[10] diyor. Münafıklarda zikretmez değil, Allah’ı zikrederler amma az ederler. Ne oldu? Allah’ı az zikredenler münafıkmış.
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ
Allah’ı az zikredenler Münafıklar diyor Allah’ı zikretmezler; illa az ederler.
Yine bir hadis-i şerifte Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
مَنْ اَكْثَرَ ذِكْرَ اللّٰهِ فَقَدْ بَرِئَ مِنَ النِّفَاقِ
“Bir adam zikrullahı çok ederse münafıklıktan kurtulur diyor. Münafıklıktan beri olur.”[11]
Haa, öyleyse kardaşım islamın şartı kaç?
Beş; savm, salat, hac, zekât, kelime-i şahadet.
En başta olduğunun için en sonra geliyor. Savm, aşağıda salat, ondan sonra. Çıkıyor yukarı. Hac, sonra zekât, kelime-i şahadet, la ilahe illallah Muhammedun resulullah, işte bu hepsinin başı.
Yine bir hadis-i şerifte diyor ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri;
اَفْضَلُ الذِّكْرِ لٰٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
“Zikrin en efdalı la ilaha illallahtır.”[12] Bir adam la ilahe illallah zikrine devam ederse bütün zikrullahın hepsini cem etti.
Haa! Namaz farzdır. Gönlün olsa da yapacaksın, olmasa da yapacaksın.
Yine biz işi çevirdik başka türlüye.
Namaz farzdır, Oruç farzdır, hac farzdır, zekât farzdır. Kelime-i şahadet farzdır. Haa, gönlün olsa da yapacaksın olmasa da yapacaksın.
Yazın çalışırsın kışında getirir evinde yersin. Yazın çalışmazsan evine de getirip bir şey yiyemezsen kime ne? Sen acından ölürsün, cefayı sen çekersin. Zararı sen görürsün, sürünmeyi sen sürünürsün, kime ne?
Allahu Teâlâ hazretleri namaz, oruç, hac, zekât bunlar böyle mecburi şeydir ki yiyeceğini toplamak gibidir. Burada bunları yaparsan cennette senin için yiyecek erzak olur, azık olur. Burada yapmazsan azık yok sana orda.
Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de diyor ki;
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
“İnsanlar için hiçbir şey yoktur orda neye sa’y ettiyse o vardır.”[13] Hem bu dünyada da hem orda da neye sa’y ederse onu bulur. Ben insanlar için başka şey hazırlamamışım. Neye sa’y ederse; iyilik yoluna giderse iyilik var, kötülük yoluna giderse kötülük var.
İşte farz olan namaz farz, vacip, sünnet bunlar mecburi ibadettir. Mecburi askerliğe benzer.
Bir adama askerlik gelse gitmese ne yapar? idama kadar gider. Vallahi hükümet sonra kendini kurşuna düzer.
Kime ne olur?
Kendi kendine olur. Gider askerliğini yaparsa gelir evinde rahat eder. Vazifesini yaptı, geldi evinde rahat. Ona kimse bir şey demez artık.
Orada öyle.
Askerliğini yapmayan adamı ne yaparlar?
Ben gitmem askerliğe derse inat ederse hükümette inat eder, daha da derken en sonu taakadan bir yerde vururlar kendini, idam ederler.
İşte bunun gibi Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri namazı, orucu, zekâtı, haccı hepsini bunlar mecburidir. Yapmazsan idam var arkasında, adamı idam ederler. Hiç kimsenin de kulağı duymaz senin için kimsede eksilmez, yine askerde çok.
Allahu Teâlâ böyle diyor.
Amma bir asker teskere bırakırda; muvazzaf askerliğini yaptıktan sonra, vazifesini bitirdikten sonra ben hükümetime çalışacağım dese, hükümette, harp var, harp ediyor ben evime gidip ne yapacağım, ben hükümetime hizmet edeceğim beni nere cepheye gönderirise göndersin ben hangi cephede olsa hükümetimin emrinde harp edeceğim derse, hükümet ona madalya takar. Belki yüz tane sivilden, o bir tane iyi. Yüz tane askerden, bin tane askerden o bir adam iyi.
İşte dünyada tarikat, Hak yolunda çalışmak, bu tevhid yolunda çalışmak aynı ona benzer. Fedai askerliğe benzer, fedailiğe benzer.
Hazreti Musa Aleyhisselam bir gün varmış Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleriyle Tur-i Sina’da konuşurken demiş ki; ya Rabbi, ben senin rıza-i şerifini neyle kazanırım?
Demiş ki; ya Musa, benim için ne yaptın demiş. Hele sen söyle yaptığını.
Demiş ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, haccettim, zekât verdim bilmem ney…
Bunlar hep senin için demiş, yaparsan hayrını sen göreceksin, yapmazsan şerrini sen göreceksin.
Benim için ne yaptın?
Düşünmüş, demiş ya Rabbi, sen söyle senin için ne yapmam lazımsa?
Benim için Hubbu fillah yapacaksın, Buğzu fillah yapacaksın. Yani bir adamı sev, sevmek, benim için seveceksin.
Şimdi her biriniz bir yerin adamı şimdi burada. Gelelim her biriniz bir yerin adamı, başınızın derdi ne buraya kadar gelip bu karda, bu kışta, bu soğukta, bu kıyamette ne başınızın derdi? El gibi beş vakit namazını kıldın çekil, evine otursana.
Haa! Bu işte bu Hubbu fillahtır.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor ki; benim için hubbu fillah yaptın mı? Bu, Hubbu fillah budur işte.
Her bir yerden Allah için sevip, Allah için birbirine muhabbet edip, Allah için birbirine nasihat edip, Allah için dinleyip; birisi Allah için söyler, onlar Allah için dinler, onlar ağlar, bunlar ağlar, söyler, dinler. Muhabbet bu. Allah için hubbu fillah.
O, onu canı gibi sever, o, onu canı gibi sever, Allah için. İşte hubbu fillahtır bu.
Bu, ne farz, ne vacip, ne öteki ne beriki, nafile ibadet, hubbu fillah Allah için sevmek. Amma ibadetlerin hepsinin de cevheri cevahiri budur.
Allah bizi bundan ayırmasın Rabbımız Teâlâ hazretleri, birbirimizin muhabbetimizden sevgimizden birbirimizi ayırmasın Rabbımız Teâlâ hazretleri.
Böyle olunca Hazreti Musa aleyhisselama demiş ki; sen demiş benim için hubbu fillah yaptın mı?
Bir adamı sevmek, benim için seveceksin. Sevmediğin kimseyi de benim için sevme. Haa, işte bu benim için demiş.
Şimdi nefsini, şeytanını bilmeyi bitirdik.
Gelelim ibadete;
Şimdi, amelini bilmek; Allah’ı bilmek, nefsini bilmek, şeytanı bilmek, amelini bilmek dört şeydi ya.
Geldik amelini bilmeye.
Amel; Allah için bu kadar cefa çekiyorsun, bu kadar yol söküyorsun, bu kadar ibadet ediyorsun, nafile; herkes beş vakit namazını kılıp başkasına kulak asmıyor. Sen başka fazla yapıyorsun, ediyorsun bilmem ne yapıyorsun meydanda bir şey yok değil mi?
Bunun olacağına inanmalısın. Amelini bilmek dediği bu, Onun mükâfatını alacağını bilmek.
Bununda misali var.
Nasıl?
Mesela bir çocuk mektebe giriyor, ilkokulda okuyor, ortayı okuyor, liseyi okuyor, ondan sonra üniversiteyi okuyor, yüksek tahsil sahibi oluyor. O zamana kadar kesesinden yiyip, kesesinden içip, kendinin kesesine bir kazanç girmemek şartıyla gece gündüz uyku uyumayıp çalışıyor.
Maksat ne?
Eğer bu sonunda kendisi tam diplomasını eline aldıktan sonra hükümet onu bir işin başına koyacağını aklı kesmese o orda çalışamaz. Amma ona inanıyor ki; muhakkak ben buradan diplomamı alıpta tamamen ben mektepten çıkıpta artık mezun olduğum zaman hükümet, beni bir vazifeye koyacak diye inanıyor.
Orda da bir yüksek maaşla gireceğini biliyor. Bir yüksek maaşa sahip olacağını biliyor. İnsanda Allahu Teâlâ’ya bundan daha ziyade güvenmeli.
Bu yolda çalışan adam, Allah yolunda sen zikirle, ibadetle, taatle elinden geldiği kadar helal kazanıp, helal yiyip, doğru olarak çalışıp, Rabb’ıyın yolunda çalışırsan, kimseye zararın, ziyanın olmayaraktan, kimsenin boynuna yük olmayıp, kimseye ağırlık yapmayıp, bu yolda Cenâb-ı Hakk’ın rızasında çalışırsan muhakkak bir gün olacak.
O çocuk nasıl diplomasını aldığı gibi seninde diplomanı verecek, seninde mükâfatını seni bir iş başına koyacak. Buna da muhakkak inanmalı muhakkak inanmalı.
Bu dört şeye hakkıyla inanmak lazım; birinci, Allahu Teâlâ’ya; Allahu Teâlâ’ya sen boynunu büküp yalvardın mıydı yapamayacağı bir şey yok. Ne olsa onu yapar. O’nun karşısında bir şey, onun karşısında meçhul yahut ki muhal bir şey yoktur.
İkincisi nefis; nefsin ne kadar zalim olup, daima seni yolundan geri koyan nefsin olduğunu bilmektir. Nefsini terbiye edip nefsini aç, nefsini zalimlikten çekip onu zaptu raptedip bağlamaktır.
Üçüncü şeytanını bilmek; şeytanda, o dediğim gibi hileli hileli yollardan gelir, desiseli dubaralı yollardan gelir, seni daima zikrullahtan ayıracak şeyler yapar. Hiçbir şey etmese şurada dururken bir hadise çıkarır.
Şimdi mesela şurada oturuyoruz, birde bakarsınki bir konuşuk çıkarır; konuşuğun içinde onu körükler, ona biraz şunu söyletir, ona bunu söyletir, o yükselirken, bu yükselirken maksat ney?
Zikrullahı unutturacak. Zikri unutturacak.
Sen, ikide bir Allah’ın zikrine dönmelisin. Şeytan, bana unutturdu deyip tövbe esteğfirullah ya Rabbi, sen beni affet, sana sığındım Allah’ım, şeytan bana unutturdu deyi.
Ariflerin cezası neymiş?
Ariflerin günahı; zikirden boş kaldığı saat imiş, anlatabildim mi?
Anlatamadım.
Yani anlayan anlarda şimdi mesela arifler; herkesin kendine göre başka suçu var her birinin, tövbe istiğfar eder fakat arif olanlar, ne zaman ki zikirden boş kaldığı zamanı kendi kendine büyük günah sayarlarmış. Eyvah dermiş; şu kadar zaman boş kaldım bak.
Kendi dilinden, kalbinden boş kaldığı zamanı hata sayar, günah sayar. Ariflerin günahı oymuş.
Rabbımız Teâlâ hazretleri din-i İslam’a nusrat versin, cümlemize selamet versin, âmin.
Elhamdulillahi Rabbi’l-Âlemin vesselatu vesselamu ala resulina Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
Allahümme âmin, ya Mucibe’s-Sailin veya Hayra’n-Nasırin veya ze’l-Kuvveti’l-Metin veya erhame’l-Mesakin veya erhame’r-Rahımin veya Halika’l-Âlemin. Allahümme ya halika’l-Levhi ve’l-Kalem veya Caile’n-Nuru ve’z-zulem veya Rabbe’l-Kabeti ve’l-Medineti’l-Münevvereti ve’l-harem neccina min külli hemmin ve ğammin ve afatin ve belain ve elem. Bi hürmeti seyyidi’l-arabi ve’l-acem. Seyyidina ve Mevlana Muhammedin sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem. Allahümme âmin. Allahümme inni es’elüke imanen daima ve es’elüke kalben haşia ve es’elüke ilme’n-nafia ve es’elüke yakînen sadıka ve es’elüke dinen kayyima ve es’elüke’l-afiyete min külli beriyye ve es’elüke temame’l-afiye ve es’elüke’d-devame’l-afiye ve es’elüke şükre ale’l-afiye ve es’elüke’l-ğına ani’n-nas bi rahmetike ya erhamerrahimin. Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammed. Allahümme inni es’elüke min Hayri ma seeleke minhü abdike ve nebiyyike Muhammedün Resulullahi sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem ve euzubike min şerri mesteazeke minhu abdike ve nebiyyike Muhammedün Resulullah, sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem. Ve ente’l-müstean ve aleyke’t-tükelan vela havle vela kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim. Uhcübna ani’l-kavmi’z-zalimin, bi kudretike ya Kaviyyü ya Metin, ya erhamerrahimin bi kenestain. Uhcübna ani’lkavmi’z-zalimin bi kudretike ya Kavuyyü ya Metin ya erhamerrahimin bi kenestain. Uhcübna ani’l-kavmi’z-zalimin bi kudretike ya Kavuyyü ya Metin, ya erhamerrahimin bi kenestain. Allahümme ya sabika’l-Ğavs veya samia’s-Savt veya kâsiye’l-Izame lahmen ba’de’l-mevt, ağisna ve ecirna min khızyı’d-dünya ve azabi’l-ahire. Vela havle vela kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim.
Ya erhamerrahimin, izzin celalin hakkı için, kudretin kemalın hakkı için, vahdaniyetin, ferdaniyetin hakkı için, azameti kibriyan hakkı için. Ya erhamerrahimin, ya Allah, Habibin hürmetine dertlilerimize deva ver, hastalarımıza şifa ver, borçlularımıza eda etmek nasibeyle Ya Rabbi. Din-i İslam’a nusrat ver, ehl-i imana kuvvet ver, ümmet-i Muhammed’e selamet ver.
Habibin hürmetine cümlemizin günahlarımızı affı mağfiret eyle ya Rabbi. Lütfü in’amınla ihsanını ihsan eyle ya Rabbi.
Habibin hürmetine bizleri iki cihanda aziz eyle.
Korktuklarımızın cümlesinden hıfzeyle. Umduklarımızın cümlesine nail eyle bizleri ya Rabbi. Din-i İslama nusrat ver ya Rabbi. Şeriat-ı Muhammediyeyi güneş gibi parlat ya Rabbi. Habibin hürmetine analarımızı, babalarımızı affı mağfiret eyleyip cenneti cemalınla cümlemize ikram eyle ya Rabbi. Ya Rabbi, kelime-i Tevhidin nuruyla kalblerimizi münevver eyle ya Rabbi.
Gurbiyyet-i ilahiyene vasıl olanlardan eyle. Cemal-ı Pakini görenlerden eyle ya Rabbi. Ya Rabbi, Habibin hürmetine muradı maksutlarımıza nail eyle ya Rabbi.
Ya Rabbi, Habibin hürmetine hüccac-ı müslimine berren ve bahren selametler ver, gidenlere tekrar gitmeyenlere angaribi’z-zeman helal mal ile ziyaretler ihsan eyle ya Rabbi. Habibin hürmetine dualarımızı kabul eyle ya Rabbi. Âmin, ya Muin ve selamün ale’l-mürselin ve’l-hamdülillahi Rabbil âlemin el-fatiha.
[1] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.226/5. Münavi, Feyzü’l-Kadir, c.4.s.461/5975 (Mısır).
[2] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.226/5. Münavi, Feyzü’l-Kadir, c.4.s.461/5975 (Mısır).
[3]Ramuze’l-Ehadis, c. 1, s. 240/11.
[4]Gunyetü’t-Talibin c.1.s.155 (Osmanlıca baskı)-c.1.s.143(Beyrut), İmamı Suyuti ed-Dürerü’l-Mensûre s.125/245. Hatibi Bağdadi tarihi Bağdadi c.13.s.523/7345(Beyrut), Camiu’s-Sağir c.4.s.511/6107.
[5] Bakara Suresi, 2/38
[6] Bakara Suresi, 2/257
[7] Maide Suresi, 5/91
[8] Maide Suresi, 5/91
[9] Taberani, el-Kebir, c. 22, s. 154/413 (Musul). Ramuze’l-Hadis, c. 2, s. 405/4. Kenzü’l-Ummal, c.1.s.446/1924. İbni Asakir, Tarihi Dımışk, c.4.s.286/1050-1051. Ebu Nuaym, Marifetü’s-Sahabe, c.5.s.2729/6514. Berikatü Mahmudiye fi Şerhi Tarikati Muhammediyye c.3.s.162.
[10] Nisa Suresi, 4/142
[11] Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsat, c. 7, s. 86/6931, Deylemi, el-Firdevsü bi Me’suru’l Hıtab, c. 3, s. 564/5768 (Beyrut), C. Sağir Muhtasarı, c. 3, s. 338.
[12] Kenzü’l-İrfan, 1001 Hadis, s. 45/254. İbni Mace, Sünen, c.1.s.1249/3800. Nesai, Amelü’l-Yevmi ve’l-Leyleti, s.480/829. (Beyrut). İbni Hıbban, Sahih, c.3.s.126/846 (Beyrut). Hakim, el-Müstedrek, c.1.s.676/1834 (Beyrut). Beyhaki, Edeb, s.293/716 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman, c.6.s.213/4061. Tirmizi, Sünen, c.5.s.325/3383 (Beyrut). Nesai, Sünenü Kübra, c.9.s.306/10599 (Beyrut).
[13] Necm Suresi, 53/39