HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 1 (SALAVAT-I ŞERİF) - (BAHRU'L-VEFA)

 

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 1

1. Sohbet: SALAVAT-I ŞERİF

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti: (28.04.1992)

 

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَالصَّلٰاةُ وَالسَّلٰامُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ وَ بَارِكْ عَلٰٓى أَشْرَفِ مَخْلُوقَتِكَ سَيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ وَ بَارِكْ عَلٰٓى أَشْرَفِ مَخْلُوقَتِكَ سَيِّدِنَا وَ نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ وَ بَارِكْ عَلٰٓى أَشْرَفِ مَخْلُوقَتِكَ سَيِّدِنَا وَ نَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ين

Cenâb-ı Hak Teâlâ ve tekaddes hazretleri ayet-i kerimede:

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri bu ayet-i kerimesinde:

 اِنَّ اللّٰهَ muhakkak Allah’ta وَمَلٰٓئِكَتَهُ meleklerde salatu selam ederler. يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ey Allah’a iman ettim diyen kimseler, sizlerdeوَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا  صَلُّوا عَلَيْهِ sevgili Habibim Muhammed Mustafa’nın üzerine salât ile selam eyleyin. Salâvat getirin.[1]

Bütün ehl-i imana vacib oluyor.

Buna karşı eski peygamberlerimizde, geçmiş olan peygamberlere bu şeref nasip olmamış. Onlara ya Musa, ya İsa, halilim, keliymullah söylendiyse de bütün umum meleklere ve bütün umum nasa denilmemiş ki; sizde şu peygamberin üzerine salâvat getirin denilmemiş. Ancak bizim peygamberimize Cenâb-ı Hak bu dereceyi vermiş ki, kendisi melekler ve bütün ehl-i imana O’nun üzerine salâvat getirmeyi emrediyor.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz de buyuruyor ki;        

مَنْ صَلَّى علَيَّ ف۪ي يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةً قَضٰى اللّٰهُ لَهُ مِائَةَ حَاجَةٍ سَبْع۪ينَ مِنْهَا لِآخِرَتِه۪ وَثَلٰاث۪ينَ مِنْهَا لِدُنْيَاهُ

“Her kim bana yevmiye gün huzur-u kalb ile yüz kere salâvat-ı şerife getirirse Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri o kimsenin yüz hacetlerini reva eder. Yetmiş hacetleri ahret hacetlerinden, otuz hacetleri de dünya hacetlerinden.”[2] Dünyavi, uhravi işlerini denkleştirir, kolaylaştırır. Hepsini kolay bir hesaba getirir.

مَنْ صَلَّى عَلَىَّ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مِئَةَ مَرَّةٍ لَمْ يَفْتَقِرْ اَبَداً

“Yevmiye gün bana her kim huzur-u kalb ile beş yüz salâvat-ı şerife getirirse yemin ederim ki o kimsenin iki dünyada hor, hakir olmayıp iki dünyada aziz, yüksek adam olacağına yemin ederim.”[3]

“Her kim yevmiye gün bana bin salâvat-ı şerife getirirse

حَرَّمَ اللّٰهُ جَسَدَهُ عَلَى النَّارِ       

Allah o kimsenin cesedini cehennem ataşına haram eder”[4] diyor.

Bu ayetlere, bu hadislere karşı Allah’ı sevenler, Allah’ın dostu olan peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimize çok salâvat getirmeye yüklenmişler. Müşkülleri hallolmuş, sıkıntıları def olmuş, çözülmeyen düğümler çözülmüş.

  Bir, salât-ı nariye var. O salât-ı nariyeyi bir kimse harb zamanlarında ve sıkıştığı zamanlarda ve gökyüzünden yağmur kesildiği zamanlarda, düşmanlara galib geleceği zamanlarda bu salât-ı nariyeyi dört bin dört yüz kırk dört (4444) adet huzur-u kalb ile çekilirse bi-iznillah müşküller hallolur, çözülmeyen düğümler çözülür. Cenâb-ı Hak O’na getirilen salâvat-ı şerif hürmetine gökyüzünden yağmur rahmetini eksik etmez.

 

SALAT-I NARİYE

اَللّٰهُمَّ صَلِّ صَلَاةً كَامِلَةً وَسَلِّمْ سَلَامًا تَامًّا عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِنِ الَّذ۪ى تَنْحَلُّ بِهِ الْعُقَدُ وَتَـنْفَرِجُ بِهِ الْكُرَبُ وَتُـقْضٰى بِهِ الْحَوٰٓائِجُ وَتُنَالُ بِهِ الرَّغٰٓائِبُ وَحُسْنُ الْخَوٰاتِمِ وَيـُسْتَسْقَى الْغَمَامُ بِوَجْهِهِ الْـكَر۪يمِ وَعلٰى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ ف۪ى كُلِّ لَمْحَةٍ وَنَفَسٍ بِعَدَدِ كُلِّ مَعْلُومٍ لَكَ

Bu salavat-ı Şerfenin manası:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ صَلَاةً كَامِلَةً وَسَلِّمْ سَلَامًا تَامًّا

Allah’ım, O Senin sevgili, dostun, habibiyin üzerine, nebimiz, ahir zaman peygamberi Muhammed Mustafa’nın üzerine sen bizlere hidayet eyle öyle bir salâvat olsun ki; kâmil bir, mükemmel bir salâvat olsun.   

عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِنِ الَّذ۪ى تَنْحَلُّ بِهِ الْعُقَدُ وَتَـنْفَرِجُ بِهِ الْكُرَبُ

Ya Rabbi, Senin ind-i ilahiyende o şerefli habibin peygamberimiz Muhammed Mustafa öyle bir yüksek derece sahibi ki; O’na getirilen salâvat-ı şerifeler üzerine sen düşmüş olduğumuz maddi, manevi sıkıntılarımızı def edersin. Maddi manevimüşküllerimizi halledersin. 

وَتُـقْضٰى بِهِ الْحَوٰٓائِجُ وَتُنَالُ بِهِ الرَّغٰٓائِبُ

O’nun yüzü suyu hürmetine ve O’na hulusu kalb, huzur ile getirilen salâvat-ı şerifeler hürmeti için bizim ve bütün yaratılmışların havaic-i asliyemiz ki; yani, maişetlerimizi O’nun yüzü suyu hürmetine temin edersin ya Rabbi. 

وَحُسْنُ الْخَوٰاتِمِ

O’na huzur-u kalb ile çok salâvat-ı şerife getiren kimseleri O’nun yüzü suyu hürmetine ahir nefeste güzel bir hıtamla;ahir nefeste ahrete imanla yolcu edersin.

وَيـُسْتَسْقَى الْغَمَامُ بِوَجْهِهِ الْـكَر۪يمِ

O sevgili habibin, peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yüzü suyu hürmetine ve O’na getirilen; edep ve erkân, huzur-u kalb ile sevgi, saygı ile getirilen salâvat-ı şerifeler hürmetine, sen, gökyüzündeki bulutlara sakkalık yaptırırsın. Yağmurları, rahmeti onlara yükleyip münasip gördüğün araziler üzerine bulutlar sakkalık yapar, rahmet-i ilahi indirir, O’na getirilen salâvat-ı şerife hürmetine.

وَيـُسْتَسْقَى الْغَمَامُ بِوَجْهِهِ الْـكَر۪يمِ

O’nun yüzü suyu hürmetine Sen bulutlara sakkalık yaptırırsın.

 وَعلٰى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ ف۪ى كُلِّ لَمْحَةٍ وَنَفَسٍ بِعَدَدِ كُلِّ مَعْلُومٍ لَكَ

Ya Rabbi, öyle bir kâmil, Senin meth ve sena ettiğin en sevgili Habibin ve O’nun âline ve ashabına öyle bir salâvat-ı şerife olsun ki; senin ind-i ilahiyende ya Rabbi, yaratılmış olan yerde, gökte, denizde, karada, bütün yaratılmış olan mahlûkatınind-i ilahiyende sayısı belli olan mahlûkatın gözlerinin kapaklarının inip kalktıklarının sayısınca salâvat olsun ya Rabbi.  

 وَنَفَسٍ bütün yerde, gökte yaratılmış olan ind-i ilahiyende sayısı adetleri sana belli olan mahlûkatın alıp verdikleri nefeslerin sayısınca salât ile selam olsun.  

Allah, O’na salâvat getirmeyi, gayretini, sevgisini, muhabbetini, aşkını versin. Manen ruhaniyetinden gıdalanmayı da ihsan etsin.

Salâvat-ı şerifelerimizi de huzur-u kalb ile edep ve erkânıyla, saygı, sevgi ile kâmil bir salâvat getirmeyi nasip etsin Cenâb-ı Hak.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz, ashabların içinde otururken dedi ki; “minberi hazır edin de biraz konuşma yapacağım.”

Minberi hazır yaptılar. Ayağını birinci basıma basınca âmin söyledi. İkinciye bastı âmin, üçüncüye bastı âmin dedi.

  Konuştuktan sonra inince sahabeler sordular. “ya Rasulallah, her basıma basınca bir âmin söyledin bundaki hikmet neydi?”

Buyurdu ki “birinci basıma ayağımı basınca Cebrail aleyhisselam geldi dedi ki; “ya Muhammed, (Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala âli Muhammed) bir toplum, bir yerde, bir cemaatte senin ismin anılıp, senin ismin söylenince sana saygı, tazimle salâvat getirmeyen kimseler Allah’ın rahmetinden mahrum olsun” dedi. Ben de âmin dedim” diyor.

İkinci basıma basınca dedi ki “ya Muhammed! Ramazan ayı girip ramazan ayının içinde ne kadar büyük küçük günahkâr olan kimseler var ise büyük ve küçük günahlarını ramazan ayı gelip de bu ayın içinde günahlarını istiğfarla sildirmeyenler, günahlarını affettirmeyen kimseler Allah’ın rahmetinden mahrum olsun” dedi. Ben de âmin dedim” diyor.

Üçüncü basımda dedi ki “ya Muhammed! Bir kimsenin anası babası yaşlandı ihtiyar oldu; her yönden bakımı da evladın eline kaldı. O şekilde ana baba ihtiyar olup her bakımı da evladın eline kalan bir evlat, öyle bir zamanda hizmet etmeyip de cenneti kazanamayan o evlatlar, Allah’ın rahmetinden mahrum olsun” dedi. Bende âmin dedim” diyor.

İşte Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerine hakkıyla mü’minler, Peygamberimizi hakkıyla sevip dost olmak isteyenler, salâvat-ı şerifeye edeb ve erkânla, huzur-u kalb ile çok yüklenmişler. Maddi manevi sıkıntıları gitmiş, müşküller hallolmuş.

 

İmamı Azam Efendimizin Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Olan Aşkı

İmamı azam efendimiz, o kadar olduğu halde ne kadar saygı, tazim göstermiş ki; dini mektepte çocuklar okuturdu, talebeler yetiştirirdi. Kendinin dini mektep dış duvarında çocuklar oyun yaparlar, oynarlardı oyun çocukları. Kendi içerde talebelere ders verirken üç sefer ayağa yekindi, dineldi. Böyle el döşe koyup kıyam gösterdi bir müddet, tekrar geri oturdu.

Üç sefer böyle yaptı.

Talebeler hikmetini sordu; “hocam dediler birden bire ayağa kalktın kıyamda durdun el döşte, biraz sonra yine böyle. Bunda hikmet ne idi?”

“Şu toplum içinde oynayan çocuklar var ya dedi duvarın dışını gösterdi, caddede. “Şu filanca çocuk evlad-ı rasulden gelme” dedi. “Okul kapısının ağzına gelince Rasulullahın hürmeti için saygı göstermeye mecbur kalıyorum” dedi.

Daha oyun çocuğu!

O kadar bağlanmışlar peygamberimize.

Bir gün hacının bir tanesi burada peygamber efendimize çok aşkı, ateşi, saygısı fazla galebe çaldığından duramıyor. Borç ediyor. Kendinin borcu olduğundan başka bir de hac borcu yapıp yüz altın borcun altına giriyor. Eski borç, sonraki borç. O ateş ile o zevk ile peygamberimize azmediyor.

Varıyor, Beytullah’ı ziyaret yapıp Medine-i Münevvere’ye geliyor. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin ravzasını ziyaret yapıyor, muradı hâsıl oluyor amma borçlulukta zor.

Allah bütün din kardeşlerimizi borcundan halas etsin, müşküllerini halletsin. Çok ağır bir yük, huzuruna mani oluyor.

Evet, bu ziyaretleri vardı ziyaret yaptı, muradı hâsıl oldu amma memlekete dönecek, ağır bir yük, borç sıkıntısı üzerinde.

Bir gün, artık sabaha karşı mı ne zaman bir fırsat bulup ravza-i Mutahhara’da peygamber efendimizin ravzasında bir tenha vakit buluyor, varıp o gümüşten belbet var Ravza-i Mutahhara’da, o belbetlerden yapışıyor, boynunu büküyor. “ya Rasulallah, beni senin ateşin, senin sevgin, aşkın durdurmadı bu hale geldim. Yüz altında borcum var. Sırf senin ateşin, aşkın beni bura getirdi. Bunu da sırf sana ben haber veriyorum ki ya Rasulallah, benim bu yüz altın borcumu sen ver.”

Böyle ağıtla boyun bükerekten müracaat ediyor. Oradan edeple böyle yine geri çekilip gelip bir köşede biraz kafasını yere koyup, böyle edeble uzanıyor tenha bir yerde.

Uykuya dalmasında bizzat peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimiz rü’yasında geliyor.

Rü’yasında diyor ki; Medine’nin, şehrin filanca mevkiinde imamı Azam geldi, çadırın içinde oturuyor, dokuz gün oldu bura geleli. Hayâsından, edebinden çadırın içinden dışarı çıkamıyor. Bizzat bizden izin olmayınca gelemiyor buraya. Git, O'na selam söyle İmamı Âzam’a, artık gelsin bize, senin yüz altın borcunu da versin. Eğer buna tereddüt yapacak olursa sen O'na de ki; O, her gün benim ruhuma, bana beş yüz salâvat getirirdi, her gün ara vermeden. Bu günkü göndereceği salâvatı unuttu. Sen, O'na haber ver. O, söylersen bilir” diyor.

Hacı uyanıyor amma içi, dışı bir aşk, bir feyz-i ilahi, rahmet-i ilahi, nur dolmuş. Artı sabaha kadar ağıt, öyle bir halle geçiyor.

Sabahleyin güneş biraz doğduktan sonra peygamber efendimizin tarif ettiği Medine’nin o mevkiine gidiyor.

Varıyor ki orda çadır bir tane değil, çadır çok, birkaç tane var. Selam veriyor, diyor burada imamı azam varmış, hangisi o?

Diyorlar ki şu çadır.

Çadırın ağzına varıyor ki içerde edeble, saygıyla, böyle huzurlu oturuyor.

Selam veriyor.                     

Ve aleykümü’s-selâm.

Diyor ki, imamı azam sen misin?

Evet, benim diyor.

Diyor ki, sana Rasulullahın selamı var. Benim yüz altın borcum vardı. Git, imamı azam filanca mevkide çadırın içinde oturuyor, dokuz gün oldu hayâsından, edebinden bura gelemiyor bizden izin olmayınca. Artık bura gelsin, senin yüz maden altın borcunu da versin. Buna eğer tereddüt yapacak olursa o her gün bize ara vermeden beş yüz salâvat-ı şerife gönderirdi. Bu günkünü göndermedi. Sen söylersen O bilir dedi.

Hakikaten de o günkünü unutmuş imamı azam efendimiz.

Cenâb-ı Hak maddi manevi zenginliği de vermiş.

Allah, cömert zenginlerden etsin.

Hemen çıkarıyor o hacıya O’nun aşkına yüz altını, al bakalım diyor.

Hacı alıyor, Allah’a ısmarladık, dönüyor, şöyle birkaç adım yürüyünce imamı azam efendimiz tekrar çağırıyor.

Gel hele diyor, dur falan diyor, gel bakalım gel.

Buyur diyor.

Diyor ki, Rasulullahı nasıl gördün? Rasulallah sana ne dedi? Tekrar başlatıyor.

Tekrar başından gene geri nihayetine kadar söylettiriyor, yüz altın yine veriyor.

Gidiyor bir müddet, yine çağırıyor.

Gel hele bakalım gel. Rasulullahı nasıl gördün? Nasıl, ne dedi?

Hülasa beş sefer söyletmesinde her söyletmeye yüz altın veriyor.

Böyle âşık olmuşlar.

Onların hürmetine Cenâb-ı Hak, O’nun saygısını, sevgisini, muhabbetini versin.

Bu mevzu açılmışken peygamberimizin vasıflarından biraz Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği kadar anlatalım inşaallah.

Cenâb-ı Hak Teâlâ ve tekaddes hazretleri hadis-i kudsisinde şöyle buyuruyor:

كُـنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَاَحْبَبْتُ اَنْ اُعْرَفَ فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, “ben gizli, bilinmez bir hazine idim. Beni bilen tanıyan kimse yok idi. İstedim ki bilineyim. Benden bir sevgi zuhur etti. Benden zuhur eden sevgiden kendi nurumdan bir nur ayırt ettim.[5] Kendi nurumdan ayırt ettiğim nurdan ahir zaman nebisi Muhammed Mustafa’nın nurunu halk ettim.[6]

Onun için sahabeler sordular peygamber efendimize ya Rasulallah,

أَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ

Dediler ki ya Rasulallah, Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri en evvel neyi halk etti.

خَلَقَ اللّٰهُ نُورَ النَّبِيِّكُمْ

“Allah en evvel sizin nebinizin nurunu halk etti.”[7]  

İlk defa kendi nurundan Cenâb-ı Hak, peygamberimizin nurunu, peygamberimizin nurunun bir kısmından yer, gök, arş, kürs, levhü kalem, varlığı halk etti peygamberimizin nurunun bir kısmından. Bir kısmından peygamber efendimizin ruhunu yarattı.

Öyle bir ruh ki; ayakları diyor tahte’s-serada. Mübarek başı yedi kat semadan yukarı arş-ı âlâ’dan yukarı, öyle bir mübarek ruh. Bütün insanların ruhlarımızı da O’nun ruhundan halk etti.

İnsan şöyle bir yaratılış, hakikatte ruhaniyetini düşünecek olsa ne kadar yüksek yerden süzülmüş gelmiş. Amma ne yazık ki insan bu kadar derece, bu kadar yüksek yerden ayrılıp gelip de kendini şu âlem-i süfliyete, hayvan sıfatıyla mezara gidiyor.

Allah korusun ümmet-i Muhammedi.

Çünkü hayvaniyet usulünde yaşadığı için, insaniyetini bıraktığı için, Allah’ın verdiği emanetleri bıraktığı için, mel’un şeytanın bir kuru ığvasına kapıldığı için, zalim nefsin havasına uyup onun esiri olduğu için, emanetleri çürütüp hayvan sıfatında mezara gidiyor.

Allah muhafaza buyursun Cenâb-ı Hak.

Bu şekilde bütün insanların ruhlarının babası peygamberimizin ruhu oluyor.

اَبَا الْاَرْوَاحِ 

Ebe’l-Ervah.

İki yüzden fazla ismi var. İsminin biriside ebe’l-Ervah, ruhlar babası demek.

Âdem babamız, cesette, ceset babamız Âdem babamız oluyor. Ruha gelince peygamberimiz, ruhlarımızın, O’nun ruhundan yaratıldığı için Âdem babamızın ruhunun bile babası, peygamberimizin ruhu oluyor.

Ebe’l-Ervah, ruhlar babası.

Bu şekilde Cenâb-ı Hak Teâlâ O’nun ruhaniyetini yaratmış. Bütün ruhlar O’nun ruhaniyetinden halk olunmuş.

İşte peygamber efendimiz buyuruyor ki;

كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلٰى فِطْرَةِ الْاِسْلٰامِ

Bu kanaldan geldiği için Cenâb-ı Hakk’ın nurundan peygamberimizin nuru, peygamberimizin nurundan peygamberimizin ruhu, peygamberimizin ruhundan bizim ruhlar, buradan ayrılmış süzülmüş gelmiş.

 كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلٰى فِطْرَةِ الْاِسْلٰامِ

“bütün anadan doğanlar İslam üzerine doğar”[8]  diyor.

Küllü, bütün dünya yüzünde Rusyası, Amarikası ne ki devlet, millet, insan varsa hepsinden doğanlar İslam olaraktan doğar diyor. Çünkü o temiz ruh.

Ne zaman vücut, artık buluğ çağına gelir, artık irade direksiyonu eline geçer, aklı, zekâsı, endamı ona ihtarlar, ikazlar da duyurttuğu kadar Cenâb-ı Hak ondan sonra deftere tabi oluyor.

 

CEBRİ MEZHEBLİLERE CEVAP

Burada cebri mezheblilerin itikadını tard ediyor bu. Ayetler var, hadisler var.

Cebri mezheblilerin yanlış itikadlarınca; ruhlar yaratıldığında cennetlik mi cehennemlik mi hepsi orada yazılmış, çizilmiş, sen burada çalışsan da çalışmasan da ezel-i ervahta senin anlına, ruhuna ne yazıldıysa burada o gelecek.

Buradaki senin hayra gittiğinde evvelki yazı üzerine gidiyorsun, şerre gittiğinde evvelden bu takdir olunmuş diye böyle hâşâ Allah’a suç yüklerler.

Allah zalim mi?  Kullarına adalet sahibi değil mi?

Öyle olsa bir çocuk ana rahminden dünyaya günahla gelir.

Yok, günahsız geliyor buluğ çağına gelene kadar.

رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلَاثٍ عَنِ الصَّبِيِّ حَتّٰى تَحْتَلِمَ وَالْمَجْنُونِ حَتّٰى اٰفَاقَ وَالنّٰۤائِمِ حَتّٰى تَيَقَّظَ

“Ümmetimin üzerinden diyor peygamber efendimiz, Cenâb-ı Hak üç günahı kaldırdı.

Birinci; çocuk, ana rahminden dünyaya gelip buluğ çağına gelene kadar günah yok onun için.

İkinci; uykuya yattılar, uyanıncaya kadar günah yok.

Üçüncü; şu bayılanlar var; cin tutup bayılanlar var, mecnunlar var, ayıkıncaya kadar günah yoktur”[9] diyor.

Burada cebri mezheblerin bütün her şeyi hâşâ şeytan mezhebi; Allah’ın üstüne yüklerler.               

وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ

Allah buyuruyor ki, “Allah kullarına zulüm değil, zulümden beridir.”[10]

فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

“Mahşer yerine gelip toplandığınız zaman hiçbir kimseye zulüm yoktur. İlla her fert kendi eliyle seve seve takdim ettiklerinin karşılığını bulur.”[11]

 ظَهَرَ الْفَسَادُ

“Zuhur eden fesatlar”

 فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ

“Karada, denizde zuhur eden fesatlar” benim size durup dururken takdir, yazdığım değil.

بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ

“Nasın kendi elleriyle seve seve kisbettiklerinin (kazandıklarının) karşılıklarıdır.”[12]

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَآءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا

Bir kimse, her kim gayretini, himmetini; Allah serbest kılıyor, şeytanda ığva var, cebir yok. Cenâb-ı Hak, güç kuvvet veriyor, irade-i cüz’iyeyi kulun eline veriyor.

“Her kim iradesini, himmetini, gayretini, Allah’ı ahreti bırakır yalınız dünyaya harc ederse; kendisine verilen hayatını, iradesini, güç kuvvet, gayretlerini, himmetlerini yalınız dünyaya harc ederse, ahret tarafından büsbütün kapanmış, Allah’a ibadet, itaat, hizmet yok, bu kimselere Cenâb-ı Hak dilediği kadar yine dünyalıklarını verir. Ahretteki ebedi sonsuz servetlerinden, saadetlerinden mahrum eder, onlara vaad olunan azab-ı ilahiyeye giriftar olurlar.”[13]  

وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا

“her kim himmetini, gayretini, iradesini helal yönden gereği kadar dünyasına Allah’ını da unutmayaraktan, ibadet, itaatinden ayrılmayaraktan çalışırsa dilediği kadar Cenâb-ı Hak dünyasını verir, ebedi hayat olan ahretteki vaad olan nimetlere, cennetlerine, hurilerine de veresci eder o kimseyi”[14]  diyor.

Burada irade-i cüziye var kulun elinde. İrademizi iyiye kullanacağız. O irade, bizim elimize verilmiş ki mahşer yerine varıldığı zaman kul, kendi hayrını, şerrini, kisbini (kazancını) kendi eliyle toplamış oluyor.

İrade-i külliye, Allah’ın. İrade-i cüz’iyeyi kulun eline veriyor. Burada irade-i cüz’iye olmasa Allah’ın üstüne yüklersin. İrade-i cüz’iyeyi kulun eline veriyor.

Ebu cehil kâfir, bir gün eline bir salkım üzüm aldı, geldi peygamber efendimizin karşısına, dedi ya Muhammed, (Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed) bu üzüm benim rızkım mı? Rızkım değil mi? Şu üzüm benim rızkım mı? Rızkım değil mi?

Peygamber efendimiz dese ki, bu üzüm senin rızkın dese yere atıp tepeleyecek. Rızkın değil dese yiyecek.

Peygamber efendimiz cevap verdi ki, bu elindeki üzüm ne zaman senin kalbinden niyetin bu üzümü yememek niyetinde durduğun müddetçe bu senin rızkın değil. Ne zaman içinde niyet karara geçersin, yemeye karar verir, elinle de bunu yemeye başlarsın Allah o zaman sana rızk eder.

Hayır, şer de bunun gibi. İradeyi madem bizim elimize vermiş. Şu daktilo makinesini karşına koy, hiç birisine basmazsan hiçbir şey çıkmaz. Hangi harfe basarsan z’ye bas, bak karşına z çıkar. P harfine bas p çıkıyor.

İrade-i cüz’iyeyi bizim elimize verdiği için biz irademizde serbest olduğumuzdan niyet yapıp hayır işe yöneldik, Allah hayır yazdı. İradeyi niyet kararıyla şerre yöneltiyorsun, şer, o zaman yazılıyor. Yoksa evvelden değil.

Kul, ne zaman niyet karara geçer, niyet ile karara geçtiği işinde sebebinde fiilini yapar, Allah’ta onu o zaman icad eder. Sen onu yapmadığın müddetçe Allah sana onu icad etmez.

Allah, inanç itikadlarımızı ehl-i sünnet itikadını bilip ona yapıştırsın. Çünkü

    سَتَفْـتَرِقُ اُمَّت۪ى ثَلٰثَ وَسَبْع۪ينَ فِرْقَةً كُـلُّهُمْ فِى النَّارِ اِلَّا وَاحِدَةً

Diyor. “Benim ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi cehennemi boylayacak. İlla bir fırkası kurtulur.” 

Kurtulan fırkayı sordular “ben ve ashablarım biz ne itikadta ne amelde isek bizi takip edenler. Onun dışına çıkanlar dalalet fırkasıdır [15] diyor.

Bu gün o kadar yetmiş iki tane bozuk mezhebler kuruldu, kitaplar yazdılar, içtihatlarını yerleştirdiler halen devam edip gidiyor.

Allah o bozuk mezheblerin tuzağına düşürmesin ümmet-i Muhammedi.

 

AHİRET İÇİN ÇALIŞMA

Tekrar Allah’a tevekkül, güvenç, inanç yönlerini bize Cenâb-ı Hak talim buyurup kuvvetleştirsin.

Hazreti Ömer radıyallahu Teâlâ anhu hazretlerinin neslinden gelen Ömer ibni Abdu’l-Aziz hazretleri öyle buyuruyor;

      اِعْمَلُوا لِاٰخِرَتِـكُمْ اِتَّـبِعُوهَا دُنْـيَاكُمْ

“eğer siz, Allah’a imanla beraber hulus-u kalb ile vazifenizde ikhlaslı, verdiği emanetleri gayr-i meşru yollardan tutarak,Allah’a ibadet yönüne çalışır, Allah’a ibadetinizi, ahretinizi ön plana getirir, buraya hakkıyla yapışabilirseniz dünyalığınız arkadan ahretin arkasına takılıdır”[16] diyor. Dünyalık gelecek diyor.

Onlar, bu inançla çalışmışlar, Allah’ta vermiş onlara. Şu, o kadar elli altmış tane vagon var trenlerin arkasına takılı, en öndeki motura takıldı mıydı hepsini çekip gidiyor.

Sizde itikad, ibadet yönünden, tevekkül yönünden Allah’a olan hizmetlerinizi, ahrete olan hizmetleri aksatmaz, buna iyi yapışabilirseniz Allah’a, ahrete, dünyalığınız ahrete takılı gelecek arkadan diyor.

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri de bir hadis-i kudsisinde böyle buyuruyor:

يَا دُنْـيَا اُخْدُم۪ى مَنْ خَدَمَن۪ى

“ya dünya kullarımın içinden bana huzur-u kalb, hulus niyet ile bana hizmet eden kullarıma sende onlara hizmet et”[17] diyor.

İşte bunu, peygamberlerimizin önceleri çok fakirlikten yetişmiş. Evliyalar, büyük pirlerimiz önleri fakirlikten yetişmiş.

İmamı Azam efendimiz Küfe’ye geldiğinde ayak yalın, baş açık, bir gece kondu evi zor yaptı. Allah’a, dine, İslamiyet’e, Allah’ın kullarına hasbetenlillah çalıştığı için sonunda servetinin sayısı bellisiz oldu.

Cenâb-ı Hak verdi. İki dünyanın servetini verdi. Asıl ata biner, altın eyerli atlar, iki yüz, üç yüz ulema hocalar sağında solunda üzengisine koşarlardı.

Bu saltanatla, altın eyerli asıl at, sırmalı meşlah, üç yüz dört yüz ulema böyle geziye çıktılar.

Kâfirin birisi de tuvalet ayağı döküyordu. O ayaktan, çukurdan yukarı çıktı, atın karşısına vardı.  

Dedi ki imamı Azam efendimize; ya imam, sen diyorsun ki, bu dünya kâfire cennet, mü’minede cehennem diyorsun. Bak sen diyor, şimdi şu atın üstünde gezişlerin var. Sen mi dünyaya meylediyorsun, ben mi? Sen dünyaya meyletmeyin diyorsun. 

O zaman diyor ki; ben Allah ve Rasulullahın vaadini halka, insanlara göstertmek için geziyorum böyle. Allah, Rasulullahın vaadi var göstertmek için geziyorum böyle.

Allah’a, dine, İslamiyet’e hasbetenlillah hizmet edenlere iki dünyanın servetini vereceğini vaad ediyor. Bende çalıştım, Allah’ta bana verdi diyor.

Onun için İslamiyet’in sonu hımbıllık, aptallık değil, iki dünyanın sultanlığı olduğunu göstertmek için geziyorum.

İçini döşünü soyuyor, içine gömlek yerine telis (kıl çuval) giymiş.

Dıştan diyor bu saltanatı, serveti halka gösteriyorum Allah, Rasulullahın vaadini, içtende nefsim bu servete, bu gezişlere kubarmasın, gururlanmasın diye telis giydim diyor, sırtıma sürüyor telis. 

Sen diyorsun ki dedi kâfir; bu dünya kâfire cennet, mü’mine de zindan cehennem dedin. 

Sen bu saltanatla geziyorsun diyor. Ben diyor abdesthane ayağı döküyorum yevmiyesiyle şu halde. Sen de asil at, altın eğerli, sırmalı meşlah şu gezişle geliyorsun. Şimdi dünya sana mı cennet, bana mı cennet?

İmamı Azam efendimiz diyor ki, cennetteki benim makamımı, yerimi Allah bana göstertti diyor. Benim cennetteki makamım, yerime karşı bu asil atlar, altın eyerler, bu gezişler bana diyor zindan, bir cehennem. Amma senin o cehennemdeki o azap çukurunu sen bir görsen; o cehennemdeki azap çukuruna karşı bu abdesthanenin ayağı, çukuru, ararsında eline geçmez diyor. Oraya karşı sana bu cennettir diyor.

İşte onlar, peygamberimize, sünnete-sünnet-i Rasulullaha, İslamiyet'e dine hasbetenlillah hizmet ettikleri için sonunda Cenâb-ı Hak iki dünyanın servetini vermiş.

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri öyle buyuruyor işte:

    يَا دُنْـيَا اُخْدُم۪ى مَنْ خَدَمَن۪ى

“bana kullarımdan hizmet edip ihlaslı itaat eden kullarıma sende onlara hizmet et.”[18]

Allah, bize hidayet etsin Cenâb-ı Hak.

Burada ne anlaşılıyor?

Allah’a imanımız var, imanları Allah kuvvetleştirmeyi nasip etsin. Allah’a iman kuvvetleştikçe nesinden belli olur? Bir kimsenin imanının kuvvetleşmesi nesinden belli olur?

Allah’tan korkması çok olur. Allah’ın emirlerine itaatlere çok önemli, sıkı sarılmalarında önemle sarılır. Çoğalır ibadeti, itaati, hizmeti korkusu.

Bil ki, Allah’a imanı kuvvet buluyor.

İman varda iman zaafa yöneldi, zayıflıyor. İbadetten kısılır, namazı bir tarafa atar, ibadet yok, itaat yok, iman körleşiyor, zayıflıyor.

İman varda Allah imanımızı kuvvetleştirsin.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

“ancak diyor Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri hakkıyla mü’minler kimlerdir.

اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ

Onların yanında Allah’ı konuşup, Allah’ı zikrettiğin zaman veyahut kendileri böyle huzur-u kalb ile zikrettikleri zaman 

اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ

Onların kalblerinde değişiklik olur. Bazı kere titremeler, kalbten burada kamaşmalar, aşk-ı ilahi, feyz-i ilahi… Kendilerinin kalblerinde böyle ürpermeler, değişiklikler olur. 

زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا

Bundan dolayı onların imanları ziyadeleşir, kuvvetleşir.

وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

İmanları kuvvet buldukça da Allah’ı vekil yapmaları, her işlerini Allah’a havale yapmaları hakkıyla kuvvetleşir.

    اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ

"ancak onlar hakkıyla mü'mindirler; Allah'ın ismini kendiler zikir yaptıkları zaman yanlarında zikir ettikleri zaman onların tüyleri ürperir, kalbleri ürperir, halleri değişir, imanları ziyadeleşir kuvvetleşir. Bundan dolayı her umurlarına Allah’ı hakkıyla vekil yaparlar, Allah’a havale ederler, teslim olurlar. Namazlarına devamlı mukıym, aksatmazlar devam üzere olurlar.”

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ

“Allah’ın verdiği maaşiyetten, malından Allah yoluna infak yaparlar, verirler.”

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ

“bilmiş olun ki hakkıyla mü’minler bunlardır.”

Allah, o mü’minlerin izi istikametinden bizleri de ayırmasın Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri. Onlar için Allah indinde büyük ecirler ve mağfiret vardır.

لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ

“o mü’minler için bilmiş olun ki Allah indinde onların günahları için mağfiret var ve onlar için de büyük rızklar ve büyükte vaatler onlara ihsan olur.”[19]

Allah cümlemizi mü’min-i kâmil etsin, fısıktan kurtarsın Cenâb-ı Hak.      

 

 

 

Şeriat Tarikat

İmamı Malik hazretleri, mezheb sahiplerimizden. Bir tanesi de imamı Azam oluyor. Birde ehl-i sünnet imamlarımızdan imamı Malik hazretleri.

   İmamı Malik hazretleri de buyuruyor ki;

مَنْ تَفَقَّهَ وَلَمْ يَتَصَوَّفْ فَقَدْ تَفَسَّقَ، وَمَنْ تَصَوَّفَ وَلَمْ يَتَفَقَّهْ فَقَدْ تَزَنْدَقَ، وَمَنْ جَمَعَ بَيْنَهُمَا فَقَدْ تَحَقَّقَ

Bir kimse tarikata kıymet verse şeriata kıymet vermese; tarikata kıymet veriyor, şeriata kıymet vermiyor, bu kimse zındık olur diyor.

Zındık olur, şeriata kıymet vermediği için.

Bir kimse de şeriata kıymet verse de tarikata kıymet vermese o kimsede fısıktan kurtulamaz diyor.

Fısk; günahtan yani kendini günahtan kurtaramaz; dili gıybetten, gözü harami yönlerden, kalbi şehvani arzulardan, hatalardan kendini kurtaramaz tarikattan bir destek olmazsa manen. 

Hem şeriat, hem tarikat, ikisiyle beraber ikhlaslı hulus niyet ile çalışanlar hakikate ulaşırlar;[20] doğru peygamber efendimizin gösterttiği yoldan, istikametten peygamberimize kavuşur.

Ona kavuşanlardan etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.

 

Şeriattır cümle işlerin başı

Şeriatsız tarikat şeytanın işi

 

Tarikat ehlinde olmazsa şeriat

Onun şeyhı şeytan olur mutlak.

 

Şimdi şeriat bu kadar mühim, tarikatta mühim; şeriatın bir misali, ağacın dış kabuğuna benzer şeriat. Tarikat, ağacın içindeki kemiğe benzer.

Kemik olmazsa kabuk muhafaza olmuyor. Kabuk olmazsa kemik muhafaza olmaz.

Kabuk, kemiği muhafaza eder ağacın içini. İçi de dışını muhafaza eder. Dışından leke olsa o ağaç özürlenmeye başlar, kabuğunu soysa.

Aynı tarikatla şeriat ayrı değil. Şeriat-ı Muhammediye kurucusu tarikat-ı Muhammediye ikisi de peygamberimizin kurgusu.

Şimdi şeriat, tarikat böyle olduğuna karşı, şeriat ne demek? Tarikat ne demek? Bunu iyice Cenâb-ı Hak anlatsın bize.

Yayın evinde de konuşuyorlar şeriat, şeriat şeriat. Şu şeriatı bir çobanın anlayacağı şekilde konuşmanız lazım.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz bir gün otururlarken böyle buyuruyor bir hadis-i şerifinde: 

مَنْ حَافَظَ سُنَّت۪ي اَكْرَمَهُ اللّٰهُ تَعَالٰى بِاَرْبَعِ خِصَالٍ اَلْمُحَبَّةُ ف۪ى قُلُوبِ الْبَرَرَةِ وَالْهَيْبَةُ ف۪ى قُلُوبِ الْفَجَرَةِ وَالسَّعَةِ فِى الرِّزْقِ وَالثِّقَةِ فِى الدّ۪ينِ

Türkçe mealinde: “her kim benim sünnetimi tutar, muhafaza eder, hakkıyla sünnetime çalışır muhafaza edersehakkıyla sünnetime uyup ittiba eden, uyan kimselere Cenâb-ı Hak dört hassa verecek” diyor. Sünnete çalışıp sünnetime ittiba-uyan kimselere.

Birinci hassa: İslam toplumunun içinde kalbleri temiz olanlar var, kalbleri fitne, fücur sahibi olanlar var. Birde kalbi temiz olan Müslümanlar var. Sünnetimi tutan kimselerin sevgisini kalbi temiz olan ebrar taifesinin kalbine koyar diyor.

Her kim dine, sünnete çalışıyorsa onun sevgisini sair kalbi temiz olan Müslümanların kalbine Cenâb-ı Hak koyar. Onu severler diyor.

İkinci hassa: fısku fücur sahibi, münkir, münafık, dinsizlerinde kalbine sünnete çalışan kimsenin heybetini kor. Ondan sakınırlar diyor, heybet alırlar.

Üçüncü hassa: artık o kimsenin, sonunda rızkına vüs'at verir, bolluk verir. Ummadığı, hesap etmediği yerden kendine rızk kapıları açar.

Dördüncü hassa: وَالثِّقَةِ فِى الدّ۪ينِ din yolunda kuvvetli bir din sahibi olur ki bir kaya gibi; her rüzgâr onları depretmez. Her fâsıkların şakası, gevezeliği, maskarası onları bozmaz. O rüzgâr onlara tesir etmez. Böyle bir kuvvetli din sahibi olur. Vesikalı bir din sahibi olur.

O zaman bunu söyleyince imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri tarafından soruluyor. Ya Rasulallah, senin sünnetini tutmakta bu kadar büyük hassalar var. Sünnetlerin nedir? Ya Rasulallah diye soruyor.

Şimdi burada dinleyin. Şeriat, tarikat meydana çıkacak. Sünnetlerin nedir ya Rasulallah deyince:

اَلشَّر۪يعَةُ اَقْوَال۪ى وَالطَّر۪يقَةُ اَفْعَال۪ى وَالْحَق۪يقَةُ حَال۪ى وَالْمَعْرِفَةُ سَرّ۪ى وَذِكْرُ اللّٰهِ اَن۪يس۪ى والصَّلَاةُ قُرَّةُ عَيْن۪ى وَالصَّوْمُ حُجَّت۪ى

“şeriat kavlimdir” diyor.

Lisanımdan sizlere konuştuğum kelamlar ki, emir ve nehyettikleri şeriat imiş.

Şeriat ne demek olduğunu şimdi anladınız mı?

Mübarek peygamber efendimizin lisanından konuşmuş olduğu kelamlar, emir ve nehyettikleri bizim için bir şeriat, yol imiş. Şimdi anlaşıldı inşaallah. 

وَالطَّر۪يقَةُ اَفْعَال۪ى

Şeriatı hele anladık, tarikat nedir diyenlere, “tarikat benim fiilimdir” diyor.

Farz ibadetlerden sonra benim çalıştığım amelim, fiilim tarikattır diyor.

Farz ile kalmamış, nafile namazlara gece gündüz çalışmış. Bize bir örnek değil mi O, numune değil mi?

Hiç olmazsa yapmıyorsan taşlama. Amma tarikat altında, sakal, kisve altında sahtekârları görürsen söyle onlara. Yoksa tarikatın hepsinin köküne taş atmaya ne hakkın var?

Sahtekârlara söylemek gerekir Müslümanlar onların tuzağına düşmesin diye.

Şimdi şeriat; mübarek lisanından konuştuğu emir ve nehy ettikleri bizim için bir şeriat, yoldur.

Tarikat; kendisinin farz ibadetlerden sonra daha Cenâb-ı Hakk ile dostluk kazanmak için çalıştığı ibadetler, amalleri bizim için tarikat.  

وَالْحَق۪يقَةُ حَال۪ى

 “hakikat benim halimdir.”

Nereye baksa şu evin içine bakan bir akıl, zekâ sahibi olan, ampule bakınca yapan ustayı düşünmesi gerekir. Dolaba bakınca yapan zanaatkârı düşünmesi gerekir. Televizyona bakınca yapan ustayı düşünmesi lazım gelir.

Hakikate geçenler nereye baksa Hakk’ın varlığını ispata geçmişler.

Kimisini iki ayaküstünde yürütüyor, kimisini havada uçuruyor, her birinin sedası ayrı, renkleri ayrı, fotoğrafları ayrı.

Kimin, hangi kurucunun kurgusu bu?

Hakikate geçenler, nereye baksa Hakk’ın varlığını isbata geçmişler.

Marifet; anlamaktır her şeyi.

     وَذِكْرُ اللّٰهِ اَن۪يس۪ى

“zikrullah benim gece gündüz eşim, yoldaşım, ayrılamam ondan” diyor. Zikrullah nedir diyenlere.

والصَّلَاةُ قُرَّةُ عَيْن۪ى

“namaz iki gözümün ışığı”

وَالصَّوْمُ حُجَّت۪ى

“oruç hüccetimdir”[21] diyor.

İşte bunlara güç yettiği kadar O’nun hepsinin kavline, fiiline uymak bize vacib oluyor.

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ayet-i kerimesinde öyle buyuruyor ki;

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

ya Habibim, sen kullarıma bizim namı hesabımıza haber ver. Kullarıma de ki, eğer siz Allah’ı sevmek istiyorsanız Allah’a da sevilmek istiyorsanız bana tabi olun de.” [22]

 Bu ayete karşı peygamberimizin tarikatına, şeriatına, kavline, fiiline uymaya borçluyuz, vacib hepimize.

O, gece gündüz zikrullaha çalışmış.

Şu ayette yine isbat ediyor.

سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلًا۟﴿﴾ اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

Enbiya, evliyaları, Cenâb-ı Hak onları derece yükseltmek için çok iptilalar ile denemeden, imtihanlardan geçirmiş dereceler yükselmek için.

Peygamber efendimizde, halkı Hakk’a ikaza çalıştığı zamanlarda her türlü meşakkatlere göğüs germiş. Nelerle karşılaşmış, ne insanlar ile karşılaşmış.

İşte Cenâb-ı Hak teselli ediyor. Ya Habibim, müteessir olma. Halk arasında böyle horluğa düşmen, onların senin aleyhinde uğraşmaları, senden önceki gönderdiğimiz rasul kardaşlarıyında bunlar başından geçti. Onlardan beri bir sünnettir bu.”[23]

   اَقِمِ الصَّلٰوةَ

Sana emrettiğim namaza devam et ya Habibim. 

لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

Sabah, öğlen, ikindi, akşam, yatsı bu ayetlerde zikrolunuyor. Bu beş vakit namaza devam et ya Habibim.”[24]

Arkası ne diyor ayetin bak:

وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه۪ نَافِلَةً لَكَۗ عَسٰىٓ اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا

ya Habibim, Rabb’ıyın indinde dereceyin, şerefiyin daha yüksek olmasını arzu ediyorsan beş vakit namazdan sonra gece teheccüd namazına gündüz duha namazlarına devam et ya Habibim. Rabb’ın sana makam-ı Mahmud verecek”[25]

 Makam-ı Mahmud; evvelin ve ahirinin hepsine şefaat makamı.

وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ

ya Habibim! Rabb’ın sana öyle bir şefaat makamı ihsan etti, verdi ki; istediğin kadar, evvelin ve ahirin hepsine serbest müstesna; ya Rabbi, ben razı oldum, yeter deyinceye kadar müstesnasın ya Habibim.[26]

Öyle bir şerefe layık olmuş.

Allah, O’nun sünnetlerini hakkıyla tutup baş tacı edenlerden etsin Cenâb-ı Hak.

İşte bak, o kadar sevgili habibinin geçmiş günahları mağfiret olunduğu halde gelecek günahları da affa uğradığı halde beş vakit namazla kalmamış; ışrak namazı, duha-kuşluk namazı, evvabin namazı, teheccüd namazı, yolculuk namazı, küsuf namazı, şu şu… Namazı elli vakit namaz eklemiş tekrardan geri beş vaktin üzerine. Beş vaktini de elli vakit yapmış. Bize bir örnek, numune değil mi O’nun kavline, fiiline uymak?

Kendi kendine şurada yat. Toprak yatıyor orada arazi, sen toprağa bakmıyorsun toprak sana mahsul verir mi? Çalışmıyorsun ki.

Ötekini de şeytan, nefis söyletiyor; ötekinin namaz kılmasından benim böyle durmam daha iyi diyor. Sen kalbe bak kalbe diyor.

Kalbin zaten Allah korkusunda olsa Allah’a itaat yaparsın yahu. Seni kalb, oraya sevk eder. Kalbin körleşmiş, borlaşmış, motor sökemeyecek bir hale gelmiş kalbin.

Bir ayet-i kerime de:

فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ

“veyl, şu kimselerin için ki kalblerini Allah zikrinden huylanmışlar, iraz etmişler, burunlarını kıvırmışlar ondan dolayı kalbleri katılaşmış, sertleşmiş. Veyl onların içindir”[27] buyuruyor.

 


[1]Ahzab 33/56

[2] Ramuze’l-Ehadis c.2. s.427/12, Rudani. C.5. S.303.304.9581.

[3]Hazinetü’l-Esrar s. 171. (Arab’ça baskı.)

[4] Bostanu’l-Vaizin ve Rıyadu’s-Samiın, c.1.s294/456 (Beyrut). Delâililü’l-Hayrat Şerhi s.27–28 (Osmanlıca baskı).

[5]Mustafa bin Abdullah er-Rumî, Keşfu’z-Zunun, c. 2, s. 1040 (Beyrut), Ali Bin Muhammed bin Ali el-Cürcani Et-Ta’rifat s. 218 (Beyrut) Muhammed Abdurraif el-Münavi Et-Tearif s. 568 (Beyrut).

[6]Pir-i tarikat Abdulkadir Geylâni, Sırru’l-Esrar s.6. Ahmed ibni Mustafa el-Kadınhani, Hidayetü’l-Mürtab fi Fedaili Ashab s.52.

[7]Mecmuatu’l-Ahzab, Piri Tarikat Abdulkadir Geylâni, Sırru’l-Esrar ve Mazharu’l-Envar s.6. (Mısır). Ferâidü-l-Fevâid fi beyani-l-Akâid s.87 (Osmanlıca baskı.), Sireti Halebî İnsanu’l-Uyun c.1.s.175 (Mısır). Rûhu'l-Beyan tefsiri c.2.s.370 (Beyrut). Şerh ve Tercüme-i Delaili Abdulkadiri Geylâni s.145 (Osmanlıca baskı). Kettani Mütavatir hadisler.

[8]Münâvi, Feyzu’l-Kadir c.6.s.135 (Mısır).

[9] Müzekki'n-Nüfus s.241 (Osmanlıca baskı), Sünen-i Beyhakiyyi'l-Kübra c.8.s.41 (Mekke), Deylemi El Firdevsü bi Me’sûri'l-Hıtab c.2.s.277/3285(Beyrut)

[10] Mü’min suresi 40/31

[11]Ali İmran suresi 3/25

[12]Rûm Suresi, 30/41.

[13] İsra Suresi, 17/18

[14]İsra Suresi, 17/19

[15] Tabarani, el-Mu’cemu’l-Evsat c.5.s.137/4886 (Kahire). Hâkim, El Müstedrek c.1.s.218/443 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.9.s.242 (Beyrut)

[16]Ebu Nuaym Hilyetü’l Evliya, c. 5, s. 265 (Beyrut).

[17]Müsnedü’ş-Şehab c.2.s.325/1453 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.5.s.239/8064 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.3.s.194 (Beyrut). Kenzü’l-İrfan 1001 Hadis, s. 50/284 (Osmanlıca baskı).

[18] Müsendü’ş-Şehab c.2.s.325/1453 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.5.s.239/8064 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.3.s.194 (Beyrut). Kenzü’l-İrfan 1001 Hadis, s. 50/284 (Osmanlıca baskı).

[19] Enfal Suresi, 8/2-3-4

[20] Aliyy’ül-Kari, Şerhu Ayni’l-İlmi ve Zeynü’l-Hilm, c.1.s.33. Ahmed Zerruki, Kavaidü’t-Tasavvuf,  s.3. Haşiyyetü’l-Allame Aliyyü’l-Advi Ala Şerhi’l-İmamu’z-Zerkani ala metni’l-Izziyeti fi’l-Fıkhı’l-Maliki, c.3.s.195 

 

[21]Mecmuatü’l-Cevahir, El Cemiu’l-Usul ve Şerh ve Tercüme-i Delâil-i Abdulkadir Geylani s.174 (Osmanlıca Baskı). Ruhu'l-Beyan Tefsiri c.9.s.385 (Beyrut). Mirkatü'l-Mefatih Şerhu Mişkatü'l-Mesabih cc.1.s.299 (Beyrut). Şerhu Şifa c.1.s.514 (Beyrut).

[22]Al-i İmran 3/31.

[23] İsrâ Suresi 17/77

[24] İsrâ Suresi 17/78

[25] İsrâ Suresi 17/79

[26] Duha Suresi 93/5

[27] Zümer Suresi, 39/22

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>