HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 3 (ŞEYTANDAN KORUNMA YOLLARI) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 3

3. Sohbet: ŞEYTANDAN KORUNMA YOLLARI

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

(Gaziantep Çarpın-Işıklı Köyü)

Burada hoca efendi bir soru sordu. Şeytanın aleyhi la’nenin mekrinden kabirde cümlemizi emin eyleye diye bir dua yapılıyor ya! Dedi ki bu mezarda da bu mel’un orda zuhur eder çıkarsa ne yapmalıyız dedi. Bunu nasıl edeceğiz?

Onun çarelerini Cenâb-ı Hak her şeyi bildirmiş. Misalde hata olmasın; bir beyin kapısında çok zalim, yırtıcı bir köpek olsa o eve yönelenlere çok ürür. Fakat gelen adam, ev sahibi ile arası iyi dostluğu çok kuvvetli ise o köpek ne kadar zalim olursa olsun ev sahibine kat’iyyen karşı gelemez sahibine.

Sahibi bir ses etti miydi bakarsınki hemen burnunu kıvırmaya başlar.

Aynı bunun gibi; o mel’un şeytanda aynı bir zalim köpektir fakat Allah’ın dostlarına Cenâb-ı Hak onu bir şey yaptıktan sonra mezarda, hiçbir yerde yanaşamaz Allah’ın dostlarına.

Allah onun şerrinden korusun.

Kısadan buradan Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerine müracaat etmeli, sahibine çağırmak lazım.

O Kur’an-ı Kerim’de bize haber veriyor:

 اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ  بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Euzu billahiminişşeytanirraciym.

Bismillahirrahmanirrahıym deyin. Kur’an okurken, her bir şeylerde böyle اَعُوذُ  euzü manası, sığınmak. Yani ben, sana sığındım, beni muhafaza et.   

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ                 

Euzu billahiminişşeytanirraciym.

Senin ind-i ilahiyenden tart olunan, recm olunan mel’un şeytanın şerrinden sana sığındım ya Rabbi, beni muhafaza et.

Birde onun gelecek yollarını kapatmak lazım buradayken.

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ayet-i kerimesinde buyuruyor ki;

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ

 “her kim Allah’ın, Rahman’ın zikrinden iraz eder, huylanır. Diliyle, kalbiyle Allah’ın zikrinden kesilir, zikretmez bizde onun üzerine bir şeytan havale ederiz diyor. Madem kendisi bizden yüz çevirdi, kalbini dilini çevirdi, bizim zikrimizi yapmıyor, bize sığınmıyor, bizden bir şey beklemiyor, bizde kendine bir şeytan havale ederiz diyor. O şeytan onun eşi, yoldaşı, enisi karini olur ayrılmaz”[1] diyor.

Aynen o yolda giderse o adam sonuna kadar işte; Allah’ın zikrinden yönünü çevirmiş, Allah’ın zikrinden yönünü çevirmiş, dili çevrilmiş, gözü çevrilmiş, ayağı, eli çevrilmiş.

Nereye?

Şeytanın gösterttiği yola gidiyor şeytanla beraber.

Aynen o vaziyette can verirse işte onun kabrine şeytan beraber varır, beraberde mahşerde bir kolu kelepçeli şeytanla beraber işte o cehenneme gidecek.

Buradayken arkadaş oldu şeytanla. Bu Kur’an-ı Kerim’de ayet.

Hadis-i şerifte peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ وَاِنْ لَمْ يَعْمَلْ عَمَلَهُ

“her kim dünyadayken kimleri sever kimlerle iner kalkar ve kimlerin yolunu tutar, kimlerin edeb erkânından, aşısını aşılanır, kimleri sever Allah için, o kimse onlarınla beraberdir. Onların yaptığı amel kadar amel yapmasa da o kimse, onlardandır.”[2] Mahşere giderken, mezardan kalkınca, mahşerde, her yerde haşir neşir olur ve onlarınla beraber ebedi komşu olur diyor.

Yani şeytanı burada düşman tutan, şeytanın açtığı yola gitmeyen, dilini, kalbini şeytanın açtığı hava yoluna depretmeyen, yürümeyen, Allah’ın gösterttiği kanun yollarının içinde olana şeytan müdahale yapamaz.

Nereye istinad ediyoruz?

Ayet var. Cenâb-ı Hak:

إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ

Yani sana bu kadar kanun müsaade verilmiş

  إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ

“fakat benim gösterttiğim kanun-u ilahi, Kur’an yolunda, sünnet yolunda cesedini, kalbini, gözünü, dilini bu yolda yürütenmuhlis kullarıma sen kat’iyyen yanaşamazsın”[3] diyor şeytana.

Yanaşamaz.

Çünkü bir bağ, bahçe, sebze ne olursa olsun etrafının suru muntazam yapılmışsa direk dışarıdan gelen hayvan, canavar girebilir mi? Neresinde bir boşluk yer bulursa oradan geçer.

Şeytanda bunun gibi; Allah ve Rasulunün gösterttiği kanun, yollarda nerede boşluk bulursa oradan müdahale yapar.

Yani ondan kurtulmanın çaresi, sahibine çağırmak ve sahibinin gösterttiği yollara dikkat etmek ve O’nun Rasulünün gösterttiği yola dikkat etmek. O zaman muhafaza olur, şeytan yanaşamaz.

Ne zaman Allah’ın gösterttiği yolun haricine çıkar, Rasulullahın sünnetinin haricine çıkar, şeytan o zaman müdahale yapar, şeytan yakalar, kapar kendini o zaman. Şeytanın pençesine o zaman geçer.

O vaziyette de Allah’ın zikrinden dili ayrılmış, kalbi ayrılmış, gözü fuhşiyette, dili gıybet, malayani, sin kefte…

Düşünürse, gece gündüz kuzgun kuşunun mundar düşündüğü gibi; şehvani, dünyavi, hava-i arzu foto kopyaları kalbinde aktarıyor, döndürüyor.

Şeytanın havatırları kalbte ekmiş, dilinde, her yerde oynatıyor.

İşte o vaziyette tevbe etmeden, bu yoldan beri dönmeden giderse onun işte mezarına da, mahşerde de şeytanla beraber yoldaş olur.

Allah korusun Cenâb-ı Hak cümlemizi.

Onun için bir kimse diyor işte şeytanın yolağını kapatmak için dilini gıybetten, malayaniden tutması lazım, gözünü namahrem olan yerlerden kapaması lazım, el ve ayaklarını haram olan yerlerden, gösterilen kanun-i ilahi yolunun haricinden tutmaları lazım ki şeytanın gelecek yolları kapanmış olur.

Bir adam abdestli dursa, şeytan devamlı gam içinde durur. Gamlanır, merakı artar.

Abdestli yatağına yatsa çatlar mel’un.

Sünnet-i Rasulullahı tamam olsa benim geçecek yollarımı kapattı diye gece gündüz müteessir olur.

Bu şekilde o adam; itikadından, imanından, tevekkül teslimiyetinden ihlaslı olaraktan devam eder ayrılmazsa şeytan diyor o kimseden umudunu keser.

Umudunu keser, bir bakar, iki bakarki imkânı yok, umudu keser mel’un diyor.

Allah korusun onun şerrinden cümlemizi.

İşte onun yolaklarını Cenâb-ı Hak az çok anlatıyor. İşte burada kalb durmuyor. Kalb bir merkez ki altı yönden santral gelmekte kalbe; nefisten geliyor, şeytandan geliyor, melekten geliyor, Allah’tan geliyor, ruhtan geliyor, aklıdan geliyor.

Abdestli, daim ölümü çok yakın taşımak lazım. Abdestli olmaya çalışmalı ki abdestli olaraktan ruhunu teslim ederse şehid olur o kimse diyor.

Abdestli durduğu müddetçe o mel’un şeytan diyor devamlı merakı, kederi, mahzunuyeti artar.

Abdestli olaraktan her zaman gezmeye, ölümü çok yakın düşünerek her gün çıktığı günü son gün bilerek yaşasındiyor peygamberimiz.

Dünyada yaşayanlar; her çıktığı günü son gün bilerekten yaşayın. Her ulaştığınız saatleri son saat bilerek yaşayın.

Bu şekilde olmazsa nefsinizin uzun saygıları tükenmez. Kalbiniz, Allah zikrinden ayrıldı mıydı şeytan oraya havatır tohumlarını atmaya başlar, uzun saygılar gider.

Ne zaman abdestli, ölüm korkusu, her halımda Allah bana benden yakın, beni göre duruyor diye diliyle kalbini zikrullaha çalışırsa dili yorulursa dinlesin kalbi, kalbi çalışır. O zaman şeytan müdahale yapamaz.

Ne zaman kalb, zikrullahtan, fikrullahtan ayrıldı, o kalbteki olan hanzup isminde bir mel’un şeytan kalbi kendi hortumuna alır diyor.

Kendi hortumuna alır, uyuşturur artık onu kendi kullanmaya kolay olur. Hadis-i kudsisinde burayı Cenâb-ı Hak işaret yapıyor. İşte her zaman söylüyoruz:

لٰٓااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ حِصْن۪ى مَنْ دَخَلَ حِصْن۪ى اَمِنَ مِنْ عَذَاب۪ى

  “her kim bu la ilahe illallaha devam ederse halisen muhlisen, kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ederekten yakînen böyle Allah’a boynunu bükerek müracaat eder, bundan çıkmazsa benim bir metin kal’amdır diyor. La ilahe illallah, benim bir metin kal’amdır. Her kim bura ihlaslı girer devam eder çıkmaz her türlü korktuğundan emin olur, azabımdan da kurtulur”[4] diyor.

Eğer öyle olmasa mesela bazen ihlaslı dervişlerin içinden mesela kırk gün çileye girenler var. Burada şeytan altüst eder Allah muhafaza etsin eğer huzur, rabıtasız olsa, abdestsiz yaşasa, Allah’ın sevdiği veli kullarına rabıta, teveccüh, kablo bağlı olmasa, alaseviyede böyle kendi halında olsa şeytan, altını üstüne çıkarır onun.

Kırk gün gece gündüz uyumadan orada Allah’ın bir büyük hidayet yardımı değil mi?

İşte tasdik oluyor.

لٰٓااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ حِصْن۪ى مَنْ دَخَلَ حِصْن۪ى اَمِنَ مِنْ عَذَاب۪ى

 “her kim la ilahe illallah kal’asına devam etsin halis niyet ile çıkmaz her türlü korktuğundan emin olur, azabımdan da kurtulur”[5] diyor.

Bunu çoğaltmak lazım; otururken, yatarken, yürürken abdestli abdestsiz ölümü unutmayaraktan, dilin yorulursa kalbini tut, hiç olmazsa kalbin öyle zikrullahta olsun ki Azrail aleyhisselam bizi mezara sevk etmeye geldiği zaman kalbimizde Allah zikrini bulsun.

Allah zikrinin bantlarına dolan şekilde, o şekilde bulursa ora varınca mezarda o meydana çıkacak. Bantları burada ne ile doldurdun?

Sabahleyin kalkıyoruz, birçok cemaatlerimizi Allah ayıktırsın, akşama kadar gıybet, malayani, dünya kelamı, nefsanî, şeytani, yerenlik, yavanlıklar bununla geçiyor gece gündüz.

Şeytanda hoşlanıyor bundan. İşte şeytanın gösterttiği bu yol.

Mâlayani çok tehlike; mâlayani dediğimiz, ne dünyana yarar ne ahretine yarar.

Konuştuğun kelam, ya dünyana bir faydası olması lazım yahut da ahretine bir faydası olması lazım, dünyaya ve ahrete fayda vermeyen kelamların hepsi mâlayaniye giriyor.

Mâlayaninin çoğu da Allah muhafaza etsin imansız gitmeye sebep oluyor kalb gaflete düştüğü için.

Kalb, gaflete düşüyor, dilde durmadan kalbte ne varsa onunla meşgul oluyor, dilin ne şeyi var. Kalbe ne korsan dil ona tercüman.

Mâlayani, füzulü yerlere konuşmayı nehyediyor bize.

Tûl-i emel; tûl-i emelden de bizi nehy ediyor. Bunlara perhiz yaptırıyor tasavvuf ehli.

Tûl-i emel; dilin dursa gıybetten, gereksiz kelamlardan, kalbi de zikrullahta olmazsa bu seferde kalbi aynen bakarsın ki evveli geçmişleri, sonraki gelecekleri elli sene sonra, daha otuz sene sonra gelecekleri aktar dönder, devamlı bunların foto kopyaları, filimleri kalbte dolanmaya başlar, işte tûl-i emel.

Sen hangi saate, hangi güne çıkıyorsan o günün tedbirini yapman lazım o gün.

Sen daha varacaksın; vücut makinesinde ne kadar mazotun kaldığı belli değil ki, seni hangi rampada bırakacağı belli değil, hele oraya gelirsek işi kolay.

Onun için peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki; ümmetim, hakiki halis muhlis ümmetim mâzi, müstakbelde olmazlar diyor.

Mâzi; evvelki geçmiş olayları tekrar tekrar bunları aktar dönder yapmaz, geçmiş.

Müstakbel; sonraki geleceklerin için de tedbirlerine uzun boylu kafa yormaz.

Çıktığı seneye, çıktığı güne, çıktığı saate, halı hazıra ona göre tedbirini yapar. Bunlar çok zamanımızı alıyor.

Yerenlik, yavanlık, bunlar, insanı köstekliyor. Hele ehl-i Tarık olupta şakalaşmak, yerenliğe çok gitmek, yavanlığa çok gitmek, çok gülmek, hortalık yapmak, o cemaati toplayıpta onları güldürmek, insanın kalbini gaflete düşürmek, bunların hepsini Allah nehyediyor. Hatta büyük azap hazırlanıyor.

Bir ayet-i kerime varda: Lokman Suresi 31/6

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ                           

Ayeti var. Bu ayet-i kerime tefsirinde şöyle buyuruyor:

Bir toplumda bir adam diyor eline keman alsa, tambura alsa, davul, zurna buna benzeyen bir şeyler alsa bunları yapıp o toplumu şenlendirse bunların kalbini Allah’tan gafil yapmaya sebep olsa lehve'l-hadis ayeti bunu içine alıyor.

Domina, santranç oyunları, hulasa-i kelam burada birisi otursa yalan gerçek hortalık, gevezelik yapıp bunları güldürse, şenlendirse, kalbini Allah’tan gafil yapsa yine içine alıyor bu.

İnsanın kalbini Allah’tan gafil edici oyunların hepsini içine alıyor. Allah korusun Cenâb-ı Hak cümlemize Muin olsun.

Sohbet esnasında bir ıhvan tarafından sorulan soru; tul-i emel dedik; mesela yazlık ihtiyaçları kışın almak, kışlık ihtiyaçları yazın almak da tul-i emele gelir mi acaba?

Cevap: adamına göre gelir. Adamına ehline göre: Mesela köy ehliyle şehir, zenginle fakir, bunlarda değişiklik olabilir.

Köydeki adamın dükkânı yok, mağazası yok, aylığı yok. Ekseriyetle böyle köy adamı değil mi? Bunların kazancı seneden seneye.

Bu adam işte mahsulünü aldı mıydı arkasında devrisi gün bir aylığı yok. O mahsulle bu adam senelik zahiresini temin ederse buna zararı yok.

Amma her gün aylığı var, her gün bu kadar geliratı var onlar için böyle uzun saygı, biriktirmek, şunu yapmak bu onlara gelmez.

Amma köy ehli ve benzeri olurda başka bir gelirat yok, senelik bir geliri var, onu da senede bir zahiresini tutmazsa olmayacak. Sağ olursa yer, sağ olmazsa arkada çoluk çocuğu horantası yer.

Yani ehline göre, adamına göre bunlar ayrılıyor.

Sahabeler oturmuş bir gün. Sükût geçmişler. Ne soru var ne cevap var. Epey müddet böyle hep sükût halında oturmuşlar. Sonra bakıyorlar ki dışarıdan bir adam giriyor içeriye, selam veriyor.

Sahabelerin arasını usul usul yararaktan, tepelemeyerekten doğru peygamberimizin karşısına geliyor, oturuyor.

Sahabeler diyorlar ki bu kim yahu? Hiç teklifte istemiyor diyorlar. Doğru vardı, Rasulullahın karşısına oturdu.

Nasıl bu adam diyorlar hiç mi toprağa basmamış?

Elbiseye bakıyorlar temiz, kendine bakıyorlar temiz, hiçbir leke yoktur.

O vaziyette peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerine soru sormaya başlıyor.

Hem soruyor, sorduğu cevabı da gene geri, tasdiksin ya Muhammed diyor.

Sahabeler yine hayrete düşüyorlar. Ne kadar bunun diyorlar bilgisi, ilmi var ki bu sorduklarının hepsini kendi mevcut biliyor ki tasdik ediyor.

Çok soru sorduktan sonra dedi ki, kıyametten haber ver ya Muhammed.

Peygamberimiz dedi ki “kıyamet, cevap verenden sorana daha malum” dedi.                  

Yine dediler, bu adam kim ki peygamberimizden daha bilgili oluyor kıyamette.

Dedi ki öyleyse alametlerinden haber ver.

Küçük alametlerinden birisi o ki; köylerdeki koyun güden çobanlara varana kadar şehirlere akın yapılacak. Yüksek kat kat moda bina yapmakta biri birine yarış yapılacak.

İkinci alametleri; kadınlar diyor hiç çarşı sokaklarda işleri bir zaruri halde olmadığı halde açık, çıplak, serbest gezecekler diyor.

 Üçüncü alameti; cariyeler efendisini doğuracak diyor.

Çok sorulardan sonra kalkıyor, geri gidiyor.

Sahabeler diyorlar ki ya Rasulallah bu kim? Ne kadar temiz bir adam? Ne kadar soru açtı? Ne kadar bizi faydalandırdı bu adam?

Diyor ki, “bu Cebrail aleyhisselam. Siz geldiniz, oturdunuz, epey zaman geçti. Hiç biriniz bir soru sormayı bilmiyorsunuz. Bir faydalı soru da sormuyorsunuz. Sorun ki açılsın. Bu size geldi diyor hem soru sormayı öğretti. Hem de sizi diyor faydalandırdı.

 


[1]Zuhruf Suresi 43/36

[2]Sahihi Müslim, c.4, s. 2602, (Beyrut)

[3]Hicr Suresi, 15/40

[4] Deylemi, Firdevs, 5/244, Münavi Feyzü’l Kadir, 4/480, Ebu Nuaym Hilye, 3/192, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı, c. 2, s. 302/1955 (3: 378/3694)

[5] Deylemi, Firdevs, 5/244, Münavi Feyzü’l Kadir, 4/480, Ebu Nuaym Hilye, 3/192, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı, c. 2, s. 302/1955 (3: 378/3694)

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>