HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 6 (İMAMI AZAM EFENDİMİZ) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 6

6. Sohbet: İMAMI AZAM EFENDİMİZ

        

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

         Biz, bu mezhebleri de tanımıyoruz diyenler var. Bu mezheb sahiplerinin sözlerine de itimat yapılmaz diyenler var. Yalnız biz Kur'an'a bakarız diyenler var.

         Hâlbuki onlar mezhep dediğimiz bir yolu; peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz Mekke’den Medine'ye hicret ettikten yetmiş sene sonra İmamı Azam efendimiz dünyaya geldi. Kendisi Küfe'de çok öksüz, yetim olaraktan fakirlikten yetişti. O Küfe civarlarında Kerbela civarlarında mutezile mezhebleri, cebriye mezhebleri türemiş, insanları inançlarından saptırmışlar o durumda meydana geldi. Onların bütün itikatlarını tart etti.

         Bin hatim indirmiş. Bin tane âlim ülema kendinden ders görmüş, yetiştirmiş onları. Bulunduğu zaman o asırdaki âlimlerin en yüksek ilme sahip olanlarıda kendinden ders almaya koşarlardı.

         Ne yazık ki onlar bu kadar İslamiyet’e, dinimizin temeline, sünnet-i Resulullaha can atmışlar amma sonunda şehid etmişler.

         Bağdat'taki halife, İmamı Azam efendimizi Bağdat kadılığına tayin etti. İmamı Azam efendimizde kabul etmedi. Kabul etmeyince baktı ki orda huzursuz olunacak Bağdat'tan firar etti Medine-i Münevvere’ye. Altı sene kaldı orda. Altı sene sonra geri Bağdat'a avdet etti.

         Halife Mensur yine teklif etti Bağdat kadılığını, kabul etmedi. Halifede onun neden kabul etmediğini kavrayamadığından; (kendisi kadılıkta, hâkimlikte kul hakkı çok ağır olduğundan ora atamadı kendini) halifede ceza verdi, hapse attırdı. Her gün bir kırbaç kafasına vurma emretti. Birinci gün birtane, ikinci gün iki, üçüncü gün üç. Böyle sayı hergün artıyor. Doksan dokuz gün, yüzüncü gün yüz kırbaç vurunca orda şehid oldu.

Ruhu için lillahi'l-fatiha.

         Dini mektepte talebe yetiştiriyor. Talebenin içinde onlara ders verirken bir sefer ayağa kalktı böyle kıyama durdu. Bir müddet sonra gene yelkinip çabucak ayağa kalkıp el döşte kıyama durdu. Üç defa böyle çabucak kalkıp kıyamda el döşte kıyama durdu.

         Sonra taleber sordular; bundaki hikmet ney hocam? Diye.

         Dedi, şu dini mektebin önünde caddede oynayan çocuklar var ya ufak oyun çocukları.

         Evet.

         O çocukların içinden şu çocuk varya o evlad-ı Resuldan dedi.

         Oyun bahanesiyle her koşup okuldaki o çocuğun gelmesinde ayağa kalkıyor.

Böyle bağlanmışlar Allah'a, Allah'ın Resulune. Yazıklar olsun bunlara dil uzatan gafil, cahillere.

         Bir tanesini daha söyleyim.

         İmamı Azam efendimiz hacca geldi. Medine-i Münevvere'nin şehirin içine girmedi. Şehrin dışında arkadaşlarla bir çadır kurdu, çadırın içinde oturdu. Bir hacıda peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin aşkına, ataşına tutuşmuş memlekette duramadı. Borcu olduğu halde borcunun üstüne birde hac borcu etti, hacca gitti.

         Beytullahı tavaf, Ravza-i Mutahara'yı ziyaret etti, meramı yerini buldu amma ordan dönecek memlekete, yüz altın borç yüz altın. Bu borç sıkıntısı huzuruna mani oluyor.

         Ravaza-i Mutahhara peygamber efendimizin ravzasına tenha bir seher vakitlerinde fırsat bulup geliyor.

         (Biz gittiğimizde de gümüş belbet vardı ravzanın, şimdi onları tebdil ettiler.)

         O hacı iki rekât bir namaz kılıyor, dua deşirip varıp o peygamber efendimizin türbesindeki belbetten yapışıyor.

         Ya Resulallah, benim memleketten borç borç üstünede tekrar hac borç yaptırıp bura kadar getiren sırf senin aşkın getirdi ya Resulallah. Memlekete döneceğim borç gaylesi beni rahat ettirmiyor. Bu borcu ben senden istiyorum ya Resulallah. Benim bu borcumu bu yüz altın borcumu sen vereceksin.

Ağlayıp, sızlayıp, tezerru niyaz ile yalvarıp gözyaşı ile gelip bir köşede elini koyup uzanıyor.

         Derhal peygamber efendimizi rü'yasında görüyor. Rü'yasında diyor ki; şehrin filanca mevkiinde İmamı Azam geldi çadırın içinde oturuyor. Hayâ, utandığından dolayı yanımıza gelemiyor. Bizden izin bekliyor. Git, o İmamı Azama selam söyle benden, artık gelsin. Senin yüz lira altını da yüz altın borcunuda versin.

         Bir uyanıyor, içi dışı bütün nura, aşka gark olmuş. Sabahın olmasını bekliyor. Güneş çıktı, dediği o mevkiye vardıki orda çadır birkaç tane.

         Sordu. Dedi, burada İmamı Azam varmış hangisi?

         Dediler, şu çadır.

         Çadırın içinde vardı ki edep, hayâ ile böyle huzurda oturuyor. Selam verdi.

O, aleyküm selam dedi.

         İmamı Azam sen misin?

         Evet, dedi.

         Resulullahın sana selamı var. Ben halımı arz ettim, benim yüz altın borcum var, git İmamı Azama selam söyle yüz altın borcunu versin. Bizden de buraya gelmeye izin bekliyor artı gelsin buraya. Bunada tereddüt yaparsa kendisine söyle de ki, o, her gün bize beş yüz salavat gönderirdi bugünkü salavatı unuttu, göndermedi. O bilir.

          İmamı Azam efendimiz hemen derhal çıkarıp yüz altın hacıya teslim ediyor.

         Allah'a ısmarladık diyor hacı, buradan beş on adım yürüyor, İmamı Azam efendimiz tekrar çağırıyor:

         Hele gel hacı kardaş hele gel, gel.

         Buyur diyor.

         Hele bir daha söyler misin? Resulullahı nasıl gördün, Resulullah ne dedi?

Bir daha başlıyor, bitiriyor.

         Alsana yüz altın daha.

         Gidiyor beş on yirmi adım, hele hacı kardaş geri gel geri gel.

Geri geliyor, buyur.

         Resulullahı nasıl gördün, ne dedi?

Tekrar ettiriyor, al sana yüz altın.

         Beş defa çağırıp getirttiriyor, her söyletmesinde yüz altın veriyor.

         İşte âşık, sadık!

Allah ruhlarını şad etsin.

Aşk deyince bir tane daha söyleyim. Yine bir mevlitteydik birkaç gün önce pazar günü birazda kalabalıktı. Aklıma bir misal geldi inşallah burada da Allah izin verirse söyleyim. Aşk deyince Allah ataşı deyince o hatırıma geldi.

         Hac lazım, boynumuza borç olunca hacca gitmek lazım, beş vakit namaz kılmak lazım, tesbih çekmek lazım, oruç tutmak lazım, Kur'an okumak lazım fakat bunların içinde bir eksiğimiz var.

         Ney acaba bunların içindeki eksik?

         Allah aşkı, Allah ataşı.

         Bir kadın yemek pişirmek için eti doğradı, patlıcan doğradı, domates doğradı, patates fasülye doğradı, kazana koydu, ocağa da koydu. Kazan bekler altında ataş olmazsa onlar kemale ulaşır mı?

         O hamları olgunlaştırıp kemale getiren ya kuvvetli odun ataşı, ya ipragaz ataşı.

         Bizimde bu yaptığımız amellerimizi kibrimizi, gururumuzu, benliğimizi, hasedliğimizi, kıskançlığımızı buna benzeyen kötü huy ahlaklarımızı Allah ataşı aşkı yakar. Onları tamamen yok eder, kemale ulaştırır.

         Bu aşk, bu ataş olmaz ise ilim var, natika var, Kur'an var, hac var, oruç var, hafızlık var. Bunlarla beraber benlikte var, gururda var, kibirde var, hasedde var, menfaaçılıkta var. Kolay kolay bunları atamıyor Allah aşkı olmayınca.

         Allah, o aşkından cümlemize ihsan etsin Rabbımız Teâlâ hazretleri.

                إِنَّ الُّنورَ إِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَنْفَسِخَ فَنْشَرَحَ

         “Ne zaman nur, tecelli-i ilahi kimin kalbine duhul eder inerse فَنْفَسِخ onun kalbinde bütün kötülükleri fısk eder. Orda kötülüğü türetmez diyor. O nur inen kalb, gelen kötülükleri türetmez orda yerleştirmez, yok eder. فَنْشَرَح kalbinide Allah'tan tarafa çevirir.”[1] 

         Huzuru rabıta ile istiğfar, zikrullahın çokluğu ile bu kanaldan pirine, üstadına teveccühünü çevirmek kanalından bu ceryan-i ilahi, aşk-ı ilahi buradan gelir.

Allah’ım mahrum etmesin.

 

 


[1]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.186 (Mısır). İmamı Celaleddin Suyuti, Dürrü’l-Mensür c.12.s.647 (Kahire), Hulasatu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an c.13.s.39 (Osmanlıca baskı).

 

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>