HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 8 (CÖMERTLİK, ALLAH İLE ALIŞ VERİŞ) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 8

8. Sohbet: CÖMERTLİK, ALLAH İLE ALIŞ VERİŞ

 

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

 

Evvel seneydi her halde köyde cami, taban kısmı yapıldı da çocuk okutacak yeri, şunusu, bunusu, hoca evi,  üstüne beton dökülecek.

Köylüde çalışıyorlar, başka garip de oluyor, namazlı namazsızlarda hep geliyorlar. Beton dökülecek, havada kış biraz.

İçimden geçti, ya Rabbi bunlar senin binana çalışıyorlar. İkindi zamanına kadar çalışacaklar, kum çek, beton dök, son bittikten sonra elinize sağlık, Allah razı olsun denilebilir. Amma karınları son derece aç, belki kimisinin evinde hazırda yemekte yok.

Bunlara bir yemek verme içimden geçiyor amma ya Rabbi sana malum ki niyet kalbim iftihar için, riya için değil. Filan adam bu kadar adama yemek yedirmiş, o maksadımın olmadığını biliyorsun.

Öyle karara geçtik kalben.

Ondan sonra evdekilere dedim ki, içimden yarın bunlara bir yemek vermek geçiyor.

Sen bilirsin dediler.

Anteb’e bir taksi tutalım, lahmacun yaptıralım, sizi meşguletmiyelim deyince kadınlar, onu yetiştiremezsin; yüz, yüzeli çalışan ameliye, köyün çoluk çocuğuda dolar, birisine git de denmez, sen bunu fırının olsa kavuşturamazsın dediler.

Ne yapalım deyince.

Biz büyük teşt ile pilav pişiririz, büyük bir kazan ile sulu yemek yaparız.

Dedimki et yok, et ne olacak?

İki gün önce kestiğimiz bir koyun gövdesi daha olduğu gibi duruyor, onu yaparız dediler.

Öyle deyince hanımlara dedim ki; sakının o gövdeden arkaya bir şey ayırıp bırakmayın. Hepsini yemeğe doğrayacaksınız.

Karara geçmiş olduk.

İkinci gün ameliye çok kalabalık toplandılar, beton tablası tahminen ikindi sıralarında bitmiş oldu. Bu çalışanlar çok yoruldular, emeklerini hiç esirgemediler. Hepsini evimize getirdik. Yemekler iki üç yere taksimatla açıldı.

Yemekler yenmeye başlandı, daha yemeklerin neticesi alınmadan baktım dış kapıdan bir adam, omzunda bir büyükçe naylon çuval, içide dolu ağzı bağlı o şekilde eve girip doğru ocaklığa girdi çuvalı ocaklığa bıraktı.

Ağzını çözdüler ki bir büyükçe koç kesmiş, içini çıkarıp temizlemiş, gövdesini olduğu gibi bıraktı gitti.

         Dedim ki bizimkilere, siz önceden onu yapmasanız Allah bunu size göndermezdi.

         Bilal babamın sözüne gelelim.

         “yavrum dedi Allah'ın dostları var, bazen Allah'la alış veriş yaparlar dedi. Derseniz ki Allah'la alış veriş olur mu? Olur dedi. Allah için güvenir, inanır bakarsın ki Allah'ın razı olduğu kendisine verdimiydi hemen arkasından gönderir. İşte alış veriş buna derler” dedi.

         Rabiatu'l-Adeviya validemizi biliyorsunuz. Allah razı olsun, ruhlarını şad etsin. Kadın erkek dememiş Cenâb-ı Hak, din yolunda kim sıdkı sadakat ile çalışırsa Allah veriyor. O da o kadar çalışmış Rabiatu'l-Adeviye validemiz ki mücahid; nefsiyle, şeytanıyla ne mücadeleler yapmış, neler yapmış, Allah'ta vermiş. 
         Hasan Basri hazretleri de onun asrında beraberlermiş aynı. Rabia validemizin bazı bundan kerametler görüküyor, acaib haller zuhur ediyor, herkes hayrete düşüyor.

         Hasan Basri hazretleri kendi gibi on tane kendiyle arkadaş oluyor. Gidelim bu Rabiye'yi bir deneme yapalım bakalım.

         On kişi geliyorlar evine ansızın, bir yer damı var böyle. İçeri oturuyorlar diyorlar ki ya Rabia, karnımız aç, bize acele yemek getir.

         Bir evin içinde köşede sofrayı açıyor Rabia validemiz, sofrada iki ekmek var. Misafir on tane, kazanı da boş.

         Ocak olur köy ocakları, boş kazanı ora koyuyor ağzı kapalı, gelip bunlarla oturuyor sohbette, biraz mahzun, müteessir.

         Biraz sonra kapı çalınıyor, kapıya varıyor:

         Ne istiyorsun?

         Ya Rabia, karnım son derece aç. Allah için evde bir yiyecek bir şey varsa bana ver diyor kapıdaki fakir.

         Geliyor sofradaki o iki ekmeğide alıp gidiyor o fakire veriyor. Hiç bir şey kalmıyor amma gelince bu sefer eski müteesirlik kendinden kalkıyor; ferah, açık, serbest konuşuyor.

         Bir müddet sohbetten sonra kapı çalınıyor, bir adam, yanında yirmi tane ekmek kuçaklamış al Rabiye şunu sana diyor.

         Aha gönderdi Cenâb-ı Hak.

         Sofraya koyuyor, varıyor kazanın altında ateş yok, su filanda koymadı kapağı kaldırıyor ki içinden yemeğin buharı böyle çıkıyor. Sofrayı açıyor bunlara yemek koyuyor.

         Yemekten sonra Hasan Basri hazretleri diyor ki ya Rabia diyor,       geldik karnımız aç, bize acele yemek dedik. Sofraya baktın iki ekmek var, mütessir mahzun oturdun. Sonra fakir geldi o iki ekmeği de fakire verince açıldın, müteessirlik kalmadı bu neydi? O yirmi ekmek gelmese ne yapacaktın? Bu kazanı ora koydun altında ateş yoktu, bu nasıl pişti?

         Diyor ki; geldiniz, sofraya baktım iki ekmek var, misafir on tane, sıkıştım. Cenâb-ı Hakk'a recada bulundum; ya Rabbi, senin sevdiğin acele bana bir fakir gönder, iki ekmeği de senin için o fakire vereyim. Arkasından işi ben sana havale edeyim. Biraz sonra o fakir geldi, iki ekmeğide verince ben kaygıyı attım. Ben Allahıma öyle güvençliyim ki en aşağı ona bir tane verirsem birine en aşağısı on diyor, en aşağı. Ondan sonra kaygıyı attım. Ben senetliyim öyle diyor, güveniyor.

         Ne kadar iman güvenci varki.

         Peki, bu kazandaki diyor ateşsiz bu yemek nasıl pişti?

         Yahu diyor, içimdeki bu Allah ateşi, bu Allah aşkı bir orayı pişirmeyince bu ateşin ne gereği var.

         O zaman Hasan Basri hazretleri diyor ki ya Rabia, bize bu kadar kerametler gösterdin amma kadınlardan hiç peygamber olan oldu mu? Diyor. Kadınlardan hiç bir peygamber var mı?        Rabiya validemiz,     evet diyor, kadınlardan hiç peygamber olan olmadı amma, kadınlardan hiç bir Allah'lık davası çalan kadınlardanda olmadı diyor.

         Hep erkeklerden Allah'lık davası çalanlar çıkmış.

         Çalışanlara Cenâb-ı Hak vermiş. Allah onların hürmetine bize güzel huylarından, inançlarından da ihsan etsin bütün ehl-i imana Cenâb-ı Hak.

         Kadın, erkek bu yolda biri birlerimize acıyıp, biri birlerimize madden, manen yardımcı; eliyle, diliyle, kalbiyle duacı olanlardan etsin Cenâb-ı Hak.

         Bu yolda, şu hased, kıskançlık, çekememezlik, maddiyet, menfaat, hürmet, hizmet bu gibilerin hepsinden bizi savuştursun Cenâb-ı Hak inşaallah.

         Böyle dua yapmak lazım, Allah ile kendi aranda.

         Bir gün bizim toplumun içinde Bilal babamın yanına ziyarete gideriz, Ökkeşe hazretlerine ziyarete gideriz. Kadın toplumu var, zikrullah var, sohbet var.

         Arkadaşların ileri gelenlerinden iki tane bir kaç tanesinin hareketleri kendi ölçüme gelmiyen yerler oluyor. Şüphelilerden sakınmadıkları, bazı yönlerde serbest oldukları kafama gelmiyor. Açıktan söylesem söz kabul etmezler, sen bunları kıskanıyorsun diyecekler, fitne uyanacak.

         O zaman ne yaptım artı kendi aramda Allah ile ıssız yerlerde dua yaptım; ya Rabbi, bu arkadaşlardaki gördüğüm hareketler, kendi nefsimin hasedliğinden kıskançlığından benim görüşüm yanlış hatalıysa sen benim içimi düzelt. Benim hased fikrim yok, kıskançlık fikrim yok, benim içimi düzelt ya Rabbi. Yok, bu gördüğüm hakikaten bunlarda mevcut ise bunları düzelt ya Rabbi. Bu emekler boşa gitmesin.

         Rü'ya âleminde gördüm bir ev yapıyor onlar. (Ondan sonra bu dualar oldu.) Ev yapmışlar birazda bu pencere kapıya kadar yapılmış üstüne ateleler atılıyor, eğri. Ölçü, terazisiz atıyorlar, eğri. Bu kadar emek çekiyorlar bunlar niye böyle ölçü tutmuyorlar böyle. Ondan sonra duaya meşgulolduk.

         Gide gide arkası aynen açığa da çıktı zuhurat ile.

         Onun için şu hadis-i şerif, akşamda söyledik.

            إِنَّ اللّٰهَ لَا يَنْظُرُ إِلٰى صُوَرِكُمْ وَ اَعْمَالِكُمْ بَلْ يَنْظُرُ إِلٰى قُلُوبِكُمْ وَ نِيَّتِكُمْ

         “Allah sizin dış kisvetinize, boyunuza bakmaz, soyunuza bakmaz illa kalbinizdeki taşıdığınız niyetlerinize bakar.”[1]

        

KALBE GELEN HAVATIR

Niyetlere gelen kötülükleri daima atarak ve Allah'ın rızasını, iyilikleri kalbte tutarak çalışanlardan etsin.

Kalbe gelir; kalb, dört odalı bir eve benzer; nefisten gelen var, şeytandan gelen var, ruhtan gelen var, akıldan gelen var, melekten gelen var, Cenâb-ı Hakk'tan gelen var kalbe.

         En mühim olan bizim Allah'tan gelenden, melekten gelenden, ruhtan, akıldan gelenlerden zarar yok. En fazla nefis ile şeytandan gelenler tehlike. Onları anlayıp onların üstünde durmadan atanlardan etsin Cenâb-ı Hak.

         Nefisten gelen kalbe futur ilhamlar; nefsin neye çok meyyalı var?

         Keyfe, zevke, şehvani arzular, dünyavi arzular, keyf, zevk, sefahat halları, bol yemek, bol içmek, buna benzeyenlere nefsin çok isteği var, bunu ortaya atar. Vermezsen çocuk gibi vazgeçmez. Çocuk ayağını yere vurur vazgeçmediği gibi nefiste arzusundan vazgeçmiyor.

         Nefis böyle.

         Şeytandan gelen futur ilhamlar; o nefis vazgeçmez durur, fakat şeytan değiştirir. Kalbe bir ilham, fütur, ığva kor hemde acele yapar. Onunla seni aldatamazsa onu değiştirir başka bir fikir kor, gene acele yapar.  En fazla itikat yönlerine çok bıçak atmaya çalışır; Allah'a, Resulune, pirine, şeyhına inanması lazım gelen yerleri daim gevşetmeye çalışır. Bunlarla çok uğraşır şeytan.

         Bunları anlayıp kalbimizden eğleştirmeden atanlardan etsin ki, kalb, Allah'ın nazargâhı oluyor.

                مَا وَسَعَن۪ي أَرْض۪ي وَلَا سَمٰٓائ۪ي وَلَا عَرْش۪ي وَلَا كُرْس۪ي إِلَّا قَلْبُ الْمُؤْمِنِ

         “yerler, gökler, arş, kürs, levhi kalem bana geniş gelmedi illa mü'min kulumun kalbi geniş geldi”[2] diyor.

         Peygamber efendimiz, ancak cennete mü'minler girer diyor.

         Peki, dünyada kâmil mü'min olmayanlar, imanı var, bunlar Cennete girmeyecekler mi?

         Cennet temiz yer. Öyle bir temiz yer ki; temizlerin yanına varırken temizlenip öyle varılması gerekiyor. Buradayken kâmil mü'min olmuş ise bu saydığım kötü ahlaklardan kalbini, niyetini selamete çıkarmış ise buradayken azap görmeden doğru temizlerin önüne çıkabiliyor.

         İmanı var da bu kötü ahlaklarından temizlenmemiş, onların artı münasip şekilde can çekerken, mezarda arınmazsa cehennemde cezasını çekecek, bu kötü ahlaklardan kurtulup mü'min-i kâmil olup öyle gelecek cennete.

         Allah burada kâmil mü'min etsin cümlemizi.

Burada ne yapıp yapıp çalışmalı; Allah korkusuyla, zikrullahla büyük zatların bizlere bıraktığı tedavilerle, az yemek, az konuşmak, az uyumak, zikrullahı çok, ölümü, Allah korkusunu çok tefekkürle bunlarınla tedavi olup mü'min-i kâmil olup öyle bir temizlikle mahşere varmamız gerekiyor.

                 يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَلا اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ س

         Şu dünya devri bitecek, devri mezara geleceğiz. Mezardan mahşere toplanacağız, ora gelindiği zaman dünyadayken“malınızdan fayda yok, evladınızdan fayda yok, namınızdan fayda yok,

                اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

         “illa dünyadayken Allah korkusuyla şu nefsimizin, şeytanın, dünyanın fitne, fesat arzu fikirleri şu kalbten sürüp çıkarıp bu kalbi zikrullah ile nurlandırıp öyle temiz bir kalb ile geldiniz ise onun size faydası var.”[3]

         Buda, burada düzelmesi gerekiyor. Azrail aleyhisselam indiği zaman bir anda jet teyyaresi (uçağı) gibi misalde hata olmasın o anda nereyi düzeltebilirsin.

         Şu eve misafir geleceği sana bildirildi, yüksek bir amir geleceği bildirildi amma, senesi, günü dakikası söylenmedi. Ev sahibi akıllı ise her gün evi derneştirmeli, temiz tutmalı her tarafı silip beklemesi lazım.

         Bize de Azrail aleyhisselamın yüzde yüz keskin olaraktan gelceği bildirildi. Amma günü, saati belli olmadığından ihtiyaten devamlı gece gündüzlü hazırlıklı olamamız gerekir ölüm gelmeden.

Canı veren bize Allah değil mi? En kıymetli cesetteki can değil mi? Canı veren kim? Allah değil mi?  Daha Allah'tan başka sağlam bir can verecek yer var mı? Azrail aleyhisselam da geldi, fedai olaraktan canı sahibine teslim edip emanetleri yerine kullanmayı nasip etsin Cenâb-ı Hak.

         Âmin. Ya Muin, veselamun ale'l-Mürselin ve'l-hamdülillahi Rabbi'l-Âlemine bi hürmeti'l-Fatiha.

 


[1]Müzekki'n-Nüfus s.215. İmamı Sarahsi, el Mebsut c.1.s.15 (Beyrut).

[2]Tefsirü'l-Geylani c.1.s.117 (Beyrut). Müzekki'n-Nüfus, Ahmed ibni Receb, Camiu'l-Ulum ve'l-Hikem s.398 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'suri'l-Hıtab c.3.s.174/4446 (Beyrut). Münavi Feyzü'l-Kadir c.2.s.496 (Mısır). İhya-i Ulumi'd-Din c.3.s.14 (Kahire)

[3] Şuara Suresi 26/88-89

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>