HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 9 (ALLAHIN DİNİNE YARDIM) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 9 |
9. Sohbet: ALLAH’IN DİNİNE YARDIM
Hacı Mustafa Güneş Efenedi Hazretlerinin Sohbeti:
(Adana)
Konuşmamıza Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri izin verirse inşaallah peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin salavat-ı şerifesiyle başlayalım.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizden önce İsa aleyhisselam, Musa aleyhisselam, Davud aleyhisselam, peygamberler gelmiş, İbrahim aleyhisselam.
İbrahim aleyhisselam mürsel büyük peygamberlerden, Musa aleyhisselam mürsel peygamberlerden, İsa aleyhisselam mürsel peygamberlerden. İsa aleyhisselama İsa-i ruhullah; Allah bir ruh üfledi İsa aleyhisselama. Babası olmadığı halde Meryem validemizden dünyaya geldi. Onun için İsa-i ruhullah denildi.
Musa aleyhisselama Musa-i kelimullah; tur dağına gider, Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ile kelam konuşur.
İbrahim Halil peygamber aleyhisselam altıncı göğe kadar mirac yapmış ordan yukarı çıkılmamış. Çok ibtila çok belalara katlanmış, ataşa atılmış din yolunda, Allah uğurunda O'nada Halilim demiş. Halilullah Allah'ın sevgilisi demek yani Halilim, sevgilim.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizden önce bu mürsel peygamberlere Halilullah, Musa-i kelimullah, İsa-i ruhullah Allah'ın ruhundan ruh gelir. Meryem validemiz hiç bir kocaya gitmeden hamile oldu. Onun için İsa-i ruhullah dediler.
Musa-i kelimullah Allah ile kelam etti.
İbrahim aleyhisselam, Halilullah; Allah sevgilim demiş, çok büyük belalardan geçmiş. Büyük imtihanlardan geçmiş Halil aleyhisselam. Onun için Halilullah ünvanı verildi.
İbrahim Halil peygamber aleyhisselam Mekke'de de çok böyle müşrik dinsizlere karşı savunmuş, ibtila, belalar çekmiş. En sonu sıkışık bir durumda kalmış kavmin içinde. Cebrail aleyhisselam geldi ya Halil, Allah'ın selamı var bir çilehane düz, onun içine gir, kırk gün la ilahe illallah zikrine gece gündüz devam edeceksin. Uyumak yok, yatma yok, sökenme yok.
İbrahim Halil peygamber aleyhisselam o tarif üzerine bir çile hane düzdü; oturunca iki tarafında boşluk yok, ayağa kalkınca namaza kafadan yukarı bir süngüç boşluk var. İçeriye hiç bir ışık güneş ziyası girmemesi lazım, kapısı muntazam, her tarafı siyah çamurla suvanmış, gözünü yumsanda bir yummasanda. Zerre kadar bir içeri hava girmeyecek, ziya girmeyecek.
Bu şekilde kırk gün gece gündüz la ilahe illallah zikrine devam etmiş. Otuz beş otuz altıncı günler tahminen aklımda kaldığı kadar, zikrulahın ataşı, nuru burnundan ağzından böyle zuhur etmeye başladı.
Kendine bakım yönünden gelip giden dışarından bir arkadaşı vardı. İbrahim aleyhisselam kendisi çilehanede, zikrullaha çalışıyor. Bir gün baktı ki kendinin bu ceset börkleri sağ sol börklerinden zuhur etti. Ellerinde sayısı yok. Buralardan bu iki elden başka manevi iki börkten eller uzuyor, şehrin içine gidiyor geliyor. Şehrin içinde nerde dinsiz, müşrikler varsa bu eller uzuyor tutup tutup şehirden dışarı atıp fırlatıyor.
Kendisi orda bu eller burda. Acaba ya Rabbi, bu hayal mi, bu nedir? Devam ediyor böyle.
Sabahleyin geldi o adam, dedi ki ya Halil, çık çık dedi artı tamam. Daha kırk günü tamamlamadan ne kadar Mekke'nin içinde müşrikler, dinsizler varsa pılını pırtısını yükleyen şehirden başını alıp gidiyorlar dedi.
İbrahim aleyhisselam bildi ki kendinden zuhur eden manevi eller hakiki, iş yapıyor.
İşte İbrahim aleyhisselam, o iptilalarda ataşa atıldı Urfa'da. Ateşe mancılığa koydular. Çok iptila, bela çektikten sonra hapislerden sonra Cebrail aleyhisselam dedi ki ya Halil, bir hacetin, isteğin var mı? Biraz yardımda bulunayım.
Dedi ki, şimdi benim Rabbım bu vaziyette halımı görüyor mu?
Evet, görüyor.
Biliyor mu?
Biliyor.
Öyleyse sende benim gibi Allah'ın yarattığı bir mahlûksun dedi. Kendi madem bilirken görüp dururken benim yanmamda rızası varsa yaksın ben razıyım dedi.
Tamamen Allah'a tevekkül teslimiyeti son hitam buldu. Mancılığa attılar. Yüksek tepeden aşağı daha inmeden Cenâb-ı Hak Teâla hazretleri Kur'an-ı Kerimin'de haber veriyor ki, biz dedik ki;
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰىٓ اِبْرٰه۪يمَۙ
“ya ateş, Halilimin üzerine sakin selamet ol.”[1]
Sakin ol dediğinde kalsa belkide üşürdü. İşte onun için bu kadar iptilalara canıyla, malıyla imtihandan geçtikleri için Halilullah denildi. Halilim dedi sevgilim.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimizden önce bu peygamberler bu dereceyi almışlar; Halilullah, İsa-i ruhullah, Musa-i kelimullah, Âdem-i safiyyullah.
En sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, bütün varlık, bütün kâinat, yerler gökler, hepsi O'nun yüzü suyu hürmetine olan en sevgili habibi olan peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretlerine bu şerefi veriyor.
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمً
اِنَّ اللّٰهَ “muhakak Allah'ta O Habibinin üzerine salatu selam ediyor. Salavat getiriyor. وَمَلٰٓئِكَتَهُ bütün meleklerede emrediyor meleklerim sizde habibime salavat getirin.
يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمً
“ey Allah'a iman ettim diyen müslümanlar sizde Habibimin üzerine salat ile selam eyleyin.”[2]
En yüksek dereceye çıkıyor. Bütün yerde, gökte melekler Cenâb-ı Hak kendisi de habibine salatu selam ediyor.
Allah O'nun şefaatına cümlemizi layık etsin.
Salavat-ı Şerif
Her kim diyor peygamber efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri;
مَنْ صَلَّى عَلَىَّ مَرَّ ةً وَاحِدَةً صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ عَشْرَ مَرَّةٍ
“bana bir kerre salavat-ı şerife getirse Allah o kimseye on defa rahmet eder diyor.” [3] Her kim bana
مَنْ صَلَّى عَلَيَّ ف۪ى يَوْمٍ مِئَةَ مَرَّةً قَضَى اللّٰهُ لَهُ مِئَةَ حَاجَةٍ سَبْع۪ينَ مِنْهَا ِلآخِرَتِه۪ وَثَلَاث۪ينَ مِنْهَا لِدُنْيَاهِ
“her kim bana yüz kerre salavat-ı şerife getirse Allahu Teâlâ hazretleri o kimsenin yüz hacetlerini reva eder. Dünyada otuz hacetlerini yetmişde ahret hacetlerinden işlerini denkleştirir, kolaylaştırır.”[4] Salavat-ı şerifi yüz tane getirdiği için.
مَنْ صَلَّى عَلَىَّ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مِئَةَ مَرَّةٍ لَمْ يَفْتَقِرْ اَبَداً
“her kim bana beşyüz salavat getirse günde, yemin ederim ki o kimsenin iki dünyada, hor, hakir olmayıp yüksek adam olacağına yemin ederim”[5] diyor peygamber efendimiz.
مَنْ صَلّٰى عَلَيَّ أَلْفَ مَرَّةً
“Her kim bana bin kerre salavat-ı şerife getirse
حَرَّمَ اللّٰهُ جَسَدَهُ عَلَى النَّارِ
“Allah o kimsenin cesedini cehennem ataşına haram eder”[6] diyor.
Maddi manevi çıkmazlara, dolaşıklara düşüldüğü zaman huzur-u kalb ile saygı tazimle salavat-ı şerifelere yüklenirse çok getirilirse çözülmeyen düğümler, salavat-ı şerifeler hürmetine Cenâb-ı Hak çözer. Hal olmayan müşkül işler hal olur, sıkıntılar gider.
Hangi memlekette peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem üzerine böyle tazimle çok salavat getirilirse Allah o memleketi diyor yağmur, rahmet su kısıklığı vermez orda, bol verir, o getirilen salavat-ı şerife hürmetine.
Allah cümlemizi şefaatına layık etsin. Onun için peygamberimiz,
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّت۪ى فَهُوَ اُمَّت۪ى مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّت۪ي لَيْسَ اُمَّت۪ي
“sünnetimi hakkıyla tutup ahya eden benim ümmetimdir.”[7] “sünnetime rağbet etmeyenler uymayanlar ümmetim değil”[8] diyor.
Allah sünnetini hakkıyla tutan halis mü'min kullarından etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
Sobetimizin önünde Sultan Muhammed Fatih hazretlerinin bir bahsinden başlayalım dedimdi. İnşaallah Allah izin verirse yine ordan bahsedelim. Arkasından Cenâb-ı Hak bizim için nasıl rızalı menmuniyeti varsa fayda olacak, o şekilde konuşup o şekilde iftiharsız, riyasız konuşup amel de bulunanlardan etsin.
Bugün acındım dedimdi size. Bizim arkadaşlar geldiler; İngilizler bizim Türk bekâr kızlarımızı maddi menfaat uğrunda İngiliz lisanını size kolaylıkla öğreteceğiz diye böyle şebekelerle Müslüman kızlar oraya akın yapıyorlar dediler. Orda ingiliz lisanı öğrenecek, onun yanında başka şunlar bunlar diye önü böyle arkası zehirlenmek.
Acıdım.
O zaman o dedi ki, ben yakın akrabalarıma dedim ki dedi Hristiyan, Yahudiler, Ermeniler getirip bekâr kızlarını Türkçe öğretin diye size tenha evinizde size teslim ediyorlar mı? Nasıl siz Allah'tan korkmayaraktan böyle namusumuzu; bekâr kızları götürüpte ingiliz gâvuruna teslim ediyorsunuz? Burda ingilizce öğretecek kimse yok mu?
Duyunca çok üzüldüm.
Allah namusumuzu, dinimizi, vatanımızı kendi Rabbım muhafaza etsin.
Bu konuda Fransız devleti Cezayır'le; Cezayir, Müslüman, kardeşlerimizle bir harp ederlermiş sultan Muhammed Fatih hazretlerinin zamanında.
Sultan Muhammed Fatih hazretlerinin şeykhıda Akşemseddin, ondan intisaplı, dersli. Evrad, ezkarına çalışan bir şahıstı.
Şeykhının tekkesinde otururken ajans geldi. Şimdi radyolar, televizyonlar o günün hükmüne işte gazeteye benzer ajanslar gelirmiş. O şeykhın tekkesinde toplumun içinde ajans okunuyor. Fransız kâfirleri galaba gelmişler. Cezayır'daki bizim Müslüman kardaşlarımızın kadınlarını ve bekâr kızlarını esir etmişler. Onlara yapılan hakaretler bu ajanslarda okununca o şeykhın tekkesinde Sultan Muhammed Fatih hazretlerinin içi yandı, gayr-i ihtiyarı bir ağıt geldi kendine.
Nerde olursa olsun İslam olunca, nerede o acı duyarsa burdaki acı duyması gerekir. Hakkıyla Müslüman böyledir. Dayanamaz; dinine, namusuna kardaşına böyle gelen hakarete dayanamaz Allah korusun.
Orda ağıtını yenemiyor. Hınkçırı hınkçırı hınkçırı böyle artı gayr-ı ihtiyarı ağlarken ağlarken ağlarken bütün cemaatı ağıta götürüyor. Ağıt biraz sakin olunca şeykhı Akşemseddin hazretleri kendi başına giydiği namaz takkesi o günün her neyse onu alıyor Sultan Muhammed Fatih hazretlerinin başına giydiriyor.
Oğlum diyor şimdiki şu din kardaşlarına ve onların namuslarına kadın, kızlarına yapılan hakaretine dayanamadığından, bu iman olduğundan dayanamadığından dolayı şu böyle ağıtıyın üzerine şu anda diyor, İstanbul'un fethini Allah sana nasip etti ve Fransızların pişmiş helvasınıda Allah sana nasip etti.[9]
O cevap geçiyor. Zaman geçtikten sonra Sultan Muhammed Fatih hazretleri İstanbul’un fethi için harbe geçiyor.
Her gün gider mağlup olmadan galibiyetle gelir istanbul'u alamıyor. Böyle azimli çalışırken çalışırken bir gün geldi böyle bu fedakârlıkla bileğini gösterdi tekkede. Yani şu bilek olunca her zaman böyle galip oluruz deyince şeyha biraz hoş gelmedi.
Şeyhı, sen bu bilekten mi biliyorsun bu nusratı? Dedi.
Devrisi gün biraz mağlup oldular. Ondan sonra tövbe istiğfar etti, nerden geldiğini anladı.
Böyle böyle fakat feth edip alamıyor. Şeyhına söyledi bunu neden biz feth edemiyoruz.
Akşemseddin hazretleri dediki Ayasofya'nın içinde (onda kilise imiş ora.) (Ayasofya’nın içinde Harun Reşid zamanında elçi olarak gelen ve Veysel Karani hazretlerinin halifelerinden olduğu rivayet olunan şeykh Maksud’un halifelerinden) bir Müslüman vardı, Allah'ın sevdiği evliyası. Duası müstecaptı. Oda her gün dua yaparmış; Allah'ım İstanbul'u sen muhafaza et koru İstanbul'u muhafaza et koru. Sağ böğründe ya Vedud ismi tecelli etmiş o zatın. Onun duası müstecap, elli gün kaldı onun eceline, ondan sonra alırsın.
İşte o gün geçtikten o öldükten sonra İstanbul'u fethediyor.[10]
İstanbul'u fethetmezden evvelde İstanbul kralı oğluna Fransız kralının kızını nişan takmıştı. Bu feth edilmezden evvelde İstanbul kralı oğluna gelin getirmek için çok kalabalıkla Fransa'ya gitmişler. Fransız kralının kızını yanında üçyüz mü dörtyüz mü bekâr kız, böyle bu şenliklerle bu kadar maddiyetlerle burdan haberleri yok aynı gün fetholduğu gün gelip iskeleye dayanıyor.
Sultan Muhammed Fatih hazretleri çevirip teslim alıyor gemiyide, Fransız’dan gelen gelinide, o üçyüz dörtyüz ne varsa teslim alıp hepsini getirip şeyhın tekkesine teslim ediyor.
Şeyhı, dervişlerin içinde bekâr olanlara Fransız'dan gelen kızları Allah'ın emriyle Müslüman olup nikâh ediyor. Fransız'dan gelen Fransız kralının kızını onuda diyor ki Sultan Muhammed Fatih hazretlerine, “bunu sana nikâh edeceğim yalınız Müslüman olmuyor” diyor.
Sen müsade edersen inşaallah Müslüman olur diyor. Onuda ona teslim edip nikâhını kıyıyor, götürüyorlar herkes.
Sabahleyin Sultan Muhammed Fatih hazretleri gelip şeyhının yanına oturunca “anladın mı diyor padişah olmazdan evvel şehzadeliğiniz zamanında Fransız'ların pişirdiği helvasını Allah sana nasip etti dediğim işte buydu bu günküydü diyor.[11]
Ondan sonra o Fransız kızı İslamiyet’e geçtikten sonra öyle bir takva olmuş ki, her Ramazan ayı geldiği zaman yevmiye gün dört yüz tane fakir boğazını doyurur, sırtını donatırmış yevmiye gün böyle.
Altı tane mi beş tane mi evliyaullah onlardan dünyaya gelmiş.[12]
İşte burda ayetin meali:
اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
“her kim Allah'a yardım ederse Allah'ta ona yardım eder. Ayağını sabitkadem eder kaydırmaz”[13] diyor.
Kulun Allah'a yardımı ne olabilir?
Din Allah'ın. Her kim Allah'ın dinine, diliyle, ilmiyle, malıyla, canıyla çalışırsa Allah'ta o kimseye yardım eder, ayağını sabitkadem eder, kaydırmaz.
İşte Sultan Muhammed Fatih hazretleri ve onların ecdatları Ertuğrul Beyler, daha böyle Rusya'dan gelip dine, İslamiyet'e hizmet yaptıkları için kendileri ve kendilerinin torunlarının torunları altıyüz küsür sene bu saltanatın meyvesini yediler.
Allah, hakkıyla dine çalışanları rezil etmez, iki dünyada onların sultanlığıdır.
Allah, ihlaslı çalışan kardaşlarımızdan etsin cümlemizi Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
İşte Sultan Muhammed Fatih hazretleri, birde beyti aklıma geldi onu söyleyeyim.
Sultan Muhammed Fatih hazretleriyle Avrupa devletlerine övünüyoruz yeri gelirse. Onun itikadını, onun ibadet, itaat, hizmetinide söylesene. Nasıl kazandı o?
İmtisalu cahidu fillah olmaktır niyetim
Hamdülillah var gazaya hezaran bin rağbetim
Embiyayu evilayaya istinadım var benim
Himmet-i ricalullah ile ehl-i küfrü yere çalmaktır niyetim.
İmtisalu cahidu fillah dediği; Kur'an-ı Kerim'de, din içün, namus içün, vatan içün harp edin, bu emre imtisal etmişim.
Hamdülillah var gazaya hazaran bin rağbetim, çalışmaktayım.
Enbiyayu evliyaya istinadım var benim diyor. Dünyadan ahrete göçmüş olan peygamberlerin, evliyaların ruhaniyetlerine istinatgâhım, dayancım var benim.
Himmet-i ricalullah ile himmet-i ricalullah dediği; hayatta bulunan dünyada yaşayan sağ olan Allah'ın sevdiği manen buluğa ulaşmış evliyaların yardımıyla ehl-i küfrü serte ser edip yere çalmaktır niyetim diyor.
Allah Korkusu Ve Alametleri
İtikad inanç ne derecede olursa onun kadar mahsulünü alır kul.
اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْد۪ى ب۪ى
“Allah'a kulun zannı ne derecede ne miktarda ise onun kadar karşılığı olur.”[14]
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ ﴿﴾ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا ﴿﴾
Her kim Allah'tan korkarsa; Kur'an-ı Kerim'de ayet:
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ
“herkim Allah'tan korktuysa bütün mahlûkta ondan sakınırlar, heybet alırlar. Allah'ta o kendinden korkan şahsı hiç kortuklarına düşürmeden nereye atsalar çeker yine selamete sakine çıkarır.”[15]
مَنْ خَافَ اللّٰهَ خَوَّفَ اللّٰهُ مِنْهُ كُلَّ شَيْءٍ
“her kim Allah'tan böyle hakkıyla korkarsa Cenâb-ı Allah onlara heybet verir, sair mahlûkta diyor peygamberimiz, ondan korkar, heybet alırlar.”[16]
Bu kadar peygamberlerimiz, evliyalarımızı ölüme sürüklediler, neler yaptılar, neler yaptılar. Cenâb-ı Hak tuttu bunu selamete çıkardı.
Tek başına peygamberimiz bütün dünyaya İslamiyet’i yaydı Cenâb-ı Hak muhafaza etti.
Biraz ibtila, sıkıntı, bela çekildiyse onunla derece yükselecek, onun için.
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ
“her kim Allah'tan hakkıyla korkarsa Allah'ta onu korktuklarının hiç birisine uğratmadan çekip onları harice selamete çıkarır”[17] diyor. Korkulardan, neden korkuyorsa; dünya darlığımı, ölüm korkusumu, cehennem korkusumu, düşman korkusumu, neden korkuyorsa o korktuklarından alır selamete çıkarır, vaad ediyor.
Bundan sonra bu Allah korkusunun alametleri, işaretleri ki; Allah'ın emirlerini hüve hüvesince yapmamaya korkar, korkan adam. Allah bunu yapın demiş. Korkmanın alameti; Allah'ın yap dediğini yapmamaya korkar.
İkinci alameti; Allah bunları yapman diye nehyetti, korkmanın alameti, onu nehyettiğinide yapmaya korkar.
Tamam, işte alamet bunda var.
Bu şekilde azimli çalışırsa:
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
“Onun rızkına genişlik verir diyor. Ummadığı yerden artı rızkınıda kolaylıkla vermeye başlar.”[18]
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Bu yönde nefsiyle şeytanıyla insanlarla bu müacedelesinde devam ettiği halde başına gelen hastalık, sıhatlık, darlık, bolluk, ibtilalık, her türlü gelen bu yolda sıkıntılarda da beni her işine vekil yaparsa
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ
Vekilim sensin ya Rabbi. “bana havale eder, beni vekil yaparsa her işine
فَهُوَ حَسْبُهُۜ
“onun her ne hesabı varsa bana ait her hesabına ben kâfiyim”
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ
“Allah bir işi murad ederse haşa âcizi değil yapacak yapmak istediği bir işin hakkıyla buluğudur. Gücü kuvveti yeter.”[19]
Onsekiz yirmi yaşındaki bir çocuk o yaşlara gelince buluğa ulaştı. Gücünün miktarı yapmak istediği işi yapar. Buluğa erdi derler.
Allah'ta yapacağı bir işin buluğudur, haşa âcizi değildir. Bir anda yeniden bir dünya yapmak isterse yapar. Çünkü Allah'ın yapmak istediği haşa kullarınki gibi değil. Kulların uzun boylu hesabı var, tebdili var, çalışması var, bilmem nesi var nesi var. Cenâb-ı Hakkı'n ki öyle değil.
اِذَآ اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“ne zaman bir şeyin yapılmasını murad ederse diyor Cenâb-ı Hak kendi yapılmasını murad ederse kün demesiyle bir anda var olur.”[20] Bu kadar.
Allah yapacak işinin böyle âcizi değil buluğudur diyor.
اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Allah'ın kullarının hakkında yapacağı iş kulların kendisine ne kadar tevekkül, teslimiyeti, inancı zannı varsa onun miktarı kadar olur.”[21] Zayıf ise zayıf olur, orta ise orta olur, kuvvetli ise kuvvetli olur.
Bu yönde zannımızı Cenâb-ı Hak kendine hakkıyla kuvvetli itikad, iman sahibi olan dostlarından etsin.
Pirimiz Şeyh Abdulkadir Geylani kaddese sırrahu Efendimizin bir menakıbında okudum.
Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani kaddese sırrehu'l-Aziz efendimiz bir gün bakıyorki bir Müslüman’la bir hristiyan münakaşa yapıyorlar. Hristiyan devamlı iddia ediyor ki bizim Müslüman'a, bizim peygamberimiz sizinkinden yüksek peygamber.
Bizim Müslüman diyor ki; haşa bizim peygamberimizden kimse yüksek olamaz.
Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani efendimiz, Hristiyana diyor ki; senin iddian nedir bu kadar? Ne iddian senin bizim peygamberimizden yüksek olduğuna?
O, “bizim peygamberimiz İsa aleyhisselamdı.
Evet.
İsa aleyhisselamda ölüyü diriltirdi.
Bu mu iddan? Diyor.
Evet, diyor.
Gel bakalım.
Kolundan tutuyor bir mezarlığa.
Gel bakalım, ben peygamber değilim, O'nun bir ümmetiyim. Göster bakalım şu diyor mezarın hangisini gösterirsen göster. Eğer bu ise iddian.
Bir eski mezar, şunu dirilt diyor hrıstıyan.
Mezarın bir tarafında iki rekât bir namaz, namazdan sonra duayı topluyor, geliyor mezarın sağ tarafına:
قُمْ بِإِذْنِ اللّٰهِ
Derhal mezar açılıyor, mevta, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhderhal Hristiyan İslamiyet'e geçiyor.
O'nun itikadı kemal bulmuş. Allah onların hürmetine iman ve itikadlarımızı hakkıyla kuvvetleştirsin, zayıfa düşürmesin Cenâb-ı Hak.
İşte kulların Allah'a zannı, dayancı tevekkülü, teslimiyeti ne miktarda onun kadar yapar diyor.
Biz daima ipin bir ucunu kendi elmizde tutmak istiyoruz. Tamamen O'na teslim olamıyoruz. İlla bir tarafını yine bizim irademize getiriyoruz.
Şeyhın bir tanesine bir mürid gelmiş. Onlar zamanlarında neleri varsa satarlar, savarlar şeyhın yanına gelir. Şeyha parayı teslim eder, kendiside tekkede ne vazife yapılırsa orda o vazifeyi yapar. Horantası varsa onlarda oraya gelirler.
Bu şekilde malını, eşyasını satmış getirmiş şeyha teslim etmiş bir vazifede çalışırken çalışırken kafasına biraz dolaşmaya başlamış; diyor ki, aha şeyhın öldü, bizim halımız ne olacak? Mal mülkde gitti, parada kendine teslim oldu. Şimdi biraz yiyoruz içiyoruz amma işin arkası nasıl olacak?
Bakmış ki olmuyor, şeyh demiş ki, oğlum, şeyh parayı yemedi, aha paran şu döşeğin altında duruyor. Gel demiş, aha paranı al. Ben parayı harcamak için almıyorum. Bunun fikri seni dolaştırmasın. Tamamen bundanda at ki Allah'a tamam teslim olasın, bunun için. Aha parayı demiş ben almıyorum. Götüreceksin parayı denize atıp geleceksin.
Peki.
Emir oldu. Gitmiş denizin kenarına. Yine demiş yahu aha şeyh öldü, bizde bu parayı attık denize, başka bir şeyimiz yok, ne olacak? Parayı bir çıkın ediyor, çıkınında üzerine sağlam bir ip bağlıyor, ipin bir ucunu çıkına bağlıyor bir ucunu denizin kenarına otların içine sağlam bir kazzık çakıyor, bir ucunu kazzığa bağlıyor otların arasından göstermeden gizli, birinide çıkına bağlıyor.
Ne zaman diyor sıkışırsam ipten gelir çeker parayı ben alırım.
Geliyor.
Attın mı diyor.
Attım şeyhım.
Oğlum ipi kes kes. İp kesmezsen olmaz, ipin bir ucunu elinde tutuyorsun. İpi kesmezsen olmaz diyor.
Ondan sonra varıp ipi kesiyor.
İşte bu yönlerde itikad, maddiyetine, ilmine dayananlar çok fazla bir nasip alamıyorlar maneviyattan. Malımı var, maddiyatımı var, servetimi var, biraz ilmimi var zahirde. Ona biraz dayanıpta onunla kalmasında manevi yönden nasip alamıyor.
Allah sevdiği kulları böyle denemeler yapıyor. Tevekkül teslimiyetlerini sınaması var.
اَشَدُّ النَّاسِ بَلٰٓاءً اَلْأَنْبِٰٓياءُ ثُمَّ الْعُلَمٰٓاءُ ثُمَّ الْأَمْثَالِ
“Nasın içinde en büyük belalarla imtihan olunan peygamberlerdir. Ondan küçük belalarla imtihan olunanlar da evliyalar, ondan küçük belalarla imtihan olanlarda onların yolunda yürüyenlerdir.”[22]
Muhakkak ibtila çekmişler.
Meşakkat çekmeyen terakki bulmaz
Belasız vuslatı cenan olmaz.
Bir amelle çalışı çalışı bir makama varır diyor. Ondan öte muhakkak bela çekmeden orayı geçemez diyor.
Allah götüremeyeceklerimizden esirgesin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri. Sair imtihanlardan doğru çıkanlardan etsin. Ve lisanımızı gıybetten, husumetten muhafaza buyursun. Özümüzü, sözümüzü, gözümüzü kendi muhafaza buyursun.
Hümeze Lümeze Ehli
Kur'an-ı Kerim'de bu hususlarda bir ayet-i kerime var.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ
Cehennemdeki “veyl, bir hutame denilen bir cehennem var, o şu kimselere olsun ki bunlar hümeze, lümeze ehli olanlar için. وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ hümeze nedir lümeze nedir?
Hümeze; şu toplum cematımızda oturuyor, orda bir kısmına bakar elbisesi horaf, kendisi sefil bi çareler olur icabında. Buda elbisesi düzgün, maddiyeti düzgünler olabilir. Bu maddiyeti düzgün olanlar gene kendileri düzgün olanlar bir birlerine bakarlar, onları biri birlerine him kaş ederler, kafalarıyla onu gösterirler gülerler. Hümeze bu. وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ bütün bu hümeze ehlinin hepsi hutame Cehennemine girecek. Hümeze, toplum cematta onun konuşması hoşuna gelmez alay eder, cinsini alay eder, taklitini yapar, güler, onu horsunmak gibi bir kale almaz. Bu durumda olanların hepsi hutame cehenneminin ehli olur.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ
Lümeze nedir? Lümezede; bu cemaatta gördü, böyle hor adamlar gördü bi-çare; konuşmasında sefil, maddiyatı yok, külfetli, sefil bi-çare, burda onları birbiriyle, düzgünler; malına dayananlar, bakar, güler, istiza eder ona doymaz, birde bu cemaatın arkasından tekrarlar onların gaybinden, tekrar bir daha söyler, söyler güler. Lümezede bunlar.
Tekrar arkalarından onları söyleyip söyleyip gülerler.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ
Bunların bu kötü ahlaka sahip olmaları; cesatları sağlam, ya maddiyetleri sağlam, ya soyu boyu kalabalık, zahirde hükmü var, bunlara ve buna benzeyenlere güvenip dayanmayla böyle iftiharlı, mağrurlu olur, onları hümeze lümeze yapar.
Bunların bu ahlaklarının sebebide budur.
Allah korusun bundanda cümlemizi ki, Allah'ın yarattığı kulları böyle hümeze lümeze edenlerden etmesin.
كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ وَمَآ اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ اَلَّت۪ي تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْئِدَةِۜ اِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌۙ ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ
İşte hutame cehennemine layık olanlar, lümeze hümeze ehli olanların hepsini içine alıyor. O cehenneminde sırf işi, hümeze lümeze ehlinin için safi ateş; içerdeki kapıları büyük ateşten, kapılarının arkasındaki sürgüleri ateşten büyük sürgüleri ve içindeki arkasında destekleri, direkleri ateşten kalıplar, hep ateşten olduğunu böyle haber veriyor.
Onun için İslam ihvan din kardaşlarını hor görüp, gülmeden Allah bizi nehy ediyor. Onları maskaraya almaktanda bizi nehyediyor.
Allah korusun.
Birde biri birlerinizi haset yapmayın.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri şöyle buyuruyor ki;
لَا يَجْتَمِعُ الْاِيمَانُ وَ الْحَسَدُ ف۪ي قَلْبِ عَبْدٍ اَبَدًا
“bir kulun kalbinde hasedle iman diyor beraber yerleşip durmaz.”[23] İmanla haset bir kalbte yerleşip durmuyor. Ya hased imanı yok eder, ya iman hasedi yok eder.
Bir hadisinde yine buyuruyor ki;
إِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ
“hasetlik, ateş üstüne konan odunu yakar nasıl imha ederse; hasedde insanın içinde çıkmazsa yaptığı ibadetlerin hepsini yakar imha eder yok eder”[24] diyor.
Allah ümmet-i Muhammedi Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi ahlaklardan korusun. Kendi korkusunu, muhabbetini kalbimize yerleştirsin.
Şeytana Nasıl Galip Geliriz?
Sahabelerden bir tanesi geldi bir gün peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimizin yanına
اُوصُن۪ي يَا رَسُولَ اللّٰهِ
“bana bir vasiyet yap.” Nefsin şeytanın elinden halas olayım onlara galip geleyim Allah'ın rızasına kavuşayım.
عَلَيْكَ بِتَقْوٰى اللّٰهِ تَعَالٰى فَاِنَّهَا جِمَاعَ كُلِّ خَيْرٍ
“Allah korkusu senin üzerinde olsun bir an yüreğinden Allah korkusunu çıkarma bütün hayrın hepsinin toplumu Allah korkusunun içinde.
Nerde olursan ol Allah korkusu olunca fenalık yapamaz. Allah korkusundan, geri vazgeçer, çekilir. Bütün kötülükler, Allah'ı unuttuğundan, Allah korkusu kalbte olmadığından sapıtmalar zuhur ediyor. Birinci vasiyet bu diyor.
İkinci;
وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ تَعَالٰى
Allah'tan korkunca Allah'a karşı ibadetinde, taatlarında nefsinle şeytanınla uğraşmak, mücadele yapmak üzerine olsun senin.Nefsinle şeytanınla din yolunda, Allah yolunda, bunların arzularını kıraraktan mücadele yapmak senin üzerine olsun.
Böyle nefsinle şeytanınla Allah yolunda, ibadet yolunda, zikrullah yolunda, Allah'a kavuşmak azim yolunda çalışman, evvelki peygamberlerin ümmetlerinin ruhbanlığını kazanırsın.
فَاِنَّهُ رُهْبَانِيَّةُ الْمُسْلِم۪ينَ
Nefsinle mücadele yapman, elli sene kırk sene onların ıssız tekkelerde, türbelerde, mağaralarda çalışanlara ruhban derlerdi. Senin böyle nefsinle şeytanınla mücadele yapıp uğraşman onların kırk elli senelik ruhbanlığını kazanırsın.
وَعَلَيْكَ بِذِكْرِ اللّٰهِ وَتِلَاوَةِ الْقُرْآنُ فَإِنَّهَا نُورٌ لَكَ فِى الْاَرْضِ وَذٰلِكَ لَكَ فِى السَّمٰٓاءِ
“bu şekilde zikrullah yapmak devam etmek üzerine olsun; her yerde otururken, kalkarken, toplu, yalınız, kendin duyacak kadar yatağın içinde böyle zikrullaha devam etmek üzerine olsun. Ve Kur'an okumak üzerine olsun. Bunlarda senin için yerde gökte her yerde sana nur ışık verir. Kur'an okumayan (okuma bilmeyen) kimseler üç kulhüvallahu ehad okusa bir Kur'an hatmetmiş olur.
Arkasından
وَاَخْزِنْ لِسَانَكَ اِلَّامِنْ خَيْرٍفَاِنَّكَ بِذٰالِكَ تَغَلِّبُ الشَّيْطَانَ
“dilini gereksiz kelamlara depretme, her gereksiz kelamları konuşma; kalbinde biraz huzur-u rabıta ile konuşacağın kelamı düşün, öyle dışarıya bırak. Her geleni düşünmeden bırakma.
Dil, Allah'ı zikretmeye, Kur'an okumaya, güzel kelam konuşmaya, anlatmaya, anlamaya bunun için yaratılmış. Her rast geldiğin yere bunu bıraktırma, depretme, dilini güzel konuşmaya alıştır. O zaman bu vasiyetlerimi tutarsan nefsin, şeytanın üzerine sen galip gelir, Allah'ın rızasına kavuşursun.”[25]
Şeytan Ve Askerlerinin Şerrinden Kurtulanlar
İkinci bir hadisinde buyuruyor ki yine peygemberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri:
ثَلَاثَةٌ مَعْصُومُونَ مِنْ شَرِّ إِبْل۪يسٍ وَجُنُودِه۪؛ اَلذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَث۪يرًا بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْمُسْتَغْفِرُونَ بِاْلأَسْحَارِ وَالْبَاكُونَ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ
“üç kimseler şeytanın ve avanaları askerinin ellerinden kurtulur.
Birisi:
اَلذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَث۪يرًا بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ
Birinci; “gece ve gündüzde abdestli, huzurlu huzur-u kalb ile her yerde işinin başında zikrullaha devam eden kimseler.
İkinci;
وَالْمُسْتَغْفِرُونَ بِاْلأَسْحَارِ
“Seher vakitlerinde uykudan kalkıp teheccüdle namazla zikirle yaptığın günahları nadimlikle istiğfara devam eden kimseler.
وَالْبَاكُونَ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ تَعَالٰى
“Allah korkusuyla gözyaşı dökenler.”[26]
Zikrullahın Önemi
Zikrullah; her ismi anmaya zikir derler fakat zikrullah, doğrudan doğruya Allah'ı zikretmek. Cenâb-ı Hakk'ın doksan dokuz isimleri var güzel isimlerinden.
اَفْضَلُ ذِكْرٌ فَعْلَمُ اَنَّهُ لٰٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ لٰٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ لٰٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
La ilahe illallah zikrine devam et. Toplum cemaat eline geçmezse taksiyin içinde, yolda yolakta, kendin duyacak kadar, halk duymaz, belki de dudağında kıpırdamaz. Kalbinle dilin, la ilahe ilallah zikrine devam ederse şeytan, nefis, dünyanın havatırları kalbe hücum edemez. Onların gelecek yerleri kapanmış olur.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleride yine her zaman söylüyoruz. Hadis-i kudsisin de;
لٰٓااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ حِصْن۪ى مَنْ دَخَلَ حِصْن۪ى اَمِنَ مِنْ عَذَاب۪ى
“bu, la ilahe illallah diyor benim bir metin kal'amdır. Her kim buna halisen muhlisen girer çıkmaz her türlü korktuklarından kurtulur azabımdan da emin olur,”[27] her yerde.
Abdestsiz namaz kılınmaz, abdestsiz zikir olmaya müsade var. Yattığın uzandığın yerde zikrullaha müsaade var. Dinelirken, (ayakta dururken), otururken, yürürken her yerde böyle lükse pompa vurmuş gibi zikrullah devamlı olursa durduğun zaman o zaman kalb çalışmaya başlar. Dilin durursa, kalb zikrullaha çalışmaya başlar, bu bant gibi. Bunu çoğaltmak lazım, Allah bizi ihlaslı zikrinden ayırmasın.
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ
“her kim Rahman olan Allah'ın zikrini, i'raz eder, huylanır, üşenir, yapmaz terk eder, bizde onun üzerine bir şeytan havale ederiz diyor Cenâb-ı Hak. Onun eşi karini (yoldaşı) bu sefer şeytan olur.”[28]
Hâlbuki kalbi, bizim zikrimizle bizimle beraber olacak idi. Bizim zikrimizden huylandı, i'raz ettiği için bizde şeytanı serbest bıraktık üzerine. Şeytan varır onun sırtına omuzuna biner diyor.
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ
“şaytan onu sevinerekten gider sırtına omuzuna biner (galebe çalar), bizim zikrimizi unutturur kendine
اُولٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَآ اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“şeytanda bu gibi yakaladıkları adamları kendi taraftarı yapıyor. İbadetten, zikirden alıyor. Şeytanın hizipleri oluyor.Hizip, taraftarı demektir. Şeytanın taraftarı olan hizipleri bilmiş olunki büyük bir zararlığa, büyük bir felakete, büyük bir zararlığa düştüler.
اُولٰٓئِكَ حِزْبُ اللّٰهِۜ اَلَآ اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“bilmiş olunki Allah'ın taraftarları hizipleri kurtuldular, her türlü korktuklarından kurtuldular.”[29]
Allah, zikrullahın adabını, usulünü, erkânını, ihlasını cümlemize edilmesini nasip müyesser etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
Bir hadis-i şerifinde buyuruyorki peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri;
مَنْ اَطَاعَ اللّٰهَ فَقَدْ ذَكَرَاللّٰهَ
“her kim Allah'a muti ise Allah'ı zikreder.
وَاِنْ قَلَّتْ صَلَاتُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَاوَ تُهُ الْقُرْآنِ
“eğer beş vakit namazdan fazla nafile namazı az ise de farz oruçlardan başka orucu az ise de Kur'an okuması da az ise de. İhaslı zikrullaha devam ediyor ya.
Bu hadisin arkasında buyuruyor ki
وَمَنْ عَصَ اللّٰهَ
“her kim Allah'a asi ise
فَلَمْ يَذْكُرَهُ
“Allah'ı zikretmez” diyor.
وَاِنْ كَثُرَتْ صَلَا تُهُ وَصِيَامُهُ وَتِلَا وَتُهُ لِلْقُرْآنِ
“onun namazı, Kur'an'ı, orucu, çoksa da o kimse Allah'a asidir”[30] diyor zikretmiyenlere.
Zikrullah; Kur'an-ı Kerim'de buna itiraz edenler yanılırlar.
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ
“ne zaman size farz olunan namazı eda edip ayrıldığınız zaman
فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ
“namazı bitirdiğiniz zaman hemen zikrullaha devam edin; otururken, dinelirken (ayakta iken), yatarken,yürürken, namazdaki olan kusurlarınızın kefaretine sayılır. Namazdaki ufak tefek noksanlarınızın kefaretine sayılsın, kalbiniz mutmain olsun.”[31]
Zikrullah, ihlaslı çalışırsa kemale erdirir, Allah korkusuyla beraber. Kalb kazanını kaynatır. Allah korkusu zikrullah ataşıda birleştimiydi kalb kazanını kaynatır. Kalbte ki olan bütün hamlıklarını; ucubunu, riyasını, hasedini, nefsani, şehvani, dünyavi hava-i arzu hamlıklarını yakar kemale erdirir onu. Hakkıyla tevazu sahibi olur.
Onun için zikrullaha bu kadar ehemmiyet veriliyor Kur'an-ı Kerim'de. Yine Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
“ya habibim, Rabbını zikret, nefsinde zikret. Yalvarıp niyaz ederekten tezarru ile zikret, cehri, çok şiddetli ve hafinin ortasında.
بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ
“ikindin sabah her zaman böyle alet devam Rabbını zikret.
وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
“zira ya habibim gafillerden olma.”[32]
Zikrullah, fikrullah, Allah korkusu kalbten gidince gaflet hazır duruyor. Allah muhafaza etsin cümlemizi. Bir an evvel gafillikten, cahillikten, tembellektin kurtulup razı olduğu hallere sahib olanlardan etsin.
[1]Enbiya Suresi 21/69.
[2]Ahzab Suresi 33/56
[3]Kenzü-l-İrfan 1001 Hadis s.6/16(Osmanlıca baskı), Ramuze-l-Ehadis c.2.s.427/11, Rüdani, Cem'u'l-Fevaid c.5.s.303/9573.
[4]Ramuze-l-Ehadis c.2.s.427/12. Rudani, Cem'u'l-Fevaid c.5.s.303-304/9581.
[5]Hazinetü'l-Esrar s.171 (Arabça baskı).
[6] Bostanu’l-Vaizin ve Rıyadu’s-Samiın, c.1.s294/456 (Beyrut). Delâililü’l-Hayrat Şerhi s.27–28 (Osmanlıca baskı).
[7] Kütübü Sitte c.1.s.323. Camiu's-Sağir Muhtasarı c.3.s.321/3540 (6:42/8357).
[8] Sahihi Buhari c.5.s.1949/4776 (Beyrut). Sahihi İbni Hıbban c.1.s.190/14 (Beyrut). İmamı Celaleddin es- Suyuti Fethu’l-Kebir c.3.s.143/1287, c.1.s.235/2563 ve c.3.s.80/10545 (Beyrut)
[9] Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.1.s.93 (Osmanlıca baskı).
[10] Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.1.s.97-109 (Osmanlıca baskı)
[11] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c.1.s.105 (Osmanlıca Baskı).
[12]Evliya Çelebi Seyahatnamesi c.1.s.105-115 (Osmanlıca baskı).
[13]Muhammed Suresi 47/7
[14] İmamı Ahmed ibni Hanbel, Müsned/8715. Buhari, Tevhid 50. Müslim, zikir. Tirmizi, 3603. Kenzü'l-İrfan 1001 Hadis s.94/596
[15] Talak Suresi 65/2
[16]Kenzü'l-İrfan fi Ehadis Nebiyyi'r-Rahman s.98/620 (Osmanlıca Baskı).
[17]Talak Suresi 65/2
[18]Talak Suresi 65/3.
[19]Talak Suresi 65/3.
[20]Yasin Suresi 36/82
[21]Talak Suresi 65/3.
[22]Sahihi ibni Hıbban c.7.s.184/2921 (Beyrut). Nesai, Sünenü'l-Kübra c.4.s.352/7482 (Beyrut).
[23]Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman s.115/742 (Osmanlıca Baskı)
[24]Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman s.115/740 (Osmanlıca Baskı).
[25]Fi şerhi'l-Hadis-Ramuzel Ehadis c.2.s.317/8
[26]Ramuze’l-Ehadis c.1.s.266/1. İmamı Suyuti, Cem’u’l-Cevamii c.4.s.514/13170
[27]Deylemi, Firdevs, 5/244, Münavi Feyzü’l Kadir, 4/480, Ebu Nuaym Hilye, 3/192, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı, c. 2, s. 302/1955 (3: 378/3694)
[28]Zuhruf suresi 43/36
[29]Mücadele Suresi 58/22
[30] Tabarani Kebir, 22/154 Beyhaki Şuabu'l-İman 1/452; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 2/258 Said b. Mansur Sünen 2/630, Ramuze'l-Ehadis c.2.s.405/4
[31]Nisa Suresi 4/103
[32]Araf Suresi 7/205