HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 12 (İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HİCRET) - (BAHRU'L-VEFA)
12. Sohbet: İSLAMİYET’İN DOĞUŞU VE HİCRET
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
(Hatay-Dörtyol)
Allah hepiciğinizden razı olsun. Cenâb-ı Hak bu cemaatimizi, bütün İslam âlemini iki dünyada aziz etsin. İç ve dış muzu, aduların her türlü hile, mekri, şerrinden ümmet-i Muhammedi cümleten muhafaza buyursun Rabbım. Cemaatimize münasipli iftiharsız, riyasız, aşkıyla, rızasıyla konuşup ve onunla ihlaslı amel eden salih kullarından etsin cümlemizi Cenâb-ı Hak.
Gündüz biraz yarım mevzular kaldı amma Cenâb-ı Hak ne verirse ordan başlayalım inşaallah.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin hadisinden başlayalım. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki;
مَنْ لَمْ يَعْرِفْ زَمَانَهُ وَحَالَهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ
“bir kimse kendi yaşadığı zamandan haberdar değil ise kendi halından da haberdar değil ise o kimse mağbundur” diyor. Artı onda bir hayır yoktur diyor.
Kendi zamanımızda, kendi devletimizde, milletimizde çevremizde ve sınır devletlerde ne planlar yapılıyor; İslamiyet'e, peygamberimize, Kur'an’ımıza. Kökünden kazımaya çalışanlar kim? Ve hakiki müminler kim? Bunlardan haberdar olmak lazım geliyor bu hadis-i şerife karşı.
Yalnız beş vakit namaz kıl, bir ay orucunu tut, içeriye çekil ne olursa olsun demek bu olmuyor bu hadis-i şerife karşı.
Hemde neme lazım demekte de büyük tehlike var. Her fert, kendinin gücünün miktarı hem anlayacak, hem de emr-i bi'l-Ma'ruf nehy-i ani'l-Münker vazifesini gücünün yetki dâhilinde kullanmamız lazım geliyor, borçluyuz hep.
Bir de zamandan başka kendi halını bilmeyenlerde mağbundur dedi.
Yirmi dört saatte alattahmin bir kimse yirmidört bin nefes alıp veriyor diyor. Her güne hemen şöyle bir sabahleyin kalkınca, akşam yatağa girinceye kadar, konuştuğumuz kelamlar ve düşündüğümüz havatırlar, fotokopyalar şöyle bir kontrolden geçirmemiz lazım geliyor ki, kâr tarafı ne kadar, zarar tarafı ne kadar bunlardan ilgili haberdar olmak lazım geliyor.
Bu yönde böyle bu kendini muhasebeye çekerek çalışan kimseler Allah'ın kendine kırıldığı zamanıda bilir, gücendiği zamanıda bilir. Allah'la arasının düzeldiği zamanıda bilir. Bunlardan da haberdar olmak lazım geliyor.
Allah her iki yöndende yürüyenlerden etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
مَنْ صَلَّى علَيَّ ف۪ي يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةً قَضٰى اللّٰهُ لَهُ مِائَةَ حَاجَةٍ سَبْع۪ينَ مِنْهَا لِآخِرَتِه۪ وَثَلٰاث۪ينَ مِنْهَا لِدُنْيَاهُ
Yani, “her kim bana yevmiye gün diyor yüz salavat-ı şerife getirse Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri o kimsenin yüz hacetlerini reva kılar. Yetmişi ahret hacetlerinden, otuzu dünya hacetlerinden işlerini denkleştirir kolaylaştırır”[1] diyor.
مَنْ صَلَّى عَلَىَّ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مِئَةَ مَرَّةٍ لَمْ يَفْتَقِرْ اَبَداً
“her kim yevmiye gün bana beşyüz salavat-ı şerife getirmeye devam etse yemin ederim ki o kimsenin iki dünyada aziz hor olmayıp aziz yüksek adam olacağına yemin ederim”[2] diyor.
“her kim bana yevmiye gün bin salavat-ı şerife getirse
حَرَّمَ اللّٰهُ جَسَدَهُ عَلَى النَّارِ
“Allah onun cesedini cehennem ateşine haram eder”[3] diyor.
İkinci hadis-i şerifinde;
اَلْقٰٓائِمُ بِسُنَّت۪ي عِنْدَ فَسَادَ أُمَّت۪ي فَلَهُ أَجْرُ مِائَةٌ شَه۪يدٌ
“ümmetimin fesada gittiği zaman iman ve ibadet üzerinde benim sünnetimde gaim olanlara sünnetimi tutup gaim olanlara Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri yüz şehid ecir sevabı verecek”[4] diyor.
Dediler ya Resulallah, biz ölürsek bir şehid sevabı alıyoruz. Onlar senin bir imanla, ibadetle sünnetini tutmayla nasıl yüz şehid sevabı alıyorlar.
اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِي عِنْدَ اِخْتِلَافِ أُمَّتِي كَالْقَابِضِ عَلَى الْجَمْرِ
“O halkın fesada gittiği zaman sünnetim ataş olacak. Tutanları yakacak.”[5] Nasıl ki kırmızı ateş kömürü avuçta tutmak zor ise halkın fesada gittiği zaman sünnetimi tutmak öyle zor olacak. O zorluk için Cenâb-ı Hak yüz şehid ecir sevabı veriyor. O zamandayız şimdi işte.
Sünnetler, çok sünnetleri var peygamber efendimizin. Birinci sünnet; büyük sünnetlerinden tarikat-ı aliye, sakal sünneti, evlenme sünneti, yemek yeme sünneti, oturma, kalkma, konuşma, yürüme, yatma hepsi sünnetlerinden gücünün yettiği kadar bunlara iktida edilmesi lazım geliyor.
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّت۪ي فَهُوَ اُمَّت۪ي
“her kim benim sünnetimi tutarsa o kimse bana tabi olmuş olur. Bana uymuş olur o kimse benim ümmetimdir”[6] diyor.
مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّت۪ي لَيْسَ أُمَّت۪ي
“sünnetime rağbet etmeyenler, uymayanlar, burnunu kıvırıpta bunlara rağbet etmiyenler ümmetim değildir”[7] diyor; bunlara şefaat yapacağı kendinin muradına bağlı. Onun için elden geldiği kadar sünnetleri, hiç olmazsa bildiğin kolaylarını yapmak lazım.
Allah bizi sünnetinden ayırmasın Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
Gündüzkü sorulardan biraz isteyenler var konuştuğumuz yerden. Yine başka bir sorularınız olursa sorabilirsiniz inşaallah.
Hazreti peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin dünyaya gelmiş ve geldikten sonra başından geçen haller ve sahabelerle neler aralarında olmuşsa ordan biraz bahs olunduydu.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerini Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri öyle bir zamanda indirmiş ki, Âdemoğulları ne kadar isyan tuğyan etmişler.
Nuh aleyhisselam, dokuz yüz elle sene halkı Hakk'a ikaza çalıştı dokuz yüz elli sene! Dokuz yüz elli senede doksan kişi hakkıyla iman etti, gerisinin hepsi tufanda gark oldu. Yeniden ondan türedi bu mahlûkların hepsi.
Âdem aleyhisselamdan önce dünyanın halifeliği cin ve can kavminin elinde kullandılar. Onları resulsüz irşadsız bırakmadık fakat yine peygamberlerini katil yaptılar, tuğyan yaptılar, katil döktüler, fuhşiyet yaptılar Cenâb-ı Hak imha etti.
Onlarda şeytan olmadığı halde azdılar çünkü nefis vardı. Nefsin düşmanlığı şeytandan daha ileridir.
En sonu bizim peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin dünyaya gelme sıralarında öyle bir hal olmuştu ki dünya bütün zulmete düşmüş, azıntı çok, fuhşiyet çok.
Hazreti Ömer radıyallahu anhu hazretleri buyuruyor “biz diyor cehalet devrindeyken iki yaptığımız işler vardı. Birisi aklıma düşünce gülmeden duramıyorum. Birisi de aklıma düşünce ağlamadan duramıyorum. O güldüğümüz oydu ki diyor bir sene toplandık buğda unundan yağ ile süt ile şeker ile karıştırdık macun gibi dondurduk bir put yaptık büyük, kaç sene buna tanrı diye taptık diyor. Kendi elimiz ile yaptığımıza. Sonra da bir sene zahre bulunmadı, çok kıtlık oldu kendi elimizle diyor tanrı diye taptığımız putu çekiçlerle, balyozlarla gittik, kırdık kırdık bölüştük, bölüştük yedik diyor. Onu yok ettik. Bu aklıma düşünce gülüyorum nasıl cehalet devrine ulaşmışsık diye.
Aklıma düşünce ağlamadan duramadığım da diyor; bizim zamanımızda o asırlarda kız evladı kime doğarsa ona ar olurdu kimin kız evladı olursa. Dokuz on yaşlarına kadar kız evlatlarını koyun güttürür, deve güttürür esir gibi çalıştırır, dokuz on yaşlarına basınca alıp gider diri diri eşer kuma gömerdik diyor. Benim bir kızım oldu diyor dokuz on yaşına kadar çalıştırdık köle gibi koyun güttürdük, deve güttürdük dokuz on yaşına basınca elinden tuttum, şehirden dışarı kuma gittik diyor. Otutturdum ben kendine çukur eşiyorum gömmeye diyor. Çukur eşe eşe benim diyor sakalıma yüzüme biraz yerden çamur bulaşmış, ben kendini gömmek için çukur eşiyorum, kendide baktım diyor o eliyle yüzümdeki sakaldaki çamuru, toprağı siliyor diyor. Diri diri gömdüm öyle diyor. O kızın o halı aklıma düştükçe ağlamadan duramıyorum diyor.
Böylesi bir asırlarda inmiş. Cenâb-ı Hak, dünyaya nimet-i ilahi olaraktan, ihsan-ı ilahi olaraktan bütün insanlara nimet olaraktan indirmiş ki, Peygamberimiz sallallahu aeyhi vesellemi O'nun kavli, fiili, halı bize bir ölçü, edebdir. Allah sünnetlerinden ayırmasın Cenâb-ı Hak.
Fakat şimdi orda İslamiyet’i, başlangıç sırasında Cebrail aleyhisselam daha gelmezden önce rü'yalar görmeye başladı, sonra Hıra dağına gitti. Orda zikrullaha çalışırdı.
Hatice validemiz, Allah razı olsun arpa kavurur onu el değirmeninde çeker, gider orda bir hafta on gün çalışır yine gelir, gıdasını alır giderdi.
İlk Cebrail aleyhisselam diyor Hıra dağında indi. İkra suresini orda söyledi, abdest almayı orda öğretti eve geldi. Orda kırk gün zikrullahı tamam etti. Kırk gün zikrullaha çalıştı. Hatice validemizin yanına geldi dedi ki ya Hatice, ben korkar oldum biraz; gözüme bir şahıs görüldü acaba rahmani mi, şeytani mi?
Dedi, ya Muhammed, sana katiyyen şeytan yanaşmaz; sen doğru sözlüsün, sadıksın, eminsin, namuskârsın, hiç kimsenin namusunda gözün yok, yalan yok. Sana kat’iyyen şeytan yanaşamaz, melektir dedi.
Sen dedi ya Hatice,
دَثِّرُون۪ي دَثِّرُون۪ي
Üzerimi ört, ben biraz korktum.
Üzerini örtünce dediki, “gelince bana haber ver saçımı açayım melekse kaçar, şeytansa kaçmaz” dedi.
O şekilde Cebrail aleyhisselam gelince “geldi ya Hatice.”
Açtı saçını, gitti diyor. Geri kapattı geldi. Bildiler ki Cebrail aleyhisselam.
Ammucesi Varaka bin Nevfel isminde İsa aleyhisselamın şeriatında bir takva adam vardı. Hatice validemiz onun yanına gittiler beraber ammucesine arz etti.
Emmi, acaba bu Cebrail'mi? O zaman ağladı. Dedi ki “ben seni tastik ediyorum ya Muhammed. Beni şefaatından mahrum etme” dedi.
Çünkü İncil'de, Tevrat'ta, Zebur'da Cenâb-ı Hak haber vermiş. “sana gelen Cebrail emin dedi. Ah ne olsa (gözüde ama olmuştu) şimdi gençlik zamanım olaydı ya Muhammed, Mekke'liler sana kılınç çektiği zaman, sana karşı geldikleri zaman sana yardımcı olaydım ne olaydı.”
Dedi, “bana Kureyş kabileleri, Mekke'liler kılınç mı çekeçekler?” dedi.
Çekerler.
Niçin çekerler?
Adet böyle dedi. Ne zaman bir peygamber, evliya gelse halk ikiye bölünür ya Muhammed. Bir kısmı canını çıkartmaya çalışır, bir kısmı canını vermeye, adet eskiden beri böyledir” dedi.
Hülasa işte peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem yatınca Cebrail aleyhisselam:
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
“kalk üstünden örtüyü kaldır, sen yatmak içün gelmedin vazifene devam et. Halkı Hakk'a ikaz irşad et”[8] davet et.
İlk bu emir olunca düşündü peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri, acaba bunu kime haber versem. İlk Hatice validemiz, Allah razı olsun kadınlardan ilk iman eden odur, tereddütsüz ve şeksiz.
Erkeklerden kime haber vereyim kime haber vereyim? Dedi ki ancak bu sırrı Ebubekir'e söyleyebilirim. Belki o sözüme kanaat gelir.
Evden çıktı, ilk erkeklerden iman teklifini Ebubekir efendimize söylemeye yola çıktı.
Ebubekir efendimizde evde oturduğu yerden şöyle bir düşünceye geldi ki, bizim kabilelerimizin, ejdatlarımızın bu işleri hoşuma gelmiyor bunların. Bunlar elleriyle put yapıyorlar, puta tapıyorlar. Bu iyi bir din değil. Ben gideyim Muhammed Emin'in yanına dedi.
Daha genç yaşında Muhammed Emin konulmuştu. Hiç yalan, plan, dalavere olmadığından Mekke'nin içinde Muhammed Emin dediler.
Muhammed Emin'e gideyim bir istişare yapalım başka bir din bulalım dedi eğer sözümüz biraraya gelirse.
O da evinden çıktı peygamber efendimize geliyor, Peygamber efendimizde kendi tarafına. Caddede karşılaştılar. Aynı fikirler ayan olunca orda iman etti Ebubekir efendimiz.
Gençlerdende ilk iman eden hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri iman etti. Çünkü hazreti imamı Ali efendimiz peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanında idi. O'nun yanında iner kalkardı. O'nun edeb ve erkânından aşılanmıştı.
Daha amcası Ebu Talib; hazreti Ali efendimizin babasının yanında idi dedesinden sonra. Hazreti imamı Ali efendimizin babasının maddiyeti zayıf, horantası, çoluk çocuğuda çok idi. Kardaşları taksimet ettiler. Her biri birer evlat aldılar. Biraz yükünü yeğni yapalım (hafifleştirelim) diye.
Peygamber efendimiz amca dedi bu Ali'yide sen bana vereceksin. Bunu da ben alıyorum, bunu bana kardaş etmeye.
Peki, onu da sen al.
Taa onda almıştı.
Beşikte diyor bir gün böyle yatardı daha peygamber efendimiz dışardan böyle gelince beşikten kalkıp kucağına varıyor. Böyle diyor üstünde ki bağları kırdı gerilince diyor üstüne varmak için.
Öyle O'nun edebinde yetişmişti.
Sonra zaman zaman İslamiyet teker, ikişer, üçer kuvvet buluyor amma gizliydi. Otuz dokuz kişi olmuştu namaz gizliydi. Kırkıncı hazreti Ömer radıyallahu anhu hazretleri, kırkıncı Müslüman O oldu.
O da, kâfir Kureyş kabilenin beyleri ile böyle otururken peygamber efendimizden şikâyete başladılar; bu, gün be gün çoğalıyor. Yeni bir din düzüyor. Bunun bir gün evvel bir çaresine bakalım.
Hazreti Ömer dedi ki; “bu karşınızdaki bu kadar söz sarf ettiğiniz, bir Muhammed değil mi? Şimdi gideyim kafasını keseyim getireyim yanınıza dedi.
Kalktı ordan kılıncını kuşandı. Gelirken bacısı İslamiyet'e geçmiş, gizli din taşırlardı. Bacısının kapısının önünden geçerken bacısı Kur'an okurdu. Tâhâ suresi olsa gerek aklımda kaldığı kadar. O Kur'an'ın sesini duyunca içine bir ataş Cenâb-ı Hak düşürdü, hidayet ateşi.
Kapıyı çaldı yukarı baktı ki bacısı, kardeşi Ömer. Titredi, korkmaya başladı.
Dedi, “korkma ben başka birşey için gelmedim.”
Önüne biraz yemek, et, filan getirdi dilini tutmak için. Dedi ki “onları bırak. Sen biraz önce bir şey şiir gibi bir şeyler söylüyordun? Onu yeniden bir daha söyle.”
Yine korkaladı.
“Yemin edeyim ki, emin ol birşey yok, biRşey yapmayacağım.”
Nasıl ordan bir aşkla o sureyi tekrar okumaya başlayınca ağlamaya başladı. İçine nur-u ilahi tesir etti. O hal değişince bu sefer iman etmek azmiyle gidiyor.
Kâfirler de kafa getirecek diye bekliyorlar.
Sahabeler gizli evde baktılar ki Hazreti Ömer geliyor, “ya Resulallah Ömer geliyor” dediler.
“Korkmayın, Ömer dedi kötü fikirle gelmiyor iyi niyetle geliyor.”
Geldi, İslamiyet'e katıldı. İslamiyetin sayısı kırk oldu. Namaz vakti oldu “namazı niye burda gizli kılıyorsunuz?”
Dediler, “biz namaza durunca kâfirler gelip bizi taşlıyorlar.”
“Müşrikler putlarına aşikâra taparlar. Biz Cenab-ı Hakk’a gizli mi ibadet yapalım? Ya Rasulallah emir verin gidip Harem-i Şerifte açıkta namaz kılalım. Bakalım, bizim namazımıza kim karşı çıkacak? Bize kim mani olacak?” dedi.
Fahri âlem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz ve eshabı Kâbe-i şerife varıp namazlarını aşikâre kıldılar. Ondan sonrada her vakit aşikâre namaz kıldılar.[9] Kim gelirse gelsin dedi. İslamiyetin aşikâra çıkmasına sebep oldu.
Sonra sonra mücadele, karşılıklı büyürken büyürken küffar kalabalığı çok, bunların sayısı az, orda zahmet işkenceye dayanamaz oldular. Habeş'e bir kısmı ekseriye birçok kısmıda Medine-i Münevvere'ye izin aldılar. “Ya Resulallah, bizim burda tahammülümüz kalmadı artı bu işkenceyi çekmeye. Bize izin ver gidelim.” Muhacir olaraktan gittiler. En sonu hazreti Ömer'de geldi, dedi “ya Resulallah bana da izin ver benim de tahammülüm kalmadı.”
Git ya Ömer.
Ondan evvel ki gidenlerin hepsi gece gizli gittiler ki kâfirler önüne çıkarlar katil yaparlardı.
Hazreti Ömer hazretleri gündüz olarakta kılıncını, silahını kuşandı. Kâfirlerin en kalabalık toplum yeri Kâbe-i Muazzama'nın havlusu idi. Oraya geldi, “Ey Mekke'nin dinsiz, müşrik kâfirleri, bende gidiyorum bugün. Demeyin ki Ömer gizli kaçtı, gitti demeyin. Ben gidiyorum dedi. Her kim kadınını dul bırakmak istiyorsa, çoçuklarının yetim kalmasını isteyenler arkamdan gelin. Aha ben gidiyorum” dedi.
Aşikâra gitti.
En sonra Ebubekir efendimiz dedi “ya Resulallah bana da müsade et.”
Dedi “ya Ebubekir sen biraz sabır et. Belki Allah'tan bir emir gelir, bende gitmeli olabilirim. Seninle beraber gideriz.
Hazreti imamı Ali efendimiz de kaldı.
O anda kâfirler, yine bir toplantı yaptılar. Geniş toplandılar bir tedbir için. Şeytan da adam sıfatında geldi, bunlara akıl öğretiyor. Dediler bunlar dağılıyor Habeş'e, Yemen'e, Medine'ye amma bunlar eni sonu toplanır başımıza bir iş açar. Bunun bir an evvel çaresi nedir?
En başları Muhammed, bunun kafasını kesersek suyun gözünüde kesmiş oluruz.
Öyle bir karara geçtiler, gidelim hep toplu birlikte bunun kafasını keselim. Çok çok emmileri bizden kan pahasını, diyet pahasını isterler, toplanır verir kurtuluruz dediler.
Öyle karara geçtiler.
Cebrail aleyyisselam geldi haber verdi ki “ya Muhammed, bu gece evde yatma böyle karara geçildi; Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Ebubekir'in yanına gidecek, kapıda müşrikler çevirmişlerdi. “yatağına bir şahıs yatır, seni bilsinler. Sende eline bir pençe toprak al şu ayeti oku” dedi Cebrail aleyhisselam.
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Bunu oku, üfür gözlerine saç dedi. Allah onlara uyku verir sende geçer gidersin aralarından dedi.
Aynen yaptı. Kendi yatağınada hazreti İmamı Ali efendimizi yatırdı, üstüne bir yeşil örtüsü vardı onu da örttü. Hayatını Resulullah efendimizin yoluna feda etti.
“Bundan sonra ömrüm, hayatım yoluna feda olsun ya Resulallah” diyerek tek başına yattı evde.
Kendiside bu ayeti okuyup üfleyince mel'un şeytan hiç uyuma bilmezmiş onada uyku verdi Cenâb-ı Hak. Aralarından geçti, Ebubekir efendimizin evine geldi.
Hazreti imamı Ali efendimizde hayatını koydu ortaya, feda etti.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri gökyüzündeki Cebrail ve Mikail'e hitap etti; ikiciğinizin ömrü biri birinden uzun. Birisi uzun biri kısa. Uzun olan ömrünü ötekine verip beraber olmaya razımısınız dedi.
Razı değiliz dediler, veremediler.
Bakın öyleyse yeryüzünde habibimin yar-ı ğârı olan Ali'ye bakın. Bundan sonra bütün hayatını feda etti. Siz biri birinize müsavi olmaya dayanamadınız.
Böyle fedakârlığa katlandı. En sonu kısadan toparlayalım gelelim, başka sorularda olur.
Hepsi de geldi. Hazreti Ebubekir efendimizle peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem beraber mağrada kaldı. Çok zahmetlerle Medine-i Münevvere'nin kıblesinde Kuba köyü vardı. Kuba'ya geldiler. Orda birden bire Medine'ye giremediler.
Medine'lilerden ensar kabilesi vardı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke'deyken yetmiş kişi iman etmiştiler. Onlar gel ya Resulallah diye teklif etmişlerdi.
Acaba bu Medine ahaliside hepsi biza acaba Mekke'liler gibi mi karşılarlar diye birden bire girmedi, o Kuba köyüne geldi.
İlk Cami'yi orda kendi yaptırdı, mescid-i Kuba'yı. Cuma namazını da kendi kıldırdı, orda ilk cumayı.
Daha İslamiyet'in güç kuvveti yerini bulmuş değildi İslamiyetin hükmüde icra olunmuyordu. Mekke'de, Medine'de.
Yazıklar olsun ki şimdi biz Türkiye'mizde daru'l-harpteyiz diyenlere. Öyle olan, İslamiyet’in hükmü yürümediği zaman cuma namazını ilk kıldıran peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem oldu mescid-i Kuba'da. Daru'l-harp deyi cumaya gitmeyenlere yazık olsun şimdiki şu zamanda. Allah ayıktırsın.
Ordan haber gönderdiler ki acaba bizi nasıl karşılayabilecekler. “Canımızda hayatımızda yolunda feda olsun, buyursun” dediler.
Kuba köyünden kalktılar ordan Medine-i Münevvere'ye geldiler. Kadın toplumu ayrı bir merasime durmuşlar, sakin bir yerde. Erkekler ayrı bir merasime durmuşlar. Bu kadar saygıyla Medine'liler karşıladı. Ensar kabilesi geniş büyük bir kabileydi.
Geldi Medine-i Münevvere'ye, hepsi evlerine teklif ettiler. Teklif edenler çok olunca bir yere karar geçemedi. Dedi, devenin yularını üstüne bırakayım dedi bindiği devenin, herkes hakkına razı olsun, deve hangi evin önüne varırsa ora durursa oraya gidelim dedi.
Hepsi razı oldu. Kapıların önlerinde kimisi eline yeşil ot aldı, kimisi başka yiyecekler aldı deve bura meyil etsinde dursun diye. Hiç birine iltifat etmedi deve. Gide gide gide en şöyle zahirde fakir Eyubu Ensar derlerdi. Ensarların içinde Eyub derlerdi. Eyubu ensar, onun kapısının önüne vardı.
Ya Resullallah burdan deve geçmez, bir fakir evi, engin.
Allah onu bir şey yapar. Ya deveyi küçültür, ya kapıyı büyütür. Deve engin oldu kapıdan içeri girdi. Eyyubu ensar hazretlerinin hanesine girdi ilk olarak.
Orda da maksat kendisi ana rahminde Mekke'deyken babası Abdullah Şam'dan Yemen'e sefere gitmişlerdi. Medine, Mekke'yle Şam'ın ortasında Şam'dan yük tutarlar Yemen'e giderlerdi. Babası da o sefer de Şam'dan gelirken Medine'de hasta oldu orda dayılarının evinde hasta oldu, o evde vefat etmişti. Babasının öldüğü eve getirdiler.
Şimdi Mekke'ye geldiler. Bir kısım Mekke'de Müslüman olan sahabelerin bir kısmı da gelemediler. Yerlerini, yurtlarını bırakamadılar. Veyahut kadınları, evlatları mani oldular, orda kaldılar son posta.
Son postada bir müddet sonra en sonra Mekke'den hicret ettiler, Medine-i Münevvere'ye geldiler ki, ilerdeki gelen postanın hal ve hareketleri, dereceleri her yönden yükselmiş. Bir yüksek dereceye sahip olmuşlar. Geldiler evdeki kadın, çoluk çocuklarına giriştiler ki siz bize bu devletten mani oludunuz.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor ki:
اِنَّمَا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
“siz bütün yaptığınız ücret karşılığını evlatla maldan bekliyorsunuz bunlar size fitne olmadı mı?”[10] Allah ve Resulullahın rızasına ve sizin manen yüksek dereceye ulaşmanıza bunlar fitne olmadı mı?
Bu sefer bize emrediyor ki siz muhacir ensarların derecesine ulaşamadınız, imkânı yok. Çünkü muhacirler Allah ve Resulullah için yerini, memleketini, vatanını evini barkını bıraktılar, gelmeyen kadınlarını bıraktılar.
Medine-i Münevvere'ye gelince burda ki ensar kabilesi de “bunlar Allah ve Resulullah için yerini, yurdunu, evini, barkını bıraktılar, geldiler diye, bunlarda bize dinde yoldaş kardaş deyince, baba meresi gibi mallarını, evlerini yarı yarıya böldüler hepsi. Muhacirlere taksim ettiler, böyle sarıldılar birbirlerine.
Mekke'den en sonra gelen posta bu sefer bu hali görünce kendilerinin dereceleri aşağıda olduğunu anlayınca mütessir olaraktan dua yapmaya başladılar ve istiğfar etmeye başladılar.
Siz üçüncü postanın derecesinden aman mahrum olmayın diyor. Birinci Muhacir, ikinci Ensarlar meth ve sena yapılıyor Kur'an-ı Kerim'de üçüncü meth ve sena yapılan en son üçüncü posta onlar. Şöyle yalvarmışlar, şöyle dua etmişler.
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَآ اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟
“ya Rabbi, bizi bu ilk postada gelemediğimizden dolayı bizim bu hata suçlarımızı günahlarımızı affeyle ya Rabbi. Ve bizden önceki gelen posta, din kardaşlarımızı ulaşmış oldukları bu makam, bu derecelerinden bunları aşağı düşürme ya Rabbi. Ve bunların böyle bir dereceye çıktıklarına bizim nefis, şeytan tarafından kalbimize gelen hasedlik, kıskançlık bu gibi kıllı kış fikirleri içimizden sil, bunları aşağı düşürme. Bizim hatalarımızı da af et ya Rabbi.”[11]
Sizde bu üçüncü postanın aynı duasında, aynı niyetinde olun. Onların aynı derecesine ulaşmış olursunuz. Çevrenize, milletinize, devletinize, ordu yurdu, İslamiyet’inize din kardaşlarınıza böyle dua yapın hiç olmazsa diyor kalben. Bu duada yapılmazsa onun imanı zayıftır diyor.
Hülasa en son devrelere gelelim, Mekke'den Medine'ye gelenler böyle taksimat yapıldı. Hazreti peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin kızı hazreti Fatma validemizin gelinlik çağı geldi.
Bütün Mekke'den gelen muhacirler hepsi talip oldular, istediler. Ebubekir efendimiz, hazreti Ömer, hazreti Osman ve bütün muhacirler hepsi talip olup istediler hiç birisine olmadı.
Çünkü dedi onun nikâhı Allah'ın vahyine, emrine bağlı dedi. Ben ondan emirsiz bir cevap veremem. Hiç birinede bir cevap olmadı bekledi.
Yalınız hazreti imamı Ali efendimiz; o, talip olup istemedi, ondan başkasının hepsi istedi.
En sonra ne güzel ahlakları var bak şimdi.
Toplandılar, üç tane halife-i raşidin, o bir (diğer) belli sahabeler, dediler biz Fatma'ya Mekke'den gelenler çok talip olduk hiç birimize olmadı. Yalnız Ali talip olmadı. Acaba Ali talip mi değil veyahutta bu başka bir maksadı mı var? Bunun yanına gidelim, bunu öğrenelim.
İmamı Ali kerremallahu vechehu efendimizin yanına geldiler. Ya Ali biz bir konu için yanına geldik. Senden başka hepimiz Fatma’ya talip olduk, olmadı. Acaba sen talip mi değilsin yoksa başka bir zaruriyetin mi var? Deyince İmamı Ali kerremallahu vechehu derin bir ah çekti. Belkide sizlerin içinde Fatma’ya benden daha fazla talip olan kimse yok. Ama neyle talip olayım. Benim maddiyette hiçbir şeyim yoktur.
O zaman hep birlikte ya Ali, bu sebepten dolayı durur isen durma. Zira Allah Resulunun yanında dünyalığın hiçbir kıymeti yoktur. Bizzat gidip Resulullahtan isteyeceksin dediler.
İmam Ali kerremallahu vechehu efendimiz bunların gayreti ile kalktı. Peygamber Efendimizin evine geldi. Kapıyı çaldı.
Ümmü Selime Validemiz şöyle haber veriyor ki kapı çalınınca dedim ya Resulallah kapıyı çalan kim acaba?
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdular ki; “ya Ümmü Selime kapıyı çalan öyle bir kimsedirki Allah ve Resulullahı herkesten daha çok seven kimsedir. Ya Ümmü Selime Kapıyı çalan öyle bir kimsedir ki Allah ve Resulullah da kendisini başkalarından çok sevdikleri kimsedir deyince, ben, hemen heyecanla kapıya koştum; acaba kim bu ki, kendi Allah ve Resululahı herkesten fazla severmiş Allah ve Resulullah da herkesten çok kendini severmiş.
Kapıyı açtım ki İmamı Ali.
Buyurun dedim. Vallahi ben kendi haram odama girene kadar kapıdan girip yüzüme bakmadı. Daha sonra Resulullahın huzuruna edep, saygı, tazimle başını az aşağı eğip oturdu. Biraz sonra Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz İmamı Ali kerremallahu vechehu efendimize dönüp ya Ali, bir kimsenin bir kimsede istek bir haceti olur onun gibi oturuyorsun her ne ki hacet isteğin var ise revadır, buyur ya Ali dedi.
Böyle deyince imamı Ali kerremallahu vechehu, edep ve hayâ ile başını kaldırıp buyurdular ki, atam, anam, canım senin yoluna feda olsun ya Resullallah. Senden gördüğüm iyiliği hiçkimseden görmedim. Yalnız halim Allah’a ve sana malumdur ki Mekke’den muhacir olup gelenlerin içinde benden başka tek olan kimse yoktur.
Eğer münasip görürseniz kerimeniz Fatma’yı bana eş, münis olması için geldim dedi.
Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; ya Ali, kapıyı çaldığında Cebrail, Fatma ile sizin nikâhınız için gelmişti, daha sen kapıyı çaldığında semaya uruç etmemişti. Cenâb-ı Hak Teâla ve Tekaddes hazretleri Cebrail aleyhisselama emretti ki, gökyüzündeki melekleri toplayıp arş-ı ala’nın üstüne çıkıp sela ve hutbe okuyup İmamı Ali ile Fatma’nın nikâhlarını gökyüzündeki bütün meleklere tebliği et. Bir yeşil varaka alıp yeryüzüne inip bu hali Resulüme bildir.
O da bütün sahabeleri toplayıp mescid-i şerifte hutbe okuyup İmamı Ali ile Fatmatü’z-Zehra’nın nikâhlarını bütün sahabelere ilan etmesini emretti.
Ya Ali, bu iş tamam, yalınız dünyalıktan hiçbir şeyin var mı? Biraz bir şeyler alsak dedi.
İmamı Ali kerremallahu vechehu efendimiz, ya Resulallah, dünyalıktan hiç bir şeyim yoktur. Yalnız üç şeyim vardır; bir deve, bir kılınç, bir de giyeceğim cübbem var. Başka dünyalık adına bir şeyim yoktur dedi.
O zaman Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; ya Ali, deve sana binmeye lazım, kılınç harbte lazım, şu cübbeni götür pazarda sat, ne yaparsa parasını al getir. Ne alabilirsek onunla alalım dedi.
Cübbenin pazarda satılmasını hazreti Osman radıyallahu anhu efendimiz duyunca hemen imamı Ali kerremallahu vechehu efendimiz pazara varmadan önüne çıkıp ya Ali, bu cübbeyi bana sat dedi.
Satayım deyince, ne istiyorsun diye pazarlık yaptılar. Hazreti Osman radıyallahu anhu parasını verip cübbeyi aldı. Ya Ali, şimdi bu cübbe benim helal malım oldu mu?
Buyurdular ki; evet, senin helal malın oldu. Tekrar Osman radıyallahu anhu efendimiz, ya Ali, beni kırma bu cübbeyi ben tekrar sana Allah için hediye ediyorum. Beni kırma ya Ali deyip cübbeyi geri verdi.
Hazreti Ali efendimiz parayı alıp Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme getirdi. Resullullah sallallahu aleyhi vesellem Ebubekir ve Ömer efendilerimizi bir de Said-i Vakkas efendilerimizi çağırıp şu parayı alın, çarşıya gidin altlarına açacak bir döşek, döşegin içi hurma lifi, dışı da zahtiyen idi. Bir de üstlerine örtecek alın, yemek pişirecek topraktan bir kazan, topraktan ibrik, topraktan tas alın buyurdular.
Yemek kabları topraktan idi.
Onlar çarşıya gidince Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, bir derin ah çekti. Ah ne olaydı şimdi Hatice hayatta olaydı.
Çünkü Hatice validemiz, Fatma validemizin annesi idi, Mekke’de vefat etti.
Ah ne olaydı Hatice hayatta olaydı deyince hazreti Aişe validemiz buyurdular ki; ya Resulallah, Hatice öldü ise Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bizler bu kadar kadınlar hayattayız. Hatice’nin ne gibi yapacığı vazifesi var ise bize buyur yapalım deyince buyurdular ki, yaparsınız amma Hatice’nin hali başka idi.
Çünkü Mekke’de İslamiyet’in ilk ilanında erkeklerden ilk iman eden Ebubekir oldu. Kadınlardan ilk iman eden Hatice oldu. Gençlerden ilk iman eden İmamı Ali oldu.
Hatice o dar günümde bana çok destek oldu buyurdu.
Evet, çarşıdan Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin söylediklerini paranın yettiği kadar aldılar. Peygamber efendimiz ellerini kaldırıp yâ Rabbî, yemek kazanları toprak olan kimselere lütfunu, ihsanını bol eyle diye çok dualarda bulundu.
Burada Fatımatü’z-Zehra validemiz dedi ya Resulallah, her kadının nikâhlarında bir mehri var. Benim ise mehrim yoktur dedi.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; ya Fatma, mehir istiyorsan veririm. Mehrinden daha çok kıymetli dünya malının hepsi senin olup Allah’ın rıza yolunda fisebilillah o malların hepsini sadaka yapmaktan daha hayırlı bir şey istiyorsan onu vereyim dedi.
Öyleyse onu ver deyince her beş vakit namazın sonunda otuz üç سُبْحَانَ اللّٰهِ subhanallah, otuz üç اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ Elhamdülillah, otuz üç اَللّٰهُ اَكْبَرْ Allahu ekber çekersin doksan dokuz olur. Birde,
كَب۪يرًا قَد۪يرًا لٰٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لٰا شَر۪يكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Kebiran Kadiren La ilahe illahu vahdehula şerikeleh lehü’l-mülkü velehü’l-hamdü ve hüva ala külli şey’in kadir. Yüz olur. Dünya malının hepsi senin olup Allah yolunda sadaka yapmaktan daha hayırlıdır buyurdu.
Bir derin düşünceye varalım ki, hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu efendimizin sıdkı, sadakatı Allah ve Resulullah’a olan muhabbetinden Resulullahı öldürmek için onun yerine kendisini ölüme atmasından ibret alalım. Hiç kimseye nasip olmayan büyük mükâfatlara daha dünyadayken nail olmuştur.
İşte her beş vakit namazın sonunda çektiğimiz tesbihlerin mükâfatını almak isteyenler yalnız parmakla acele süratla saymak olmasın. Gerek parmak, gerek tesbih ile olsun huzur-u kalb ile anlamını düşünerek, ağır ağır çekerek dilden çıkanları kalbe sevk ederek çekilsinki tesirini bulalım. Fatma’tü-z-zehra Validemizin alacağı mükâfatları düşünerek huzur-u kalp ile çok ağır ağır noksansız çıkararak çekilmesine dikkat edelim.
Sayı kavuşturayım diye daha acele yaparsan bu kelamlar yerini almıyor.
سُبْحَانَ اللّٰهِ
Subhanallah, manasını düşünerekten; öyle bir subhan ki, öyle bir Allah'sın ki ya Rabbi Sen; hiç bir kimsenin Allah şöyledir, Allah böyledir diyemeyeceği bir şeye benzemeyen bunların hepsinden tenzih, temiz Rabbımsın Sen.
Otuç üç defa böyle ağır ağır çeker, manasını düşünerekten ki, kalb gıda alsın bundan. Acele subhanallah subhanallah daha mahreçlerde yerini bulmadan böyle acele bu olmuyor. Ağır ağır çekecek.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ
Elhamdülillah; hamd ederim, canımı, malımı hayatım feda olsun, hamd etmek. Kime? Lillah O Allah'a. Varım, yoğum O'nun bende emaneti. Bütün emanetleri geri kendine hamd ediyorum, feda olsun.
اَللّٰهُ اَكْبَر
Allahu ekber; biliyorsunuz ki; O, Allah büyüktür O, Allah büyüktür. Yeri, göğü yaratan, iki damla sudan bizi bu hale getiren O Allah'tır.
Böyle manalarını şöyle ağır ağır tesbihleri çekerekten güzel çekin ki ondan güzel bir gıda alın.
Rükûlarda, secdelerde, tesbihleri çok ağır, manalarını düşüne düşüne alırsanız çok tesirli olur. Acele yapmayın.
Ondan sonra çarşıdan geldiler altlarına bir döşek aldılar. İçi hurma lifi dışıda zahtiyendi. Bir yemek kazanı almışlar, siz güveç dersiniz topraktan, kiremitten, tuğladan yapılma topraktan. Su kapları topraktan, ibrik topraktan, tabakları topraktan, tastı topraktandı.
Ya Rabbi sen yemek kapları, su kapları, topraktan olan kullarını iki cihanda sen aziz eyle. İki cihanda muradı maksuduna nayil eyle diye geniş bir dua yaptıktan sonra hazreti Ali efendimizi çağırdı. O’na ayrı bir izahat, hazreti Fatma validemizi çağırdı ayrı bir izahat, nasihat, ondan sonra kavuştular.
Bunun ilk temeli, nasıl hazreti imamı Ali efendimiz, bütün hayatını feda etti? Cebrail ile Mikail bir ömrü uzun olan kısa olana veremediler. Bütün bundan sonra kalan ne kadar hayatım varsa senin yoluna feda olsun ya Resulallah deyip canını yatağına koyduğu için arkasından bu nimetlere gark oldu.
Allah şefaatlarına, himmetlerine layık etsin Cenâb-ı Hak kardeşim.
Hazreti imamı Ali efendimizin hakkında açılmışken,
اَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِىٌّ بَابُهَا
“Ben ilmin şehriyim imamı Ali şehrin kapısıdır.”[12] İmamı Ali'yi bulmayan beni bulamaz diyor.
Yine bir hadisinde okudum ki “Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ilmi, aklı ona bölmüş, dokuzu İmamı Ali'de, biri sair nasta”[13] diyor. İmamı Ali'nin aklı bütün nasın aklına bedeldir diyor.
“Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor zekâyı hıfzı ona bölmüş dokuzu Türklerde diyor. Biri sair nasta.” Türklerin hıfzı zekâsı çok açık olur.
Bunlarında helak olmasının sebebi dikkat etsinler biribirlerine hasedlik, kıskançlık, uyanır buna çok dikkat etsinler.
Hazreti imamı Ali efendimizin tekrar hakkında miraca peygamber efendimiz çıktığında miractan yeryüzüne indiğinde miracta olan hal ve gördüklerini vasfetmeye başlıyor sahabelere. Mi’racta diyor Cennet-i alada Cebrail aleyhisselamla gezerken karşımızdan bir heybetli aslan diyor zuhur etti. Cebrail aleyhisselam dediki ya Muhammed, parmağındaki hatemi yani parmağındaki yüzüğü çıkart ağzına at. Yarigarın İmamı Ali'nin ruhaniyeti dedi diyor. Parmağımdan yüzüğü çıkarttım atınca aslan, ağzına aldı diyor.
Hazreti imamı Ali efendimizde böyle toplumun içinde, mübarek elini ağzına soktu, buyur ya Resulallah dedi, yüzüğünü çıkarttı verdi.[14]
Onun için dedi ki peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ne Ali'nin sırrına erdim, ne arının sırrına erdim.
Dediler, Ali'nin böyle sırrı var, arının ne sırrı var?
Bir arı getirin bana dedi bal arısı. Avucunda şöyle beş on dakika tuttu, açtı ki hem petek yapmış küçük, içine bal koymuş, bakın dedi.
Sır, Ali sırrı derler ya.
Tekrar peygamber efendimiz buyuruyor ki, bütün dünyada ne kadar peygamber gelmiş ise itikadları bir, meşrebleri ayrı; kimi sert, kimi yumuşak. Ebubekir efendimiz evliyaların en yükseği yerde ve gökte sıddıkı azam olmuş.
Sıddıkı azam deyince Şeyhımız Bilal baba hazretlerinin bir sözü hatırıma düştü: “İlk bu ataşlı tarikata başlayıp zikrullaha, ibadete çalıştığım sıralarda köyün ağası zenginleri bize mani oldu. Devlet bir taraftan, millet bir taraftan, köy bir taraftan. Ne yapıyorsun?
Allah'ı zikrediyoruz.
Köyde zikir yapamaz olduk dedi. Köyden gece cuma gecesi bir saat aşağıda ıssız dere var. Ora kaçak gizli gideriz. Toplanırlar orda zikrederdik, köy duymaz onu. Orda bir öyle ataşlı zikrullah oldu dedi kendi halıyla ayağa kalktık.
Ayak zikrullahı var, dönme yok. Ayağı makama getirme yok. Herkes ayağının üstünde yapar.
Gayr-ı ihtiyarı içime geldi; ya sıddıkı azam, ya sıddıkı azam, ya sıddıkı azam üç defa gayrı ihtiyarı bağırdım böyle diyor. O ataşlı esnasında.
İki gün mü, üç gün sonra mı dedi o Anteb'in Belen köyü denilen dokuz saat, sekiz saat mesafede bir köy var. Oradan bir Ökkeş isminde o adam geldi dedi, “baba, filanca gece cuma gecesi, gecenin şu saatinde senin ağzından böyle bir seda çıktı mı, ya sıddıkı azam diye çağırdın mı? Ben gece teheccüd namazına kalktıydım abdest aldığım sırada senin sesin üç defa kulağıma böyle geldi dedi.
İşte Cenab-ı Hak Teâlâ hazretleri dilerse böyle ulaştırır.
Hazreti Ömer radıyallahu anhu hazretleri cuma günü hutbe okuduğu yerde
يَا سَارِيَة اَلْجَبَلَ الْجَبَلَ
ya Sariye, el cebelü cebel, ya Sariye, el cebelü cebel, ya Sariye el, cebelü cebel.
“ya Sariye dağı tut dağı.”[15]
Orada hazır bulunan bir kısım insanlar haşa dediler ki bunadı ha dediler. Cinnet mi geçiriyor diyenler oldu.[16] Cuma günü hutbede farz, kendide farzın içinde oturanlarda farzın içinde o saatın içinde. Cuma günü farzın içinde hutbede Hindistan'a (bir rivayette Nihavend bölgesi) gönderdiği kumandan Sariye askerin başında, Hindistan (bir rivayette Nihavend bölgesi) üç aylık yere ya Sariye dağı tut dağı tut diyor.
Hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri buyuruyor ki; ben, Ömer’in bu kelimeyi söylediği tarihi günüyle saatiyle yazdım diyor.[17]
Daha sonra Sariye ve askeri dönünce sordular, Cuma günü filan cumanın cuma saatinde sizin başınızda ne gibi bir hal vardı?
“Biz küffarla karşı karşıya harpte idik dağın eteğinde, küffar ikiye bölünmüş, bir kısmı dağın arka tarafından yükselmiş tepeden üzerimize gelecek. (Kılınç harbinde de hangisi yukarıdan aşağı gelirse o kazanır.) Üç defa harbin içinde kulağa sesi geldi ki, ya Sariye dağı tut ya Sariye dağı tut. Burda harbi bıraktık biz dağı tuttuk. Dağın tepe noktasına çıktık öte tarafından hemen hemen çıkmaya yaklaşmışlar. Onlarıda imha ettik.[18] Allah razı olsun emire'l-mü'minin Hazreti Ömer'den diyor.
Ebubekir efendimiz yerde gökte sıddıkı azam ünvanı verilmiş. Şeykhayn kayın babası oluyor peygamber efendimizin. Hakkında çok hadisler var. Hazreti Ömer'e, Ömerü'l-Faruk'ki
لَوْ كَانَ بَعْدِي نَبِيٌّ لَكَانَ عَمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ
“benden sonra bir peygamber gelse adaletli Ömer gelirdi.”[19]
Hazreti Osman efendimize “bir kızım daha olsa verirdim” diyor. İki kızını verdi. Böyle haklarında çok hadisler var.
Hazreti İmamı Ali hazretlerine gelince, Hazreti İmamı Ali'nin hakkında buyuruyorki “Ebubekir İbrahim Halil aleyhisselamın meşrebindedir. İbrahim'e benzer. Ömer Musa'ya benzer, onun meşrebinde. Osman Harun'a benzer o yumuşaktı Musa aleyhisselam sert idi. Harun yumuşak Osman Harun'a benzer. Ali bana benzer.”
اَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِىٌّ بَابُهَا
“ben ilmin şehriyem İmamı Ali şehrin kapısıdır”[20] onu bulmayan beni bulamaz.
Kadiri tarikatının ilk temel kurucusu o zattır işte, ondan geliyor. Allah himmetine, şefaatına layık etsin. “Eti etimden, kanı kanımdandır” diyor. “Ali'nin meşrebi bana benzer” diyor.
Tekrar hazreti Ömer, hazreti imamı Ali efendimiz bir toplumda otururken hazreti Ömer dedi ki “ya Resulallah biz burdan ölüp mezara vardığımız zamanda sorgu melekleri gelince şimdiki aklımız, zekâmız aynı yerinde olur mu bunun gibi?”
“Bundan daha kuvvetli olur ya Ömer” dedi. Şimdi biraz sıkıntı var; vücut ağrısı var, soğuk algınlığı var, başka... Hiç onda böyle bir şey kalmaz daha ayık sağlık olur.
“Öyleyse ya Resulallah ben o meleklerden korkmam dedi. Onlara verecek cevabı bilirim ben” dedi.
Hazreti İmamı Ali efendimiz dedi ki “ya Ömer, sen burda biraz ileri gittin amma Eğer ben kalır, sen ölürsen seni deneyeceğim ben dedi.
“Dene ya Ali” dedi.
Hazreti Ömer hılafetindeyken hazreti imamı Ali efendimiz kendi kızını Hazreti Ömer'e nikâh etti, eliyle verdi.
Dinsiz şu zındıklar, ben Ali'yi severim Ömer'i sevmem diyenler dikkat etsin. Hazreti Ömer O'nun kayın babası oluyor. Ben Ali'yi severim Ömer'i sevmem dersin? Hazreti Ali efendimiz kendi eliyle yıkadı cenazesini guslü yaptırdı, kefene sardı, namazını kıldırdı, mezara koydu.
Mezar örtüldü, kendide beri tarafta oturdu. Keşfi açık. Mezarda melekler soruya başladı Rabbın kim? Nebin kim diyene kadar dedi ki kendi soru açtı “siz nerden geldiniz buraya?” dedi.
Dediler “ya Ömer, bizim geldiğimiz mesafe buraya kaç yüzyıllık yol, sen soruya cevap versene.”
Dedi ki “siz kaç yüzyıllık yoldan bura gelinceye kadar, Allah'ı ve resulü unutmadınız da Ömer, şurdan buraya gelene kadar mı unuttu? Benim Rabbım Allah, peygamberim ahir zaman peygamberi Muhammed Mustafa” diyene kadar “tamam tamam ya Ömer dediler. Biz zaten biliyoruz amma bizim vazifemiz” dediler.
Hazreti imamı Ali efendimiz bu halı görüyor, duyuyor. Orda zaptedemedi kendini “saddakta ya Ömer saddakta ya Ömer saddakta ya Ömer.” Sadıksın.
Sahabelerin birçoğunun haberi yok. Gelince sordular “neydi ya Ali bu senin böyle sadık çıktın dediğin?”
“Onunla bizim böyle bir konuşma vaadimiz vardı. Kendide vaadinde doğru çıktı” dedi.
Bunlar din-i İslamiyet’e böyle sarılmışlar kardaşım, böyle çalışmışlar. Allah hepsinin şefaatına layık etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
Birde gündüz bir dua söylediydik, bilenleriniz bilmeyenlere öğretin. Biz onun mükâfatını tamamen gördük, itikadımızda elhamdülillah sağlam.
Bizim şeykhımız Bilal baba hazretleri bize yazdırdıydı ezbere geçirdik. Her kim yüz kere, ya elli bir, ya yirmi beş kerre sıkıldı, darda, bunaldın, çıkmaza düştün, bir belaya düştünüz bu duayı ya yüz, ya ellibir, ya yirmi beş adet hulus-u kalb ile okuyunuz. İmamı Ali hazretlerinin ruhaniyeti kavuşur. O işinizi tebdil eder, bela başınızdan kalkar, sıkıntınız kalkar.
Bu dua tek başına da okunulur. Toplum cemaatla sıkıntıların gitmesi içinde çekilebilir. Bazen biz çekiyoruz.
Bazende itiraz edenler var amma biz onun mükâfatını bulduğumuz için biz ikrar edip tasdik edenlerdeniz.
Bu dua da Uhud kazasında çok orda şehid düştü. Çok böyle denemeler; bazı kerre İslamiyet güç kuvvet bulur, bazen sıkışır. Sıkıştığı zaman münkir kim, münafık kim, mü'min kim? Bunların seçilmesi için. Devamlı nusrat ulaşsa herkes gelirdi. Sıkıştığı zaman seçilirdi böyle.
Orda da bir kumandana Uhud kazasında şu dereyi bekleyin. Biz harbi kazansakta kazanmasakta burdan ayrılmayın. Biz yenilsek, bizim cesetlerimizi yeryüzünde kuşlar etlerimizi ağzına alıp havada uçarken görseniz yine bu dereyi bırakmayın dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Böyle sıkı tembih ettiği halde; orda İslamiyet ilk partide galip geldi, kâfir askeri yenildi. Burada ki askerler dediler ki kumandana, “bizi bırak artı işte harp bitti. Ordaki ganimet malından bizi niye sen men ediyorsun?”
O dedi, “Resulullah bize ne dedi? Biz ölsek de hatta etlerimiz havada gitse siz burayı bırakmayın demedi mi yahu? Resulullah bizi ganimet malından menetmez.”
Dinlemediler adamın sözünü, ordan koştular ganimet malına.
Halid pehlivanda Müslüman olmamıştı, arkada pusuda duruyordu. Onlar o yol bekçiliğinden geçince geldi bütün orda hepsi şehid düştü söz dinlemediklerinden.
Orda şeytan bir ilan etti ki Muhammed öldü diye, sahabeler dağıldılar. Peygamber efendimiz, bir kaç tanesi yanında kaldı hep dağıldılar.
Biriside sahabenin şöyle uzak bir tepeye çıkmış bakmış ki tekrar orda bir kaynaşma var. Tek başına peygamberimiz katırın üstünde diyor. Acaba Resulullahın halı ne olacak diye baktım diyor. Katırı kâfirin en karargâh ordugâhına doğrulttu sürdü. Baktım ki diyor hem sürüyor, arkadan da ayaklarıyla üzengiliyordu katırı diyor. Sıkıştırıyordu diyor. Biraz gidince yakın mesafede baktım yuları da üstüne attı katırın diyor. Orduya vurdu kendini diyor. Tek başına işte o ordunun içinde, orda bir kuyuya düştü mübarek.
O kuyunun içinde sahabenin bir tanesi simada şöyle dış kısmı kendine benzerdi. O, üstüne kapandı bana vursunlar diye kendini bir tarafa bütün delik deşik ettiler mızrakla o sahabeyi.
İşte orda Cebrail aleyhisselam o duayı indirdi. Orda çağır dedi Ali'yi, gamlı, kederli gününde Allah sana onu yardımcı gönderdi.
نَادِ عَلِيًّ
Ali'ye nida et.
مَظْهَرِ الْعَجٰٓائِبِ
Acaibleri göreceksin.
نَادِ عَلِيًّ مَظْهَرِ الْعَجٰٓائِبِ تَجِدْهُ عَوْنًا لَكَ فِى النَّوٰٓائِبِ لِي اِلَى اللّٰهِ حَاجَت۪ى كُلِّ هَمٍّ وَغَمِّنْ سَيَنْجَل۪ى بِنُبُوَّتِكَ يَامُحَمَّدُ بِوِلَايَـتِكَ يَاعَلِىُّ يَاعَلِىُّ يَا عَلِىُّ اَدِرِكْن۪ي وَعَلَىَّ مَحْوِل۪ى
Nâdi aliyyen mazhari'l-acâib tecidhu avnen leke fi'n-nevâib, li ilallâhi hâceti külli hemmin ve ğammin seyenceli bi nübüvvetike ya Muhammed bi vilâyetike ya Aliyyü ya Aliyyü ya Aliyyü edriknî ve aleyye mahvili.[21]
Bir anda yel gibi ulaştı.
Allah cümlemizi şefaatlarına layık etsin. Onların izi ve istikametinden ayırmasın.
“ya Ali dedi, nasıl ki İsa aleyhisselamın kavmi kendinin bir kısmı kendine çok aşırı tanrı diye taptıkları gibi bir kısım kavimde seni seviyoruz diye sana çok aşırı yönde böyle tapacaklar” diyor.
İşte şu hariciler varya; namazsızlar, abdestsizler, gusulsüzler, Allah şerlerinden korusun. Onlar itikad yönünde sapmışlar. Ali'yi nerde seviyorsun sen Ali'nin yolunda, halını almazsan?
Hazreti İmamı Ali efendimiz gece gündüz ibadetten ayrılmadı, zikrullahdan ayrılmadı, kadiri tarikatının ilk kurucusu kendidir. Abdestsiz gezmedi. Nerde sen Ali'yi seviyorsun?
Allah şerlerinden korusun Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
İşte peygamber efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri hadis-i şerifin birisinde şöyle buyuruyor ki;
سَتَفْـتَرِقُ اُمَّت۪ي ثَلٰثَ وَسَبْع۪ينَ فِرْقَةً كُـلُّهُمْ فِى النَّارِ اِلَّا وَاحِدَةً
“benden sonra benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Hepsi cehennemi boylayacak illa vahiden bir fırkası kurtulacak.” Kurtulan fırkayı sordular teker teker bu yetmiş ikiyi sorsak çoğa gidecek. Buyurdu ki;
مٰا اَنَا عَلَيْهِ وَاَصْحَاب۪ي
“ben ve sahabelerim biz ne itikadda, ne amelde isek bizi takip edenler.”[22] Bunun haricine çıkanlar dalalet fırkası, cehennem fıkası dedi.
Bu hadise karşı bu yetmiş iki fırka cehennemi boylayacak amma ne miktarda yanacağı Allah'ın muradına bağlı. Peygamber efendimiz dört tane halifeyi raşidinler, tabiinler kıl kadar Kur'an ve hadis, sünnetten ayrılmadılar. Ve bunlar toprağın altına çekildikten sonra meydan biraz boş kalınca ordan faydalanaraktan mezheb kurucular aynı parti kurar gibi tüzükleri ayrı ehl-i sünnetin itikad, amelinin dışına çıktılar.
Bir şii denilen mezheb kuruldu; üç vakit namaza indirdiler. Namazda secde yerine taş koyarlar, ayağa giyilen mesti giyene küfüre vardın derler. Ayriyeten bir on günlük, otuz günlük bir kadınla mute nikâhı, kanun koydular. Hazreti Ebubekir efendimizi kabul etmediler. Allah'ın, Resulullahın yerde gökte sıddıkı azam evliyasına küfür ettiler, buğuz ettiler. Hazreti Ömer ve Hazreti Osman'a küfür ettiler, buğuz yaptılar ki hak İmamı Ali'nin idi diye.
Bunlara biat edenlerede buğuz adavet yaptılar ki bunlar, imamı Ali'yi yapmadılar diye. Bundan dolayı bunlar ehl-i sünnetin itikadının dışına çıktılar.
Allah Resulüne ve Resulünün can ile hayatıyla beraber dinin kurgusunda bu kadar zahmete katlanan halifelere sen buğuz edersen Allah senin ibadetini kabul etmeye mecbur mu? Ne gereği var senin ibadetiyin?
Cenâb-ı Hak haber veriyor ki;
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
“ya Habibim sen kullarıma de ki, eğer siz Allah'ı sevmek istiyorsanız Allah'a da sevilmek istiyorsanız bana tabi olun de.”[23]
Peygamberimizin sünnetine, kavline, fiiline tabi olmak boynumuza farz vacib, mecburuz.
Bunlar tabi olmadılar.
Vahhabiler; tarikatı, sünneti, telkını, musafahayı, salavatı bıraktılar. Yalnız bir farzı kılarlar. Hicaza gidenleriniz görürsünüz, sünnet kılmazlar. Mevlide, nafile namazlara, hatta beş vakit namazın önünde arkasında kılınan sünnetleride kılmazlar.
Padişahtan bize bir mektup geldi, mektubuda okudun anladın artı içindekini anlayınca mektubu getiren postanın ne gereği kaldı, kendinin yaptığı işin ne gereği kaldı derler.
Allah'tan bize bir Kur'an getirdi. Biz de farzı anladık. Kendi de öldü gitti artık. Sünnetin ne gereği kaldı, O'nun yaptığı, kendinin ne gereği kaldı, öldü gitti derler. Onun için telkın bile vermezler, bozuk bunlar halen yayılıp geliyor Türkiye'mizin içinde, bütün dünyaya yayılıyor.
Cebri mezhepleri var. Cebri; şeytan mezhebi ki onların da inançları şurdan saptılar. Kul bir duvar gibi Allah indinde. Allah kulunu kötülüklerden zorla çekecek zorla iyiliğe getirme boynunun borcu. Vacib kendine. Bu itikadtalar. Bizim hayır yaparsak veyahutta katil, şekavet, zina bunları kendi yaptırmaması lazım bize.
Bunu kendi ezelde bizi ruhlarımızı halk ederken bize böyle yazmış o yazınında karşılık takdiri şimdi burada çıkıyor zamanı gelince. Bizim elimizde bir şey yok. Her şeyi Allah'a yüklerler. Şeytan itikadı.
Şeytan böyle dedi yeryüzüne inince. Sen dedi Âdem’i cennete kılavuz kılmışsın yaratırken, beni de cehenneme kılavuz kılmışsın.
Buna emretti git, onun mezarına secde et seni af edeceğim diyor.
Yok diyor. Onu çamurdan halk ettin, beni ataşten halk ettin.
Demiyorki benliğimi hasedliğimi ben bırakamadım demiyor. Senin emrini ben kırdım tutmadım demiyor.
Âdem babamızda cennetten atılınca bir rivayete karşı üçyüz sene gözyaşı döktü Serendip’te.
رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
“Rabbimiz, biz nefsimize zulmeden zalimlerden olduk. Ya Rabbena bizi mağfiret et ki eğer affı mağfiret etmezsen biz zalimlerden olduk, ziyankârlardan olduk,”[24] asilerden olduk diye Vehib ibni Münebbih’ten gelen rivayette üçyüz sene gözyaşı döktü. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri onu affı mağfiret etti. Şeytanda hiç üstüne bile almadı, sen böyle takdir ettin deyip suçu Cenâb-ı Hakk’a yükledi.
Cebri mezhebleride bunu tutarlar; Ezel-i ervahta ne yazdıysa geri tekrar bozulmaz; burda bizim hayra gittiğimizde takdir, şerre gitiğimizde takdirin kaşılığı bizim elimizde bir şey yok derler.
Bunu Kur'an-ı Kerim ret ediyor. Hadis-i şerif ret ediyor. Dört tane ehl-i sünnet imamlarımız ret ediyor. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor bir ayet-i kerimede ki;
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَآءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ
“sizin levh-i mahfuz dediğiniz kitap Allah'ın indinde. Allah orda dilediğini يَمْحُوا اللّٰهُ siler. Karşısında bunu niye sildin sen böyle yazdın diye bir ortak mı var? Kim ne cesaret edebilir يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَآءُ dilediğini ordan siler. وَيُثْبِتُۚ dilediğini orda sabit kılar.”[25]
Kulun fiiline göre, arzusuna göre, illetine göre nasibinde olmayanları tekrar nasip yazması var. Nasibinde yazdığınıda, dinsizlik yaptığı zaman onu geri silmesi var. Öyle işler var. İkinci ayet-i kerimede:
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ
“sizin durup dururken ben sizi azablık mı için halkettim.[26] Sizi şurda cayır cayır cehennemde yakayım da seyirinize bakayım, bunun için mi halkettim ben sizi.
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪يٓ اٰدَمَ
“ben Âdemoğullarını bütün meleklerden daha mükerrem aziz halkettim.”[27] Seve seve halk ettim. Seve seve halk ettiğim bir kulun sizin cehennemde böyle cayır cayır yanmanızda Allah'ın diyor bir menfaatı var mı bundan? Sizin ateşte yanmanızda Allah'ın ne menfaati var? [28]
لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ
“Allah'a iftira yapmayın”[29] diyor. İftira yapmayın.
Benim anlıma bu kötülüğü yazmışta ondan diyor, bunlar benim işim değil.
ظَهَرَ الْفَسَادُ
“zuhur eden fesatlar diyor.
فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ
“Bütün zuhur eden fesatlar karada ve denizde insanların kendi elleriyle seve seve taktim ettiklerinin kazandıklarının karşılığıdır.”[30]
İRADE-İ CÜZ’İYE
İrade-i cüz’iyeyi kulun eline veriyor. İradenizde serbest kılıyor. İrade-i külliye Allah'ın. Bizi iki damla nutfeden bu hala getirip bu iskelete montajlayıp bizi konuşturan, gösteren, işittiren güç, kuvvet Allah'ındır.
Fabrikadan gelen taksi, en son bir şoförün eline verildiği gibi; şoförün eline taksi verildikten sonra trafik kurallarıda buna anlatılıyor. Ondan sonra sür bakalım… Bundan sonra suç, fabrikanın mı senin mi?
Şoförün hakkı.
Cebri mezheblerini hep bu ayetler böyle tart eder. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri,
وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ
“Allah kullarına zulum değil”[31] diyor.
فَإِذَا كَيْفَ جَمَعْنَا لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَ غُفِّيَدْ كُلِّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ لَا يُظْلَمُوا
“mahşer yerine geldiğiniz zaman her ferdin kendinin yaptığı günahtan fazla bir zerre kadar günah ile azap yapılmaz. İlla ki iradesiyle ne yaptıysa o yazılır. O zaman halleri nasıl olacak”[32]
Yine bir ayet-i kerime bunları tart eden.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَآءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا
İrade-i cüz'iyenizi elinize veriyorum, iradenizde serbest kılıyorum “her kim iradesini de yalnız Allah'ı, ahreti, ibadeti bırakır, dünyaya iradesini, himmetini buraya harç ederse münasip gördüğümüz kadar dünyalığı verir ahretteki olan ebedi sonsuz servet nimetlerden mahrum kendinin içinde vaad olunan azabları veririz.” [33]
وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا
“her kim irade-i cüz'iyesini Allah'a iman ve itaat, hizmete sarf ederse dilediğimiz kadar dünyalığını veririz ahrette vaad olunan sonsuz ebedi cennet servetini hazırlarız kendinin için.”[34] Böyle irade-i cüz'iye olmasa kulun elinde.
Şeytana bazı mühletler verilmiş amma cebri, seni kötülüklere cebir sürükleme yok, iradende cebir yoktur.
Tekrar bunu İmam-ı Azam efendimize şöyle sordular. Ehl-i sünnet imamlarımızdan Allah razı olsun bu konulara çok dikkat edin. Bu itikad meselesi burda saplanıpta sapıtanlar çok. Hocalarımızın, dervişlerin içinde böyle sapıtanlar var bu itikad meselesinde.
İmam-ı Azam efendimize sordular ki “ya İmam, levh-i mahfuzda takdir, yazı var mı yok mu? Dedi ki “levh-i mahfuzda yazı, takdir var. Sizin dediğiniz gibi değil. Ordaki yazıyı Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri vasf ederekten yazmış, vasfederekten.”
Vasıf nedir? Mesela siz bize Antep'in caddelerini durumlarını havalarını sorsanız size vasf edebiliriz. Bizde size bu Dörtyol'un hava durumlarını, ziraatını nesini sorsak sizde bize vasf edebilirsiniz. Şöyledir böyledir vasf ediyorsun.
Cenâb-ı Hakk'ta diyor levh-i mahfuzda ki takdir, mukadder yazıyı kullarım iradelerini şöyle kullanırlarsa şu mükafaatlar, iradelerini şu yola kullanırlarsa şöyle cezalar. Vasf ede ede yazmış. Yoksa filan kulum cennetlik, filan kulum cehennemlik. Böyle bir şey yoktur dedi.
Dünya âlemine gelince Allah'ın bu kullarının hakkında yaptığı icad; hayır ve şer icad ettiği işler ne zaman olur?
Ne zaman kul iradesini, içinde birde niyetini karara geçer, ne olursa olsun yaparım kararına geçti, o niyetindeki yapacağı işide diyor fiilen yaptı, o anda Allah'ta o iyiliği kötülüğü o anda icad eder diyor.
O ana kadar icad etmez. Öyle olsa şu meleklerin ne gereği kalır? Evvelden bunun tövbe etmeyle cennete giremeyecekse, namazla, ibadetle Allah'ın rızasını bulamayacaksa bu namazın abdestin ne gereği kalır, yalvarmanın ne gereği kalır, ya Rabbi beni affet diye.
Cenâb-ı Hak diyor ki peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme
نَبِّئْ عِبَاد۪يٓ اَنّ۪يٓ اَنَا۬الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
“ya Habibim kullarıma haber ver, mağfiret talep edenleri affederim. Tövbe edenlere rahmet ederim”[35] ayeti kerime.
اَلتّٰائِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لَا ذَنْبَ لَهُ
“bir kimse günahına tövbe ederse; nadimlikle bir daha yapmamak niyeti ile tövbe ederse hiç günah yapmamış gibi diyor günahından arınır, günahı gider, günah yapmamış kimse gibi olur.”[36]
Bu cebri mezheblerinin hepsini bunlar ret ediyor. Cenâb-ı Hak öyle buyuruyor ki yine bir ayet-i kerimede:
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
“biz insanları sa'yı ve gayret için halkettik. Sa'yı ve gayretini hangi yola sarf ederlerse sonunda da onun noksansız karşılığını bulurlar.”[37]
İrade, kulun eline veriliyor. Nasıl ki fabrikadan şu makinalar, taksiler kanalıyla çıkıyor, montajlanıyor, herşeyi mükemmel yapıldıktan sonra ne yapılıyor?
Şöforün eline veriliyor.
Bundan sonra kazasında, takazasında, katilinde fabrika mı mesul, şoför mü mesul?
Akıl var.
İşte ehl-i sünnetin inançları böyledir. Bunları ayıktırın, buna saplanıp kalanlar var böyle.
Hel ete suresinde:
هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki; “insanoğulları, sizin isminiz, cisminiz, adınız, namınız dünyada yok iken, meydanda yok iken nerdeydiniz sizin başınıza böyle bir hal gelmedi mi?”[38] Şundan elli, altmış yetmiş sene evvel şu cemaatımızın adı nerdeydi? İsmi nerdeydi? Cesedi nerdeydi? Başınıza böyle bir iş, hal gelmedi mi sizin?
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ
Yani, “muhakkak biz insanı bir karışık sudan halk ettik ki insanları imtihan edelim.”[39]
Yani, insanı biz anasıyla babasının bir birine karışmış nutfelerinden halk ettik ki Biz o insanı imtihan edelim, bakalım o insan, hilkat-ı asliyyesini düşünerek kendini yaratan Halık’ını bilip, O’nun emirlerine uyup, ibadetle mi meşgul olacak, yoksa kendini yaratan Halık’ını unutarak emirlere itaatsizlik ile günaha, isyana mı dalacak. İnsanoğullarını da imtihan vermeye kabiliyetli yarattık.
Gerçi Allahu Teâlâ, kulunun her fiilini bildiğinden imtihana ihtiyacı yok ise de emri ve nehyi ile mükellef kılarak imtihan edeceğini beyanla, kullarını ibadete davet olduğu gibi imtihan sebebi ile herkes kendi amelini bilir ve itiraza mecali kalmaz. Cenâb-ı Hak insanı, yaratılışında akıl, zekâ ve fikir ve düşünceli ve his ve anlayış sahibi olduğundan, imtihana tabi tutuyor.
فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿﴾ اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا
İnsanı imtihan muamelesine tabi kılınca, “Biz o insanı işitici ve görücü kıldık.” Yani, insan amelini sual ile müptela olunca, Biz o insana işitecek kulak ve görecek göz de verdik ki o insan vahdaniyetin delillerini kulakları ile işitsin ve gözleri ile görsün ve doğru yola gitsin. Peygamberi tasdikle necat bulsun. Zira “Biz o insana Allah’ın verdiği nimetlere şükür edici olsun veyahut nimetlere şükür etmesin de kâmil şiddetle inkâr edici olsun. Her iki surette doğru yolu gösterdik” Hayır ve şer yollarını göstermek üzere Rasul de gönderdik ve Kur’an’ı da inzal ettik ve yapılacak ameli ve inanacak itikadı ve yapılması vacip olan her şeyleri bildirdik. Ve ahirete delalet eden delilleri de bildirdik. Bu yapılan ikazları anlayacak akıl, zekâ, düşünüp iyi ve kötüyü seçecek fikir de his de verildi.
Yani, şöyle ki; bir yapılan vesaitler, taksiler ve muhtelif taşıtlar, bunların hepsinin yapılışı ve icadı bir akıl, zekâ sahibinin iradesiyle noksansız yürümeye ve götürmeye, istediğinde yürümeye, istediğinde de durmaya kabiliyetli olarak yapılmıştır. Sonra bunu kullanma yetkisini ve iradesini ve direksiyonu şoföre teslim ediliyor.
Bu şoföre trafik kuralları da, bu yollardaki tehlikeli durumları da bildiriliyor. Şimdi bu şoför, yapılan ikazları hiçe sayar, kullandığı aracın bakımına dikkat etmez, trafik kurallarına uymaz, büyük tehlikeleri düşünüp tedbir almaz, yasaklanmış olan içki içer, hiç kural, emirlere de uymazsa düştüğü felaketlere karşı iyice düşünüp bu başıma gelenler, benim hiçbir kurala uymayıp tedbirsizliğimden demesi mi lazım gelir? Yoksa bu karşılaştığım bu kötü bela ve musibetler, bu kullandığım, makineyi yapıp, icat eden, kuvvet, kudret, zekâ sahibi olan zatın bu makineyi yapıp, icat ettiğinde bu şu gibi felaketler ile karşılaşacaklar; şu kötü belalar felaketler, bunun zimmetine yazıp kayıt etmiştir ki, ben tedbir etmesem de bu işler başıma gelecektir. Çünkü yapılışta böyle takdir etmişti, diyorsun. Bu suçu, makinayı yapan kabul eder mi?
Bu itikad cebriye mezhebinin itikadıdır.
Ayet-i kerimede, Cenâb-ı Hak buyuruyor ki;
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ
“Karada ve denizde zuhura gelen fitne fesatlar hepsi naasın eliyle yapdığındandır.”[40]
Yoksa Cenâb-ı Hak durup dururken fesat halk etmemiştir. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki;
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
“İnsanlar için hiçbir şey yoktur” اِلَّا مَا سَعٰى “ille neye çalıştıysa onun karşılığı vardır.”[41]
Yani kötülük yoluna gittiyse kötülük var. İyilik yoluna gittiyse iyilik var. Sonunda iyilik ise iyiliğinin kötülüğe çalıştıysa kötülüğünün karşılığını görecekdir.
İşte bu yazmış olduğumuz ayet bunları cevaplandırıyor. Bu cebriye mezhebinin çok büyük hatalı itikadları ehl-i sünnet itikadının dışında. Bunlar yapılan işlerin hepsi, ezelde yazılmıştır. Kulun elinde hiçbir şey yoktur diye yaptığı suçunu Allah’a isnat ederler. Ezelde böyle yazmıştır, derler. İrade-i cüz’iyye ayetlerini inkâr ederler.
[1]Ramuze'l-Ehadis c.2. s.427/12. Rudani Cem'u'l-Cevami c.5.s.303.304/9581.
[2]Hazinetü-l-Esrar s. 171. (Arab’ça baskı.)
[3] Bostanu’l-Vaizin ve Rıyadu’s-Samiın, c.1.s294/456 (Beyrut). Delâililü’l-Hayrat Şerhi s.27–28 (Osmanlıca baskı).
[4]Beyhaki, Zühdü’l-Kebir, c.2.s.118/207 (Beyrut). Münziri, Tergib, c.1.s.41/65 (Beyrut). Berikat-ı Mahmudiyye fi şehu Tarikat-ı Muhammediyye ve şeriatı nebviyye ve sireti Ahmediyye c.1.s.75. İmam Suyuti, Miftahu’l-Cenneti c.1.s.13/2.
[5] Ramuze’l-Ehadis, c.2.s.502/10. Feyzü’l-Kadir, c.6.s.261/11622 (Mısır). Berikat-ı Mahmudiyye fi şerhu Tarikat-ı Muhammediyye ve şeriatı nebviyye ve sireti Ahmediyye c.1.s.75.
[6]Kütübü Sitte Muhtasarı c.1.s.323
[7]Sahihi Buhari c.5.s.1949/4776 (Beyrut). Sahihi İbni Hıbban c.1.s.190/14 (Beyrut). İmamı Celaleddin es- Suyuti Fethu’l-Kebir c.3.s.143/1287, c.1.s.235/2563 ve c.3.s.80/10545 (Beyrut)
[8]Müddesir Suresi 74/1-2
[9] Siretü’n-Nebi 120–126 (Osmanlıca baskı), Şemseddin Sivasi Menakıbı Çehar Yarı Güzin, s.99–100
[10]Teğabun Suresi 64/15
[11]Haşr Suresi 59/10
[12]Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman s.24/128. Deylemi el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.1.s.44/106 (Beyrut). Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdat c.7.s.172/3613 (Beyrut). Rudani Cem’u’l-Fevaid c.5.s.120/8691.
[13]Ramuze'l-Ehadis c.2. s.335/1
[14] Menakıb-ı Ciharı yarı Güzeyn, 256,257 (Osmanlıca Baskı)
[15] İmamı Fahreddin Razi, Tefsirü Kebir, Mefatihu’l-Ğayb, c.21.s.433 (Beyrut). Tefsirü Nisaburi Ğaraibü’l-Kur’an ve Reğaibü’l-Furkan, c.4.s.416 (Beyrut). Mirkatü’l-Mefatih şerhu Mişkatü’l-Mesabih, c.9.s.3842-3909 (Beyrut). Menakıb-ı Çiharıyarı Güzeyn, s.114-115 (Osmanlıca Baskı).
[16] Kenzü’l-Ummal, c.12.s.572.
[17] İmamı Fahreddin Razi, Tefsirü Kebir, Mefatihu’l-Ğayb, c.21.s.433 (Beyrut). Tefsirü Nisaburi Ğaraibü’l-Kur’an ve Reğaibü’l-Furkan, c.4.s.416 (Beyrut). Menakıb-ı Çiharıyarı Güzeyn, s.114-115 (Osmanlıca Baskı).
[18] İmamı Fahreddin Razi, Tefsirü Kebir, Mefatihu’l-Ğayb, c.21.s.433 (Beyrut). Tefsirü Nisaburi Ğaraibü’l-Kur’an ve Reğaibü’l-Furkan, c.4.s.416 (Beyrut) Menakıb-ı Çiharıyarı Güzeyn, s.114-115 (Osmanlıca Baskı).
[19]Kenzü'l-İrfan fi ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman 1001 Hadis s.23/117 Camiu's-Sağir Muhtasarı c.3. s.222/3278 (5:325/7470). İmamı Ahmed ibni Hanbel, Fedailü’s-Sahabe, c1.s.346/498 (Beyrut). Tabarani, el-Mu’cemü’l-Kebir, c.17.s.298/822 (Kahire)
[20]Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman s.24/128. Deylemi el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.1.s.44/106 (Beyrut). Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdat c.7.s.172/3613 (Beyrut). Rudani Cem’u’l-Fevaid c.5.s.120/8691.
[21] Bu dua Pirimiz Abdulkadir Geylani Efendimiz’in Füyuzâtı Rabbaniyye Kitabında yazılıdır.
[22] Tabarani El-Mu’cemu’l-Evsat, c.5.s.137/4886 (Kahire). Hakim El Müstedrek, c.1.s.218/443 (Beyrut). Ebu Nuaym Hilyetü’l-Evliya c.9.s.242 (Beyrut).
[23]Ali İmran Suresi 3/31
[24] Araf Suresi, 7/23
[25] Raad Suresi 13/39
[26] Nisa suresi 4/147
[27]İsra suresi 17/70
[28] Nisa suresi 4/147
[29] Taha 20/60
[30] Rûm Suresi 30/41.
[31]Mü’min suresi 40/31
[32] Ali İmran Suresi, 3/25
[33]İsra Suresi 17/18
[34]İsra Suresi 17/19
[35]Hicr Suresi 15/49
[36]İbn Mace, Zühd (4250)
[37]Necm Suresi 55/39
[38]İnsan Suresi 76/1
[39]İnsan Suresi 76/1
[40] Rûm Suresi, 30/41.
[41] Necm Suresi, 53/39.