HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 13 (KALBİN NURLANMASI) - (BAHRU'L-VEFA)

13. Sohbet: KALBİN NURLANMASI

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

(Adana)

         İhlaslı amelde ve kemalde eylesin Cenâb-ı Hak. İbadetlerdeki gayede neye geliyor? Misal açıyor söz sözü. Bizim buralarda araziler var. Bu arazilerin bir susuz arazileri var değil mi? Birde sulu arazileri var. Adam sontaj vurdurmuş. O sulu arazi ile susuz arazide kıymet değeri farkı var değil mi? Çünkü kıraç susuz arazilerin mahsulü az olur, verimsiz olur. Hangi arazinin orda su çıkmış, muntazam, kıymet değeri çok artıyor. Buda şuraya geliyor.

                اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

         İbadet; nasıl ki o tarla sahibi ah şurdan bir su çıkarsam, bunun altında bir su var amma Allah’ım bana bir güç kuvet ver ya Rabbi, burdan bir su çıkarayım. Bu tarla beni ihya eder, maişetime yeter.

         Allah'ı seven âşıklarda, ya Rabbi namaz derken, zikir derken, tarikat derken gayem başka bir şey yoktur.

            اِلٰهِ اَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي   

         Bütün gayem senin rızan ve sana kavuşmak. Başka matlubum yok ya Rabbi, Senin sevgine, aşkına kavuşmak.

         O arazi sahibi, toprağı şimdi sontaja güçü yetmez eliyle çalışan var, başkasıyla çalışan var. Çalışırken çalışırken yıl, ay yılmaz. Sonunda bir su çıkarır veyahutta orayı pompayla veyahutta bir motarla veyahutta ceyranla (elektirikle) suyu çıkarttı, tarlanın kıymet değeri artar, mahsuller artar.

         Allah yolunda çalışanlarda ya Rabbi,

                 اِلٰهِ اَنْتَ مَقْصُود۪ي

         İlahi, maksudum sensin.

        وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي  

        

         Başka matlubum yok, sırf senin rızan, sevgin ya Rabbi. Bana sevgini ver. Çünkü senin sevgini verirsen, sen beni seversen, bende seni seversem daha başka ne gereği kaldı artık.

Cenâb-ı Hakk'ta hak yemez. Bunun gayreti; nefsiyle, şeytanıyla sürtüşüp mücadele yapa yapa böyle gece gündüz hizmetine doğru aşkını, sevgisini bu adama verir.

        اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

         Ne zaman o aşk kalbine indi, kıraç tarladan suyu çıkmış bir araziye dönderir. O adamın kalbi, dili değişir. İlmi artar, aşkı artar, ağlaması artar, Allah'ı sevmesi artar, sevilmesi artar. Cenâb-ı Hak, ilm-i hikmetler verir, aşkını verir. Muazzam bir şenelmiş bahçe, bir sulu tarlaya döner. Allah'ın rızasına kavuşur, aşk-ı ilahi, feyz-i ilahi geldimiydi tarakki eder.

         Terakkinin manası neye benzer?

Ehl-i sülükten bahsettiydik; bir sebzeci evvel toprağın yerini imar etmesi lazım gelir. Motorlarla sürüyorlar değil mi? Bundan sonra bunun hatını vurup tohumunu atar.

Ne yapıyor?

Bunu verecek Allah amma ben hizmetinde çalışmam lazım, gerekiyor. Hizmet, amel yapmadan tarla kendi kendine mahsul vermiyor değil mi?

Bunun tohumunu atarken, suyunu sularken çapasını vururken, yabani otlara ilaç serperken, mahsuller biraz bakarki kuvvetleşmeye başlar. Hem yere, hem dışarıya gübre atar, su zamanı geldimiydi suyunu verir, gece gündüz dikkatle bunun başında durdumuydu ilacını sıkaraktan, çiçekler, çiçeklerden sonra mahsuller sarkmaya başlar.

Mahsuller meydana geldimiydi hasılat sandıklara, sepetlere, çuvallara ambalaj basar. Artı parasınıda koynuna koydumuydu kalbi mutmain olur. O emekler, o zahmetler bi taraf olur. Aynen ehl-i imanda;

            اِلٰهِ اَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي

         Diyerekten namazla, ibadetle, birde kendine yönelmiş hakiki sevdiği mü'minlerin katarına beraber gelin diyor Cenâb-ı Hak. Bana sadıklarımla beraber gelin. Fasıklarla gelmeyin, sadıklarla birleşin.

              يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

         “ey Allah’a iman edenler, Allah'tan korkun, sadıkların maiyetinde beraber olun ayrılmayın.”[1] Öyle olan bir katara katılıp çalışa calışa nefs-i emmaresini yıkar. Nefs-i emmareden levvameye geçer.

         Nasıl çalışıyor o arazi, sebzenin sahibi; tohumdan dışarı çıkarıyor, dışarı çıkarken çalışıyor gübre derken, çiçek açtırıyor.

         Ameline göre; dursa, vazifeyi terk etse oda, durur, işlemeden kesilir. O çalıştıkça Cenâb-ı Hakk'ta emek yemiyor, onu işletiyor; kökünü atarken, o derken çiçekler açılıyor, mahsule biniyor.

         Bu çalışanda nefs-i emmaresini yıkıyor, levvameye geçiyor. Levvamaye geçmesi neye benziyor?

Emmaredeyken kış gününe benzer; kış gününe güvenilmez. Her kiminde nefis, kendinin vücut âleminde anadan doğanların hepsi kadın ve erkek nefs-i emmarenin içinde doğuyor. Yani, nefis, amir vücut ikliminde; hava hükmünü icra ettiriyor.

         Asıl marifet o ki, bu zalim nefsi o hükümdarlıktan, iktidardan düşürüp kalb âlemindeki Allah'ın nazargahı olan köşke, temiz, ruh-u sultaniyi çıkartmak. Ruh-u sultani çıkarsa kanunlarda değişiyor. Derhal planlar değişiyor.

         Nefsin vezirleri var. Nefis iktidarda olunca onun elinin altında encümen azaları gibi vezirleri var: Kibir, benlik, gurur, büyüklenmek, hasidlik, riya, hırs, tamah, buhul (cimrilik), gazap-öfke, şehvani, dünyavi arzuları. Nefsin vezirleri bunlar. Bunlardan hiç insana menfaat gelir mi?

         Bunların kanunundan hiçbir memleket sükûnet olur mu? Sahibini imha eder bunlar.

         İşte tarikatta ki, ibadette ki gaye bunları diyor;

            اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّوٓءِ

         Cenâb-ı Hak bize emrediyor ki, “sizi bütün kötülüklere sevk eden sürükleyen nefis amiriniz”[2] onu indirin. Ondan ayrılın, beri olun.

         Ne zaman el, ayak, göz, kulak, kalb, endamlar nefsin arzusuna rey vermezler, şehvani yoluna gitmez, diline sahip olur, gözüne sahip olur, kulağına sahip olur, nefsin arz ettiği yollara gitmez, nefse rey vermemiş olur, tek kalır, iktidardan düşer ibadetle, zikrullahla.

O zaman ruh-u sultani çıkar. O çıkınca kanun değişilir. O kötü vezir, azaların yerine sabır gelir, hayâ gelir, edep gelir, tevekkül gelir, kanaat gelir, gönül enginliği gelir, teslimiyet bunlar onun yerine geçer. O adam turunçtan Waşinghtona dönmüş olur, değişir adam bu sefer mücadele karşısında.

         Nefs-i emmaresini yıkar, çalıştımıydı levvameye geçer. Levvameye geçtimiydi alametleri nedir?

Levvameye geçtimiydi; evvela bir öğretmenin elinin altında ki talebeyi diyelim anlamanız için; ilk birinci sınıftaki çocuk, bir sene çalışır, ikinci sınıfa, üçüncü sınıfa geçince evvelki birinci, ikinci sınıftaki noksanlarını iyi anlamaz mı hatalarını, değil mi?

İleri gittikçe arkadakini iyi seçer.

Nefs-i emmaredeyken insan kolay kolay suçunu bilmez, o kötü vezirlerin ortasında, kötü ahlakların içinde. Kibir, burnunu kaldırmış kimseyi beğenmez. Suçunu söylesen kabul etmez, kızar. Ne zaman o hükümdar aşağı düşer, öteki geçerse o zaman anlaşılmaya başlar, iyi kötü biraz fark eder.

         Nefsini anlar, nefsini kınar, levm eder. Ey zalim nefis, sen utanmadan o beni gören Allah'ıma karşı şu edepsizliği yaptın, şunları yaptın ey zalim nefis der, nefsini levm eder. Levvamenin manası; kınamak manasına geliyor, levm ediyor.    

Çalışırsa terakki eder, mülhiyeme geçer. Levvamedeyken ağlar, suçunu bilir, ıssız yerlerde aşk-ı ilahi, feyz-i ilahi Cenâb-ı Hak onun gayretine karşı bazı kerre varidat sevgisini verir, ağlar. Gözünden yaş buraya yüzünden gelir, ağzına girerse soğuk olur, tuzlu olur. Bil ki nefs-i levvame alameti.

         Şayet böyle oturur, boş zaman olur böyle huzur, rabıta, abdestli, bir mürşide hakkıyla teslimiyetinde gözüne nur gözükecek olursa Cenâb-ı Hak nur açacak olursa levvamede boz renkte olur.

Levvameden mülhimeye geçerse, nur açarsa Cenâb-ı Hak, nur, kırmızı olur. Mülhimede gözünden yaş, ağlarsa ağzına gelen yaş, tuzlu olmaz, soğukta olmaz. Ilık abdest suyu gibi olur, tuzda kalmaz. Nur açacak olursa kırmızı olur ve orda Cenâb-ı Hak dilerse o kimseye, ilhamda eder o mülhime makamında, ilhamda eder.

         Peygamberlere nasıl ki Cebrail lüzum olduğu zaman vahy geldi. Evliyalarada vahiy gelmek yok, ilham var.

         Kendi böyle huzur ve murakabasında oturduğu zaman kalbinden kalbine şahıs yok, ses yok, harf yok, seste yok. Kalbinden kalbine bir anda, oda uykuyla uyanıklık arasında olur. İlham-i Rabbani.

         O zaman o sebzecinin mahsul aldığı gibi kalbi mutmain olur artık. Çünkü kendi vücudunda Allah'ın varlığını, birliğini tamamen zandan yakîna geçti, yakîn hâsıl oldu, mutmainneye geçer.

         Mutaminneye geçtimiydi imanda hakkıyla kuvvetleşir. Cenâb-ı Hak aşkını, sevgisini, muhabbetini, varidat-ı ilahiler, ilim irfanlar verir. Artık onu Cenâb-ı Hak o zaman Kur'an-ı Kerim'inde buyuruyor ki;

            يَآ اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ

         “ey nefsini mutmainneye ulaştıran kulum”[3]

            اِرْجِع۪يٓ اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ

         “dön artık kulum sen benden tarafa gel. Artık bana gel sen, Rabbına kavuş. Seni Raziyye, Marziyyeye kavuşturacağım.”[4]

Allah, o makamlara hepiciğimizi ulaştırsın. İmanlarımızı kuvvetleştirsin Cenâb-ı Hak. O sevgisini versin. O Allah sevgisi gelince başka sevgiler kalbte kalmaz diyor.

                اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

         “yapılan ibadet itaat zikrullahın nuru kalbe duhul eder girerse o kalpteki kötülükleri fıskh eder bozar, kalbide Hakk’tan tarafa açar” [5]

Bazı tarikatçılar neden çalışıyorda aynı daha turunç olaraktan kalıyor, bazı tarikatçılar turunçtan waşinghton oluyor?

Misalen yani.

         Adam çalışa çalışa bu halleri geçince adamın gözü, sözü, edebi, ilmi, irfani, ilm-i hikmetler değişilmiş, belli işte.

Eski turunç gibi kalanda bu nur yok.

Hakkıyla nefsiyle, şeytanıyla mücadele yapmıyor ve yapıştığı tarikat lider dediğide bu yönde stajsız, eğitimsiz bir adama teslim olmuş, sigarasını içiyor, şeriatsız, bir ölçüsüz harekette; riya var, iftihar var, kendinin ihtiyacı var tedavi olmaya seni nasıl tedavi edebilir o? Hakkıyla dâhiliye mütahasısı değil ki seni tedavi etsin.

         Aynı zahirde nasıl ki vücuttaki olan hastalara ihtiyaç var, manevi, ruhani hastalıklar var; Bu kötü ahlaklar ki kibir, ucup, riya, hased, hırs, tamah, buhul (cimrilik), gazap, dünya sevgisi bu arzular, hastalıklar bizim ruhaniyetimizi, maneviyatımızı geliştirmiyor.

         Yabani otlar olur, bir sebzenin içinden onu ilaçlamazsan boğar, mahsuldan geri kor.

         Bu kötü ahlakları ilaçlamak lazım zıttıyla, mürşid-i kâmilin edebi, erkânı ile. Oda, başından geçen bir eğitim, staj görmüş kimse olmazsa sende de bir mahsul olmaz, onda da mahsul yok.

Allah iyileri tüketmesin, onlarla birleştirsin Cenâb-ı Hak.

         Şeyhımız Bibal baba hazretleri, Allah ruhaniyetindende faydalanmayı bize nasip etsin. Çünkü onların zahir kısmı değişildi amma ruhaniyetleri hiç biri ölü değil.    Onun kapısında çalışan bir Mustafa vardı. O, evde hizmet yapardı. Kendide Giresun'a sürgüne gitti. O, evde kaldı.

         Kendi sürgündeyken bu Mustafa burda vefat etti, öldü. Kendinin ağzından dinledim Giresun'da Mustafa'nın öldüğüne çok acıdım, müteessir oldum. En fazla müteessir olduğum; çalışıyordu, ehl-i sülûktü.         

         Sebzeciyi sülûke misal getirdim size. Sebzeci, çalışıyor, tohumundan, toprağından gide gide gide gide sonunda mahsulu alıp ambalaja, sandığa, satınca sülûkü ikmal ediyor.

         Bu yolda hakkıyla çalışanlarda, bu nefs-i emareden, çalışa çalışa levvameye, levvameden mülhimeye, mutmainneliğe geçinçe orda manevi mahsullerin neticesini alıyor. Şek şüphe zerre kadar kalmıyor. Tevekkülü, ilim irfanı, inancı, aşkı, tamamen kemal buluyor. O sebzecinin mahsul aldığı gibi.

         O Mustafa'da dedi sülûkü daha ikmal etmemiş, yarıda çalışıyordu dedi. Buna çok müteessir oldum ki, sülûkü yarı yolda kaldı diye. Bu acıyla yattımdı, rü'yamda Mustafa'yı gördüm dedi, o ölen Mustafa'yı. Baktım ki maneviyatta pirimiz Abdulkadir Geylani efendimiz bir büyük tekke açmış, kendinin tarikatına hakkıyla böyle bağlı olup, sülûke çalışanların sülûkleri ikmal olmayıp yarıda kalanlara baktım orda ikmal ettiriyor dedi.

O zaman sevindim dedi. Burasını ben hiç bilmiyordum ki öldükten sonra böyle olduğu gibi kalır. Ora varınca bunların ikmaliyetinin olacağını bilmiyordum dedi. Ondan sonra kalbim rahatlaştı dedi.

         Burda dedim ki, niyet şuna benzer ki;

            اِلٰهِ اَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي

         Ya Rabbi, bütün maksadım arzum sensin, matlubum senin rızan ve seni hakkıyla sevmek sevilmek başka matlubum yok. Azmiyle bu sevgiyle Cenâb-ı Hakk'a âşık olan, çalışanlar, bu nefs-i emmareden, levvameden ileriye ulaşamadan vefaat etti öldü. Ömrü kâfi gelmedi, yarı yolda kaldı değil mi? Şu mahsulün çiçek açıpta yarı döller bırakıpta tam kemal bulmadan öldüğü sudan kesildiği kaldğı gibi.

         Cenâb-ı Hak, bunun niyetini biliyordu. Bu ömrü kâfi gelseydi bu o azimden, o amelden, hizmetten geri kalamayacaktı.  O, Cenâb-ı Hakk'ın tam dostluğuna, rızasına kavuşuncaya kadar çalışacak idi. Bunun niyetini bildiği için ruhaniyetini orda gene tamama kavuşturuyor. Azmettiği hedefe ulaştırıyor.

         Büyük bir nimet işte, Allah cümlemizi mahrum etmesin Cenâb-ı Hak.

Başka bir soruluranız daha varda bu aklım da kalmadı neydi?

         O İbrahim Ethem'de bir alacak varda belki söz sözü açar. Yine başka sorularınız olursa sorabilirsiniz.

         İbrahim Ethem biliyorsunuz Horasan padişahıydı. Horasan padişahı, zengin maddiyeti herşeyi mükemmel, imanı da var amma zahmetsiz. Zahmetle çalışan, zahmetsizle çalışan beraber olmaz.

            اَفْضَلُ الْاَعْمَالُ اَحْمَزُهَا

         “amellerin içinde de Allah indinde kıymetli olan zahmetli olanlar.”[6] Fakirlik meşakkat var, her türlü zahmetin altında boyun veriyor, çalışıyor. Ötekinin hiç bir maddiyet sıkıntısı yok, başka sıkıntı yok, hep rahatlıkla yapıyor, onunla bunun arasında fark var.

         Buda imanlı amma padişah, herşeyi mükemmel. Yatakları kuş tüyü, herşeyi ona kıyas.

         Yatıyorlar karyola da, konuşuyorlar, diyorlar ki acaba öbür düynaya vardığımız zamanda Cenâb-ı Rabbım yine bizi cennette böyle buluştursa, bir nimete kavuştursa. Bu yönlerden konuşuyorlar.

         Cenâb-ı Hakk'ta daha onu ikaz etmek için bir melek gönderiyor. Bunlar bu konuşuktayken yattıkları damın üzerinden bir gürültü kopuyor. Çok şiddetli olduğundan asbabının (elbisesinin) hepsini giymeden yarı çıplak dışarı çıkıyor. Kızgın, padişah, “nedir o damın başında ki, ney o?” diyor.

Deve deve diyor yukarda ki.

Allah Allah diyor yahu gecenin karanlığında, damın başında deve olur mu? Diyor, bu ne biçim kelam?

O diyor ki, yahu, kuş tüyü döşeğin üstünde, sultan hanımın koynunda cennet olur mu? Bu ne biçim düşünce senin ki?

         O zaman vuruluyor bu sözle. Bütün tacı, tahtı bırakıp, çıkıp bir mürşide senelerle kapısında, padişah olan bir adam odun kesiyor. Son devrelerde, bütün imtihanların sonunda artık o, imtihanlardan sonra mürşid-i kâmil ona bir teveccüh etmesinde irşad ediyor.

Ondan sonra denizin kenarına bazı gelir oraya iğneyi atar denize balıklara emreder balıklar tutar iğneyi geri eline verir. Böyle hallar zuhur ettirmiş Cenâb-ı Hak.

         Mevlana hazretlerini biliyorsunuz, Konya'da. Allah'a, dine hizmet eden kardaşım, iki dünyanın aptallığı değil, hakkıyla ihlaslı, Allah'a, dine ve Resulullahın sünnetine çalışanlar azminin sonunda iki dünyanın sultanlığına kavuşmuşlar.

         Kendiler gitmiş asırlar boyunca ümmet-i Muhammedin kalbi temiz olan müslümanların kalbinde daha sevgisi gitmiyor. Kıyamete kadar devam edecek.         

Neden?

         Allah'a, dine, sünnet-i Resulullaha çalıştıkları için.

         Mevlana hazertleride zahiren ilmini tamamen elde etmişti fakat tarikata intisap etmemişti. Her sene üçyüz, dörtyüz talebe yetiştirirdi, böyle çalışırdı. Bunun bu halı, misal olarak neye döndü?

Şu bunlardan evvel lamba derdik, onlara ulaştınız herhalde? Fitille, gazla yanardı biliyor musunuz onları?

         Mevlana hazretleri diyor neye döndü bunun zahir kısmı çalışa çalışa şeriatle?

Gazı konmuş, fitili takılmış, camı silinmiş bir lambaya döndü. Bir kibrit çalmak istiyor, bir kibrit çalan lazım yanması için. Kalbinin uyanıp aşk-ı ilahi gelmesi için lamba lazım, kibrit lazım gelir.

         Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri İran'da Şemsi Tibrizi hazretlerine ilham ediyor. Dedik ki evliyaya ilham hak, Cenâb-ı Hak ilham eder. Peygamberlerinede vahy.

         İlham ediyor ki Konya'da Mevlana'yı git irşad et.

         O da bir derviş, hılfet elbisesiyle ordan çıkıyor. İran'dan ta Konya'ya kadar geliyor. Mevlana hazretleride o gün, üç dört yüz talebeyle çıkmışlar Konya'dan Ankara yönüne dışarı kıra çıkmışlar, karşı karşıya geliyor. Selam veriyorlar.

         Selam verince Şemsi Tibrizi hazretleri tek. Bunlar atın üstünde salsanat geniş. Üç dört yüz talebe koşuşuyorlar hizmetine. O bi çare derviş bir adam.

         Şemsi Tibrizi hazretleri diyor ki Mevlana hazretlerine, hocam sana bir sorum var müsade edersen.

         Sor. 

         Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi veselem efendimiz mi büyüktü? Yoksa diyor Beyazidi Bestami hazretleri mi büyüktü? Diyor.

Mevlana hazretleri diyor ki;         kim olabilir diyor peygamber efendimizin yanında ondan yüksek ki Beyazıdi Bestami ondan yüksek olsun? Peygamber efendimizden kim yüksek olabilir?   

Şemsi Tibrizi hazretleri diyor ki; ya öyleyse peygamberimiz şöyle buyuruyor;

            إِلٰه۪ي مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ

         “Ya Rabbi, ben seni daha hakkı marifetle anlayamadım”[7] diyor. Beyazıdi Bestami hazretleride diyor ki;

                سُبْحَانَ مَنْ عَظَمَ شَان۪ي

         “ben süphan değil miyim benim şanım yüksek değil mi?” dedi. Bu nasıl oldu?

         Mevlana hazretlerinde de ilim var. Diyor ki; Hazreti Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri; Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri sevgili habibine her gün, her saatlerde varidat-ı ilahi vermekteydi. Aşkını, şevkini, tecelliyetini doksan dokuz esma ile tecelliyet yapardı. Her gün bir isimle tecelliyet yapardı. Her tecelliyette bir ilim irfanlar doğardı.

Her ayda bir mahsul geldiği gibi arkası bitmiyor.        Peygamber efendimizinde hafsalası, maneviyatı o kadar geniş ki, ne kadar gelse alıyor, daha bunun arkası var. Hiç bir şey bilmedim demek değil diyor. Daha bunun arkası, nahiyeti bitmedi ya Rabbi demek diyor.

         Beyazıdi Bestami hazretlerinin diyor maneviyatı peygamber efendimizin maneviyatına karşı hafsalası, bir ceviz kapçığı gibiydi diyor. Bir defa Cenâb-ı Hak ona, Rahim ismiyle, Nur ismiyle teceliyetini çevirince o nurun içinde kendisi gark oldu, yok oldu. O zaman dedi سُبْحَانَ مَنْ عَظَمَ شَان۪ي  o zamanda neye benziyor o evliyaların halı, o söyledikleri zaman?

Cenâb-ı Hak tecelliyetini ona vurunca tecelliyetin içinde kendinin benlik kalmıyor, yok oluyor. Kendi Hak oldum zannediyor, nere baksa Hakk'tan başka bir şey göremiyor. O zaman söylemişler.

         Onun misalide şuna benzer. Bir siyah demir, bildiğimiz demir, çok kuvvetli yanan bir ataşın içine siyah demiri getir sok, ateşide arkadan çok kuvvetli odunla körükle, ateş kızsın, ateş sıcak tecelliyetini kara demire vururken vururken vururken vururken sonunda demir ne olur? Ataşın içinde demirliği kalmaz, demir ateş gibi olur mu olmaz mı?

Değil mi?

Bunu bu hale ne getirdi?

Ateş getirdi değil mi?

         Bunu şimdi o an için ateşin içinden çek, o anda ateşin vazifesini yapar.

         Ne zamana kadar?

         Soğuyana kadar. Soğudumuydu ateş ateş, demirde demir.

         Anlaşılıyor mu teceliyyet? Evliyalarına sevdiklerine Cenâb-ı Hak böyle münasip gördüğü şekilde aşkıyla şevkiyle o cemal ismiyle tecelliyet yapınca o zat, kendisi o demirin ateşin içinde yok olduğu gibi yok oluyor, her taraf ateş. Nere baksa Hakk'tan başka yok. O zaman söylemişler.

         Beyazıdı Bestami hazretleri öyle o zamanda söylemiş.

         O zaman Şemsi Tibrizi hazretleri onun kalbine bir teveccühünü çevirince o selahiyeti Cenâb-ı Hak evliyaların bir kısmına vermiş. Onun derhal aşkı, şevk-i ilahiyesine düşüp gözünden ağlamaklar, yaşlar… Kendi kendini attan aşağı attı. Ağlama, sızlama gelip onun eline ayağına düşüp böyle sarılıyor, hali değişiyor.

Talebeler diyor ki, bu adam diyorlar haşa sihirbaz mı? Bizim hocamızı böyle yaptı, bu nasıl bir adam, filan.

         Mevlana hazretleri hemen sarılıyor. Geliyor, Mevlana hazretleri ondan intisap ediyor Şemsi Tibrizi hazretlerinden. O intisaptan sonra o kadar bir yanıyor, tutuşuyor ki Allah'ın evliyasına.

Çünkü ilk, aşk kapısını Allah'a daha maneviyattan kuyu kapısını ondan açıyor Cenâb-ı Hak. Şemsi Tibrizi hazretleri, bir vesile, bir vasıta.

         Böyle tehlike olsa, kötü olsaydı Cebrail aleyhisselam peygamber efendimizle Allah'ın arasına vasıta olmaması lazım gelirdi. Demek ki vasıta haktır.

Yalnız siz şu ceryansız direk gibi olanlara sarılmayın. Ceyranlı direği bulun, kablonuzu öyle bağlayın.

         Böyle zahir taklitçiler var; şeyhım, müridim diyenler, şeriatı bozuk, bid’ata gömülmüş, ceyransız direk gibi ondan bir ışık gelir mi evine?

         Mevlana hazretleriyle Şemsi Tibrizi hazretleri bir arada kaç ay böyle gece gündüz çalıştılar, hal değişti. Hem maddi ilim var, hem manevi ilim, irfanlar, ilm-i hikmetler, aşk-ı ilahi, feyz-i ilahi doldu.

         Bu sefer evvelden beri tükenmemiş peygamber efendimizin sahabelerinin içinde, halen devam edip geliyor. Kendinin yetiştirdiği talebelerin içinden bir tanesi birde Mevlana hazretlerinin oğlu bu iki karara geçtiler, toplandılar Şemsi Tibrizi hazretlerini katil yapmaya. Bühtan attılar; bunlar gece gündüz böyle olur mu? Erkek ikiside, Allah muhafaza etsin. Bühtan attılar ki bunlar bu halde birbirlerini şey yapıyorlar diye.

Gittiler o kastile Şemsi Tibrizi hazretlerini şimdiki ziyaretinin yanında şehid ettiler. Arkadan geldiler, cesed kayıp olmuş, cesedini bulamadılar biraz kanını buldular.

         Çok yüksek bir zattı.

Biz şeyhımız Bibal baba hazretleri ile Konya'ya 1967'de geziye çıktıydık, Konya'ya vardık. Konya'ya vardık dedi ki otelde yatalım bir iki gün istirahat edelim, öyle gidelim dedi.

         Otelde bir gece yattık, sabahleyin gidecektik gitmedi sabahleyin. İki gün oldu gitmedi. Üç gün oldu gitmedi. Mevlana hazretleri bizi bırakmıyor dedi. Mevlana hazretlerinin meşrebi meyhuş dedi.

Ne kadar peygamberler var, meşrebler ayrı, itikadları bir. Ne kadar evliyalar var, meşrebler ayrı, itikadlar bir. İmamlarımız meşrebler ayrı itikatları bir.

         Meşreb ayrılığı zarar vermiyor.

         Yani meşreb değimiz, bazı kimseler toplumun içinde bile hepsinde var; sert meşrebli olanlar var. Yumuşak, halim, mülayim meşrebli olanlar var.

Onlar da böyleydi.

         Mevlana hazretleri ikisinin ortasında dedi meyhuş; ne çok sert, nede çok yumuşak. Bizi bırakmıyor dedi. Ziyaretine gideceğiz bugün dedi.

Peki dedik. Sabahleyin kalktık taksiye bindik Mevlana hazretlerine…

         Mevlana hazretlerine yakın vardık, biliyorsunuz turistlerde geliyorlar. Çokda dış kısmına ziynet verilmiş. Daha içeri girmeden uzun boylu bir adam karşımızdan geldi selam verdi bize. Ve aleykümü’s-selam dedik.

         Mevlana'ya mı gidiyorsunuz dedi.

         Evet dedik.

         Şemsi Tibrizi hazretlerini ziyaret yaptınız mı dedi.

         Yok dedik.

         Mevlana hazretlerinin vasiyeti var dedi. Beni ziyarete gelen evvala benim hocamı şeyhımı ziyaret etsin, sonra bana gelsin diye onun dedi vasiyeti var.

         O zaman Bilal babam dedi ki, dönün öyleyse.

         Döndük tekrar Şemsi Tibrizi hazretlerine geldik.

         Onun camisi var, içeri girdik, bir namaz kılacak yer var böyle büyük, bir halıda açılmış. Sağ tarafta türbesi, şurda da türbenin önünde kapı var. Kapı kitli, üstünde levha var yasak içeri girmek yasak yazılmış türbeye.

Burda parmakçalık aralarında görünüyor türbe. Burda da oturan oranın bekçisi var. Oda burda sandalyede oturuyor.

         Bize dedi ki Bilal babam, ikişer rekât ayrı ayrı namaz kılak, ruhuna hediye edek, dua yapak, gidek dedi.

         Namaza durduk ayrı ayrı, birinci rekâtı kıldık, ikinci kıyamdayız, şak, dedi kapı. Kilitli kapının biz buyandayız (bu taraftayız) amma açıldığını duyduk. Şak, dedi kapı böyle duvara çarpındı adamda burda oturuyor.

         Namazı bitirdik, onun Şemsi Tibrizi hazretlerin ruhuna bağışladık kaltık ayağa. Ayağa kalkınca buda (bekçide) kalktı buyurun dedi. Kapı açılmış, duvara yaslanmış, buyurun dedi içeri.

Bilal babam önden çıktı, biz arkasından çıktık, bizim arkamızdan Konya'lı ıhvanlar. Göğüs tarafına geçti ordan dua yaptı. Beri tarafına arka tarafında dualar yapıldı. Kendi bizim önümüzde biz kendinin arkasında bizimde arkamızdan Konya'lı ihvan arkadaşların en arkada Konya Ereğli Zanapa Nahiyesinden bir Ali Efendi vardı. Burdaki o kapıcı onun kolundan tutuyor Ali efendiden, en arkadakinden, diyor ki; bu zat kim olur bu giden?

O diyor ki;    bu Gaziantep'li Hacı Bilal efendi.

         Yahu diyor ben bura geldim geleli daha hiç bu hale uğramadım. Kilitli kapı kendiliğinden açıldı diyor. Banada manen diyor emir verdiler, ben buyurun demeye mecbur oldum, yoksa yasak.

         Bilal babamda bunu hiç üstüne almadı, hiç duymazcalıktan geldi, öyle gittik.

         Altmış gün sürdü o geziyi dolanıp geri köye geldik. Köye geldim ki bizim bu Konya'daki bu kilitli kapı köyde söyleniyor. Nerden duyulmuş?

Bizim köyde bir Ahmed isiminde bir asker vardı, orda askerlik yapmış. O, hizmetçinin ağzından duydum demiş Antep'ten böyle böyle bir şeyh geldi Hacı Bilal Efendi isminde, kilitli kapı açıldı böyle diye her tarafa, askeriyeye kadar duyulmuş.

         Ordada öyle bir halını gördük. Şemsi Tibrizi hazretlerinin ve hazreti Şeyhımız Hacı Muhammed Bilal Nadiri hazretlerinin, Mevlana hazretlerinin ruhları için rıza en llillahi'l-fatiha.

         Şimdi sevgiden bahsediyorduk, Allah'ı nasıl sevebiliriz acaba nasıl sevilebiliriz?

Dünyavi, uhravi bütün arzular bunun içine toplanır. Çünkü dünyavi, uhravi bütün hepsi onun pençesinde (hükmünde) misalde hata olmasın.

         Bir kul, Allah'ı sever, Allah'ta o kulu severse artı başka düşüncenin ne gereği var? Cennette ona bakıyor, Azrail aleyhisselam da, mezar da, mahşer de, hepsi ona bakıyor. Yeter ki bir kul, Allah'ı sevsin, Allah sevgisi kalbinde, Allah korkusu kalbine yerleşmiş olsun. Sevmenin işaretlerini de bize bildirsin Cenâb-ı Hak inşaallah.

         Bu hadis-i kudsi.

Bir ayet var; Cebrail aleyhisselamın bizzat Cenâb-ı Hakk'tan alıp emriyle peygamberimize getirdiği. Bir hadis var; peygamber efendimizin mübarek lisanından konuştuğu kelamlar hadis. Birde hadis-i kudsi; güzel bir kelam ki hadis-i kudsi temiz bir kelam. Cenâb-ı Hakk'ın ağzından kelamla Cebrail'in ayetin dışında onu peygamberimize getirdiği hadis-i kudsi. O hadis-i kudside şöyle buyuruyor Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;

                يـَقُولُ اللّٰهُ عَذَّ وَجَلَّ اِذَا كَانَ الْغَالِبُ عَلَى الْعَبْدِ الْاِشْتِقَالُ بِىَّ جَعَلْتُ بُغْيَتَهُ وَلَذَّتَهُ ف۪ي ذِكْر۪ي عَشِقَن۪ي وَعَشِقْتُهُ     

         Bu hakkıyla yapılsa insan burdan anlar. Yani, “ne zaman kulumun diyor bir kul imanlı olup o imanlı o kulumun ne zaman benim ile sair meşgul oldukları var kulun değil mi? Fikren, lisanen, çok meşgul olduğumuz var. Kulum ne zaman sair meşgul olduklarından benimle meşguliyeti ötekilerinden kalaba, ileri geçerse; anlaşılıyor mu? Burayı iyi anlayın. Ne zaman kulumun sair meşgul olduklarından benimle meşguliyeti; Arzusu, fikri kalaba çalar onlardan ileriye geçerse o zaman sevgim kendine hak olur. Bak, sevgi orda veriyor bu sefer. Sair meşkul olduklarımız çok. Dünya ile evlad ile hanım ile dünyanın ziyneti ile zevki sefa halları ile çok yaşamak fikri, çok yemek arzuları… Bu arzu meşkuluyetlerinden benimle arzusu meşkuliyeti, ilgisi onlardan ileri geçerse o zaman sevgimi kendine veririm, sevgim hak olur. Sevgimi kendine verdimmiydi sevgimide zikrimin içine koyarım; o zaman beni zikreder, ağlar, söyler, beni sever, bana âşık olur.

            عَشِقَني وَ عَشِقْتُهُ

         Bende kendini severim o zaman kendine âşık olurum.”[8]

Diyeceğiz ki bir kul seni sevdi âşık oldu. Başka maşukları bıraktı. Sende kendine âşık oldun, sevdin, ne olacak?   

            رَفَعْةُ الْحِجَابَ ف۪يمَا بَيْن۪ي وَبَيْنَهُ              

         “benim aram ile kendinin arasındaki olan perdeleri yavaş yavaş kaldırırım.”[9]

         Peygamber efendimiz buyuruyor ki;

إِنَّ اللّٰهَ بَيْنَ عِبَادِه۪ سَبْعُونَ أَلْفَ حِجَابٍ مِنْ نُورٍ وَ ظُلْمَةٍ لَيْسَ الْحِسِّ مِنْ تِلْكَ الْحِجَابِ إِلَّا ذَهَقَتْ

“bir kul ile Allah'ın arasında yetmiş bin nurdan perde var, yetmiş binde zulmetten perde var. Hangi tarafa çok gayreti varsa bu perdeleri hergün geçmekte; ya zulmani tarafına, ya nurani tarafına.”[10]

Haa! Şimdi bu benimle meşguliyeti fazla oldu kulumun artık; isteği, arzusu, sevgisi, ötekilerinden ben ileri geçtim, o zaman sevgime layık oldu, ben sevgimi veririm o zaman. Artı sevgimi taşımaya layık oldu. Sevgimi de verince benim zikrimin içine koyarım. Benim ismimi söyler, zikreder. Tadı, lezzeti burdan alır. Başka yerden tat, lezzet alamaz artık. Başkasından bura ileri gelir. Beni sever böyle âşık olur. عَشِقَن۪ي وَ عَشِقْتُهُ bende kendini severim o zaman aşık olurum.

                رَفَعْةُ الْحِجَابَ ف۪يمَا بَيْن۪ي وَبَيْنَهُ

         “aradaki bu perdeleri artı yavaş yavaş kaldırırım. Perdeler kalkar. Perdeler kalkınca ne olacak?

                وَصَـيَّرْتُ ذٰالِكَ تَغَالُبًا عَلَيْهِ 

         “artı o kulumu idare eden ben olurum.”[11] Artı onu söyleten, konuşturan, ağlatan, ona ilim veren, kalbinde ilmi hikmet veren, oturtan, kaldıran, yani, misalde hata olmasın onun taksi direksiyonu benim elime geçer. Vücud bir taksi gibi benim elime geçer.

            وَصَـيَّرْتُ ذٰالِكَ تَغَالُبًا عَلَيْهِ

         Artı ben kendi idareme alırım o kulumu. sevdimmiydi ben kullanırım onu. Gönderen, indiren, kaldıran, söylettiren ben olurum diyor.

         Allah sevdiklerinin hürmetine o makamlara rızalı geçirsin. Ondan sonra bu kulum benden bir dua etse duasını red etmem, isteğini veririm. Duaları kabul olur. Allah o makamlara ulaştırsın.

         İkinci bir hadis-i kudsiye gelelim yine bu sevgi yönüne geliyor. Burda sevmenin şimdi reçetelerini anlattı bize değil mi? Buralara yapışınca, birde Allah'ı seven “sadıklarla beraber olun”[12] dedi bu yolda ki, arızalandığınız zaman, yanıldığınız zaman sizi onlar doğrultsunlar. Tek gitmeyin yola, sadıklarla gelin.

         İkinci bir hadis-i kudsisinde de şöyle buyuruyor ki; “kulum bana yakın olamaz,

                وَمَا تَقَرَّبُ اِلَىَّ عَبْد۪ي بِشَيْىءٍ اَحَبُّ اِلَىَّ مِمَّا اِفْـتَرَضْتُهُ

         “kulum bana yakın olamaz farz ibadetlerde bana yakın olduğu gibi.

                وَمَا يَذٰلُ عَبْد۪ي يـَتَقَرَّبُ اِلَىَّ بِالنَّوٰافِلِ حَتّٰى اُحِبُّهُ

            “kulum benden ayrı olmaz bende o kulumdan ayrı olmam farzlardan sonra nafilelere çalıştıkça. Tarikat ne oluyur? Büyük sünnet, nafile oluyor. Farzlardan sonra diyor

            وَمَا يَذٰلُ عَبْد۪ي يـَتَقَرَّبُ اِلَىَّ بِالنَّوٰافِلِ حَتّٰى اُحِبُّهُ 

         “kulum benden ayrı olmaz bende o kulumdan ayrı olmam farzlardan sonra nafilelere devam edip çalıştıkça.”[13] O zaman o kulumun diyor,

                كُـنْتُ لَهُ سَمْعَهُ الَّذ۪ي يَسْمَعُ بِه۪

         “o kulumun diyor duyan kulağı ben olurum.” Yani, nerden bir seda gelse benim duygum ile duyar. Nereye baksa hikmetle bakar benim görgümle görür.”[14]

         Burda yine ne oldu? Farz ibadetlerden sonra birde fazla nafile hizmetlere çalışınca yine bu varidatlar, bu sevgiler zuhur etti. Onun için şu hadis-i şerife gelelim. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri,

                مَنِ اسْتَوٰى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ 

         “bir Müslümanın devamlı iki günü bir kararda kalıyorsa o kimse mağbundur”[15] diyor.

         Hocalarımızın bir kısmıda diyorlar ki sen tarikatı ne yapacaksın? Hay’ı H   û’yu ne yapacaksın? Sen beş vakit namazını kıl, bir ayda orucunu tut, geri git yat. Hepsi bunun içinde sana yeter!

         Sende yetiştirdiğin çocuklara deki o zaman, talebelere, okul çocuklarına, bu beşinci sınıf sizin dünyanıza ahretinize kâfi gelir. Bundan sonra ortaokula, liseye, üniversiteye gitmeyin, kâfi. Gidin yatın!

         Ne yaptın bu çocuklara sen?

Hakaret yapmadın mı ileriyi göstermediğin için?

         Bunu diyen hocalar da emin ol ki Allah'ın kullarına hakaret yapıyorlar; Allah'ın sevgisinden, muhabbetinden alıkoyuyorlar.

         Niçin bir Müslümanın devamlı iki günü bir birini tutmasın diye razı olmuyor peygamberimiz?

         Ne zaman hakkıyla Allah'a yönelmiş bir tarikata intisap ederse bir kimse, beş vakit namazın üstünde üç beş vakitte nafile namaza başlıyor. Yirmi dört saatte bir sefer oturuyor şöyle kendini bir muhasebeye çekiyor. Yaptığı günahlarına istiğfar ediyor, salavat getiriyor, kelime-i tevhid getiriyor, lafza-i celal. Kalbi, topladığı kirleri şöyle bir kolacıya vermiş gibi biraz düzeliyor.

         Sen buna bırakmıyorsun. Beş vakit namazı kıl geri yat. Başka şeye karışma, hepsi bunun içinde!

Hakaret yaptın, sende hakarete uğrarsın.

         Büyük varidattan alıkoyuyor onu.

         Bir zengin beyin kapısında çalışan hizmetçiler, bir kısmı vazifesini hakkıyla dürüst yapsın, vazifesinden daha fazla da gitsin o sırf beyinin sevip, sevilmesi için canıyla, özüyle, sözüyle biraz daha hizmet yapsın onun sevgisini kazanmak için. Öteki de hemen kendine ne verildiyse onu yarım yırtık ala seviye yapayım da deyip gitsin yatsın. Onla onun derecesi bir olur mu?

         Öteki beş vakit namazı kılsın, keyfine göre yatsın. Öteki beş vakit namazın dışında tek Allah'ın dostluğuna kavuşayım ya Rabbi diye teheccüd kılmış, evvabin kılıyor, kuşluk duha, zikrullaha gece gündüz çalışıyorda o gece gündüz yatanla onun varidatı bir olur mu adalette?

Bu varidattan mahrum ediyor.

Allah korusun onların şerrinden. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;

            فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ

         “namazı eda edip ayrıldığınız zaman durmayın

                 فَاذْكُرُوا اللّٰهَ   

         “Allah'ı zikre devam edin. Nasıl?

                قِيَامًا

         “dinelirken (ayaküzeri dururken)”

            وَقُعُودًا  

         “otururken”

                 وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ

         “yatağınızın içinde yatıp uzanırken”

            فَاِذَا اطْمَاْنَنْتُمْ

         “kalbiniz mutman olsun.” [16] Namazdaki olan ufak tefek kusurlarınızın kefaretine sayılsın. Kalbinizde mutmain olsun, zikrullah ile kalbiniz mutmain olsun.”

                اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

         “bilmiş olun ki ancak Allah'ın zikriyle kalbleriniz mutmain olur.”[17]

         Zikrullah hakkında peygamber efendimizin bir hadisini okudum;

            عَلَامَةُ حُبُّ اللّٰهِ حُبُّ ذِكْرِاللّٰهِ وَعَلاَمَةُ بُغْضِ اللّٰهِ بُغْضُ ذِكْرِاللّٰهِ

         “Allah'ı sevmenin alameti, O'nun ismini zikretmektir. Sevmenin alameti zikretmektir. Allah'ı sevmemenin alameti zikrine burnunu kıvrındırıp zikrinden iraz edip çekilip terk etmek”[18] Allah'ı sevmemenin alameti.

         Zikrullah, kalbi çabuk açar. Üç gün gece gündüz bir zikrullaha çalış gözlerinden yaş, ağlamaya başlar. On gün namaz kıl o ataşı bulamazsın. Zikrullahın ataşı fazla.

                اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَآءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ   

         “muhakkak namaz kıldığınız zaman, namaza durduğunuz zaman namaz sizi her türlü şerden münkeratlardan alır tenhaya çeker.”

                وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ   

         “fakat zikrullah ibadetlerin ekberidir”[19] diyor. Daha büyüğüdür diyor.

Hutbede yine hocalar okuyorlar;

        اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَآئِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَآءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

         Burayı söylüyorlarda açmıyorlar. Burda ne diyor?

            اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَآئِ

         Allah emrediyor; emribi'l-ma'ruf ve nehyi anı'l-münker ayetlerini ki, bugün devlet adamlarından bir ev reisine kadar bu ayete borçluyuz.

         Emri bi'l-ma'ruf; Allah'tan gelen yüksek emirleri biz nasıl tuttuğumuz gibi onlarada gücümüz miktarı aktarmaya borçluyuz çocuklarımıza, sağa sola.

         Nehyi ani'l-münker; büyük Rabbımızdan gelen bu nehy olan emirleri biz nehy olunduktan sonra onları da çevremize, çocuklarımıza gücümüzün yettiği kadar onları sakındıracağız.

                اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَآئِ ذِي الْقُرْبٰى

         “adli adaletli olun ve ihsan sahibi olun. İhsan; gücünüzün miktarı sadaka ve öndüç, ihsanlar verin. Bunları da yakın çevrelerinizden akrabalarınızdan başlayın böyle ileriye gidin.”[20]

        وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ

         “yine zikrullahta diyor ibadetlerin daha afdalı büyüğüdür”[21] diyor.

         Yine bir hadis-i şerif okudum. Zamanınızı çok alıyoruz bunu da söyleyimde inşaallah. İmdad-ı Müslimin kitabında uzun bir hadis.

         “Bir kimse diyor peygamber efendimiz, eteğine böyle bir altın, gümüş doldursa fi sebilillah bunu diyor tasadduk sadaka verse zikrullah ondan afdal” diyor.  Sahabeler dediler ki “zikrullah şehidden de mi afdal, şehid olmaktan? “evet” dedi, ne zaman din yolunda, Allah yolunda kılıncıyla küffar karşısında vura vura vura kılıncı kırılırsa kendinin bedeni de kırılır orda şehid olursa bu müstesna” dedi.

         Bunun dışındaki her şeyden zikrullah afdaldır. Bir hadis-i şerifinde yine şöyle buyuruyor ki;

                حَضَرُ مَجْلِسِ ذِكْرٍ اَفْضَلُ مِنْ صَلَاةِ اَلْفِ رَكْعَةٍ    

         “Böyle bir zikrullah meclisine ihlaslı edep erkânları dürüst olan ihlaslı bir zikrullah meclisine iştirak etmek bin rekât nafile namaz kılmaktan afdaldır diyor.

            وَحَضَرُ مَجْلِسِ عِلْمٍ اَفْضَلُ مِنْ شُهُودِ اَلْفِ جَنَازَةٍ

         “din babında Allah'a daha sevip sevilmek yönünde Allah'ın sevdiği bir ilim meclisine gidip iştirak edip en aşağı bir saat otursa bin tane cenaze namazında hazır bulunmaktan daha hayırlıdır. Bin tane hasta hatırını sormaktan daha afdaldır diyor. “Ondan önce yetmiş tane günah toplayıcı cemaatlara girdin çıktın. Yetmiş tane girdiğin çıktığın günah cematlarının yetmiş tanesinin kefareti olur diyor. Sahabeler dediler ki ya Resulallah zikrullah cemaatına iştirak etmek ilim meclisine iştirak etmek Kur'an okumaktan daha afdal mı ya Resulallah? Buyurdu ki “evet dedi. İlim olmadan okunan Kur'an'ın insana faydası olur mu?”[22] Dedi. İlim olmadan okunan Kur'an'ın insana faydası olur mu?

         Âlim kimdir öyleyse ya Resulallah?

“Âlim, Allah'tan korkanlar.”

Allah'tan kimler korkar?

         “Âlimler korkar.”

         Demek ki sade Kur'an'la olsa, peygamberimiz diyor ki “Kur'an-ı Kerim’i okuyup içindekileriyle amel yapmayanlar hakikatte Kur'an okumuş değil onlar” [23]  diyor.

                اَشْرَفُ اُمَّت۪ي حَمَلَةُ الْقُرْآنَ وَاَصْحَابُ اللَّيْـلِ

         “ümmetimin içinde en mükerrem afdal olan o kimseler ki Kur'an-ı Kerim’i okur ezber eder ve içindekileriyle o emirle hakkıyla çalışır amel eder

            وَاَصْحَابُ اللَّيْـلِ 

         Birde ashabu’l-leyl; geceyi bekler, gecenin bir kısmını namaz ile teheccüd ile zikir ile geçirirler. Ümmetimin içinde en mükerrem afdal olan ümmetim bunlardır”[24] diyor. Bunun başka yönü olarakta bir hadiste şöyle buyuruyor ki;

                تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ  

         “Allah'a sığının diyor peygamber efendimiz.

         Kimden ya Resulallah?

            مِنْ فَخْرِ الْقُرّٰآءِ فَهُمْ اَشَدُّ مِنَ الْجَبَابِرَةِ وَلَا شَىْءً اَبْغَضَ اِلَى اللّٰهِ مِنْ قٰارِئٍ فَخُور

şu burnunu kaldıraraktan gururla, kibirle, sesini, savtını, makamını, kendi kendini halka beğendirmeye çalışan, böyle kibirli okumuşlar var ya onların şerrinden Allah'a sığının. Cebbarlardan daha şerlidir Onlardan da daha ziyade mağrurdurlar ve Allahu Teâlâ’ya en ziyade buğuzlu olan okuduğuna mağrur kibirli, iftiharlı, kendini beğenen okumuşlardır”[25] diyor.

         Senin O Kur'an'da, seste, sedada ne ilgin var? Niye üstüne ilave ediyorsun? Kur'an-ı Kerim’i okurken korkaraktan, titreyerekten oku ki, burda Allah bize acaba ne emrediyor, neyi nehy ediyor, ne buyuruyor? Sen kafayı bura versene. Sesini, savtını, gururla daha üstüne taganni yaparaktan dışarıya aktarıyorsun. Allah korusun Cenâb-ı Hak.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri,

                اِنَّ ف۪ي جَهَنَّمَ رَحًي تـَطْحَنُ عُلَمٰٓاءَ السُّوٓءِ

         “cehennemde Cenâb-ı Hak, ateşten bir değirmen halk etmiş o değirmenin vazifesi kötü okumuşların kafasını üğütecek”[26] diyor.

Allah korusun ümmet-i Muhammedi, Cenâb-ı Hak cümlemize Muin olsun.

         Ya erhame'r-Rahımiyn veya hayra'n-Nasırıyn, ya Rabbena, sevgili Habibin Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin hürmeti için. Bu cemaatimizi ve bunun dışında bulunan dünyanın her beldesinde yaşayan kaffei ehl-i iman, islam, ıkhvan olan cümleten cümlemizi affı mağfiretinle affeyle.

Ya Rabbi, içteki ve dıştaki aduların, mikropların, dinsizlerin, mülhid, münafıkların ve bozuk niyetli, bozuk fikirli, bozuk mezhebli insanların şerrinden cümlemizi sen sonlarımıza kadar Hafız isminle muhafaza eyle. Ve bunların tuzağına düşen din kardeşlerimizide onları hidayetinle selamete çıkar ya Rabbi.

Cümlemize seni sevmeyi ve sana sevilmeyi öğret ve onu bize sen talim eyle, onu tarif eyle, ikhlaslı o ibadet, o hizmet, itaat üzerinde bizleri sana kavuşmayı nasip müyesser eyle. Gayri arzu, meram, maksatlardan savuşup cümlemizi muhabbetullaha, marifetullaha kavuşup kâmil imanımızla huzuruna yolcu eyle ya Rabbi.

Cümeleten başlarımızda ki maddi, manevi sıkıntılarımızı def eyle. Müşküllerimizi halleyle. İman ve itikadlarımızı kuvvetleştirip kemalda eyle. Dertlilerimize deva, hastalarımıza şifa, borçlularımızın borçlarını eda etmek nasip eyle.

Cümlemizi ahlak-ı zemime olan; kibir, gurur, ucub, hased, buğuz, hırs, dama', gazab, şehvani, dünyavi, havai arzularını ve iftihar, matlub, menfaat ve buna benzeyen hulasa ya Rabbi, senin rızana hoş gelmeyen ve seni sevmeye, sevilmemize mani olanların cümlesinden bizleri savuştur ya Rabbi. 

Sübhane Rabbike Rabbi'l-Izzeti amma yasıfune ve selamun ale'l-Mürseliyn vel hamdü lillahi Rabbi'l-Âlemine bi hürmeti'l-Fatiha.

 

Ayine-i ilahi, didar-ı evliyadır

Bu ayineye gel bak, camu cihan nümadır

 

         Baktıkça afitaba[27] sofi gözün kamaşır             

         Aksini aya salsa bakmak ona revadır

 

Bir mürşid-i kâmile teslimü canu dil kıl

Zira ki mazharı Hak hem sırrı evliyadır

 

         Nitekim sende senlik vardır ana varılmaz

         Yok yere dökme yaşın taatlerin hebadır

 

Dünyada görmeyenler hiç görmez ahrette

Aç gözün ana bak bu kavl-i Mustafa’dır

 

         Benden sana nasihat sen senliğini terk et

         Varlık ana yaraşır ez gayri Hak fenadır

 

Seyyid Nizamoğlu’nun aşktır muradı Hakk’tan

Aşk olmayan ameller hep cümle masivadır

 

         Aşktır Nizamoğlunun muradı Hakk'tan dedi son beytinde.

 

         Aşktır Nizamoğlunun muradı Hakk'tan

         Aşk olmayan ameller hep masiva imiş.

 

         Masiva; dünyavi. Yani aşksız, feyizsiz yapılan ibadetlerin içinden riya, iftihar, benlik, gurur kolay kolay arınmıyor.

         Neye benzer misali?

         Aşk, bir ateşe benzer. Aşk, bir güneşe benzer. Bütün nebadetler, ya güneş ateşiyle ya sair ateşlerle kemal bulmuş.

         Yunus emre hazretleri aşkı neye benzetiyor?

 

         Aşk bir güneşe benzer, aşk olmayan gönüller taşa benzer

         Taş olan gönülde ne biter, söylese sözünde ağı tutar

         Ne kadar mülayim konuşsa, sözleri gene savaşa benzer. 

 

         Aşk yok. Aşk olsa kibirini kırar, ucubunu kırar, hasedini kırar, pişirir, kemale erdirir.

         Güzel bir ateşde, ipragazda pişen bir yemek gibi lezzetli olur. Ateşde pişmeyen et olsun, sair sebzeler doğra, şurda dursun. Ateştde pişmeyenle ateşde pişen beraber olur mu? Aynı bunun gibi.

         Güneşin ziyası ile yetişen sebze meyveyle, güneş görmeyen kuzda yetişen meyva gene bir olmaz. O susu çalar, lezzeti olmaz. Aşk bir güneşe benzer.

         Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretlerinin ruhaniyeti bir güneş gibi bütün rahmeten li'l-Âlemin, umuma aid, hiç seçmez. Güneş seçiyor mu? Aynen bunun gibi. Esselatu ve's-Selamu aleyke ya Rahmeten li'l-Âlemin.

         Peygamber efendimizin maneviyatı güneşe benziyor ve O'nun hakkıyla izi, istikametinde yürüyen halifeleri, o güneş nurundan onlarda ziya alıyor. Çünkü evinden pencereni güneşten tarafa açmazsan güneşten evine bir ziya gelmez. Güneşten tarafa bir pencere açmazsan güneş ne yapsın? Dolanır, sende karanlıkta kalırsın.

Allah'ın peygamberi ve onların veresçileride bir güneşe benzer. O güneşten faydalanmak lazım. Peygamber efendimizin nasıl ruhaniyeti güneşe benzer, O'nun halifeleride

                أَصْحَاب۪ي كَالنُّجُومِ بِأَيِّهِمْ اِقْتِدَيْتُمْ اِهْتِدَيْتُمْ

         “benim sahabelerim parlak yıldızlara benzer; kıyamete kadar gelmektedir. Her hangi birine ittiba edin uyun hidayete eresiniz bana uymuş olursunuz[28] diyor.

         Güneşte, hülasa veyahutta ateşte pişmeyen yemekler ham kalıyor.

         Ehl-i tarık, hakkıyla böyle halife-i Resulullaha intisap olmayan kimselerde ilmi de olsa tahsili de olsa gururu gitmiyor, benliği gitmiyor. İftihar, şöhret arzuları, matlubları, buna benzeyenleri kırılmıyor. İlimle beraber bu kötü ahlaklarda beraber gidiyor.

         Bu kötü ahlaklarla beraber yapılan ambalajlarıda Allah kabul etmiyor. Halis olsun az olsun. Riyalı, iftiharlı ameli kabul etmiyor.

         Ancak riyayı, benliği kıranda aşk ateşidir. Aşkıda muhakkak o peygamber efendimizin halifelerinden bir tanesine katılıp ve onun yazdığı reçeteleri kullanıp, zikrullahın devamı ile bulur bu ateşi.

         Kalb bir gizli hazinedir. Bu kalbte ki gizli cevher hazinesini hiç bir anahtar açmaz, la ilahe ilallah tokmağı açar diyor. Onun çokluğu ile açarsın yoksa o kenzi başka Hiçbir şey açmaz diyor.

         Onun için bir mürşid-i kâmil sana bunun reçetelerini öğretiyor, madden manen o eğitimden stajdan çıktığı için.

         Allah bize öğretsinde onların istikametinden ayırmasın.

 

         Bir mürşide canı teslim kıl; yani bir mürşide yapışınca o mürşidden nasip almak o mürşidin kalbine girmekle olur. Mürşidin kalbine bu iskelet, ceset girilmez. Mürşidin kalbine sen Allah'ın sevdiği dostunu sırf Allah için ne kadar seviyorsun onu; yarım mı, çok mu, az mı, hiç mi? Senin sevdiğin kadarda onun kalbinde senin yerin var.

Aynı böyledir.

         Acaba ben seviyorum amma kendi beni seviyor mu,  sevmiyor mu?

Kendi sevginden ölç. Sen kendini ne kadar seviyorsan aynı karşılığı onun kalbinde mevcut.

Bunun ölçüsü budur.

         Bir mürşide teslimi can kıl; canıda feda et yoluna icab ederse. Çünkü Allah için, başka bir maksat için değil ki ondan nasip alasın.

         Zira mazhar-ı Hakk'tır hem sırr-ı evliya; Hakk'ın gizli esrarlarını açıyor sana, Allah'ın gizli hazinelerini başka açan yok sana. Onu açmıyor mu sana esrar sırlarını? Hem açıcı sırr-ı evliyadır; Allah'ın sırrıda kendinde mevcuttur.

Ayet-i kerimede buyuruyor ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri;

                وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى

          “her kim dünyada ama ise ahrettede kör ama o kimse.”[29]

         Sahabelerden biri bu dış gözü ama olan vardı. Bunu duyunca ağlamaya başladı. Dedi, senin o ama değil o deği ama sen değilsin. Kalb gözü var ya kalb gözü kör olanlar.

         Kalb gözü kör olduğu şundan belli ki; Allah bu kadar kendini tanıtmak için yerleri, gökleri, güneşleri, peygamberleri kanun-i ilahi olan kitaplar, evliyaların ağzından ordan hepsini çıkarmış, hiç birisini bir hak gözüyle görmüyor. Kapanmış gözü, kör. Burda bunlardan hiç bir faydalanmadı; bir tat, lezzet alamadı, bulamadı kör; kalbi kapalı. Bu adamda kör gidecek işte.

                وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى

         Bu dünyada Hakkı görüp, Hakkın evliyasını Allah'ın gizli esrarlarından bir eser duymayan, Allah'ın sevgi tat lezzetini tatmayan, Allah sevgisi kalbine gelince gayri arzuları atmayanlar, bu tat lezzeti ahrette de bulamazlar.

Zira bu kavl-i Mustafa'dır; bu peygamberimizin haberi kafamdan söylemiyorum diyor.

        

         Aşktır Nizamoğlunun muradı Hakk'tan,

         Aşk olmayan ameller hep masiva imiş.

        

         Yani, rüzgârsız harmanı bilir misiniz siz?

Eskiden bu ekinleri döverlerdi döverle, onu da yığarlar. Buğday var amma o biçim yenmez; samanla karışık, tohumla karışık, bunu seçmek lazım. Eskiden de böyle parmaklı yabalar olur ağaçtan bununla rüzgârla savururlardı ki teneyle samanı birbirinden ayırmak için. Rüzgâr olmazsa geri ayağının dibine dökülür, samanı, tenesi birbirinden seçilmez. Bunun gibi aşk olmazsa yapılan amellerden riya süm’a Hakk’tan gayri ağyar masivalar seçilmez.

Masiva; dünyavi. Yani aşksız, feyizsiz yapılan ibadetlerin içinden riya, iftihar, benlik, gurur kolay kolay arınmıyor.

Allah inançlarımızı, imanlarımızı kuvvetleştirsin. Aşkını, muhabbetini, sevgisini versin cümlemize. Cenâb-ı Hak, bütün yapılan amellerin içinde rıza ile aşkını versin.

 


[1]Tevbe Suresi, 9/119

[2]Yusuf Suresi 12/53

[3]Fecr Suresi 89/27

[4]Fecr Suresi 89/28

[5]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.186 (Mısır). İmamı Celaleddin Suyuti, Dürrü’l-Mensür c.12.s.647 (Kahire), Hulasatu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an c.13.s.39 (Osmanlıca baskı).

 

[6]Umdetü'l-Kari Şerhu Sahihi'l-Buhari, c.5.s.169 (Beyrut). Mefatihu'l-Ğayb Tefsirü Razi, c.2.s.431 (Beyrut).

[7] Münavi, Feyzü'l-Kadir c.2.s.402. Alusi, Ruhu'l-Meani c.4.s.79-c.17.s.202.

[8] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.6.s.165. (Beyrut). Ramuze’l-Ehadis c.2.s.517/3

[9] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.6.s.165. (Beyrut). Ramuze’l-Ehadis c.2.s.517/3

[10] Levamiu’l-Ukul şerhu Ramuze’l-Hadis c.3.s.276. Ramuze’l-Ehadis c.1.s.284/16.

[11] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.6.s.165. (Beyrut). Ramuze’l-Ehadis c.2.s.517/3

[12] Tevbe suresi 9/119.

[13]Buhari, Rikak 38, İbni Mace, Fiten, 16, Ahmed İbni Hanbel, Müsnet, 6/256, Câmiu’s-sağir Muhtasarı, c. 1, s. 469/1003 (2: 240/1753).

[14]Buhari, Rikak 38, İbni Mace, Fiten, 16, Ahmed İbni Hanbel, Müsnet, 6/256, Câmiu’s-sağir Muhtasarı, c. 1, s. 469/1003 (2: 240/1753).

[15]Beyhaki, Zühdü’l-Kebir c.2.s.367/987 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.8.s.35 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’süri’l-Hıtab c.3.s.611/5910 (Beyrut).

[16]Nisa Suresi 4/103

[17]Raad Suresi 13/28

[18]Beyhaki, Şuabu’l-İman c.1.s.368/404 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.54/4141 (Beyrut). Münavi, Feyzü’l-Kadir c.4.s.320 (Mısır).

[19]Ankebut suresi 29/45

[20]Nahl Suresi 16/90

[21]Ankebut suresi 29/45

[22] İthafu’s-Sade c.1.s.244 (Beyrut). İmam-ı Gazali’den İhya-i ulumiddin c.1.s.91

[23] Gunyetü’t-Talibin c.2.s.163 (Osmanlıca baskı)-c.2.s.389 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman c.7.s.219/10073 (Beyrut). 

[24]Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman 1001 Hadis s. 42/233.

[25] Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.2.s.49/2282 (Beyrut). Ramuze’l-Ehadis, c.1.s.255/7.

[26] İbni Adi el-Kamil, c. 3, s. 427 (Beyrut). Ramuze'l-Ehadis c.1.s.126/1

[27] Güneş

[28]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.209 (Mısır). Levamiu’l-Ukul şerhu Ramuze’l-Ehadis c.3.s.328. Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.209 (Mısır). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.2.s.310/3400 (Beyrut). İbni Hacer el-Askalani, Telhîsü’l-Habir c.4.s.191 (Madine-i Münevvere).

[29]İsra Suresi 17/72

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>