HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 14 ( İHLAS VE SALİHLERİN MECLİSİ) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 14

14. Sohbet: İHLAS VE SALİHLERİN MECLİSİ

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

(11.08.1974. Gaziantep Yeni Şarkaya Köyü)   

 

          Şimdi burada biraz evvel konuşma bahsimiz, Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin bir hadis-i şerifi ile başladı idi. İnşaallahu Teâlâ Cenâb-ı Hak müsaade ederse yine oradan başlayalım. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin o hadis-i şerifi;

          مَنِ اسْتَوٰى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ

Buyuruyor. “Bir kimsenin iki günü birbirini tutup, iki günü birbirine benziyorsa o kimse mağbundur,[1]  diyor.

Demek ki bu hadis-i şerife karşı düşünecek olursak ne lazım geliyor bir ehl-i imana?

Nasıl ki maddiyatımızı günbegün artırmak istiyorsak, maneviyatı da böyle işaret ediyor. Günbegün bir ehl-i imanın Allah'a karşı sevgisi, muhabbeti, itikadı, sıdkı, sadakati artması lazım geliyor.

İbadetinde, taatinde, muhabbetinde, zikrinde Allah'la meşgul olması günü gününe artması lazım geliyor bu hadise karşı.

Bu hadise karşı, yalnız beş vakit namazı kıl, bir ay orucunuzu tutun, bu size kâfidir diyenler bu hadise muhalif konuşuyorlar.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki;

          مَنِ اسْتَوٰى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ

“Bir kimsenin yalnız iki günü devamlı birbirine benzeyip tutuyorsa bu kimse mağbundur,”[2] diyor.

Devamlı bu böyle kalırsa ne oluyor?

Fakat bundan ileri hem şeriatı tutup, hem de hakkıyla bir kâmil olan bir ehl-i tarika süluk ederse beş vakit namazdan sonra, dört beş vakit kendisi nafile namaz kılmaya başlıyor.

Yirmi dört saatin içinde en az beş yüz, bin, iki bin evrad, ezkar, ders çekiyor. Değişti işte gününden.

Bunu yapmasa devamlı beş vakit namazı, bir ay oruç üzerine kalsa devamlı aynı girdapta, bir artış yok.

Sen dünyada nasıl ki maaşını, işini artırmak istiyorsun, ahret zenginliğine yönelmek isteyenlere niye mani oluyorsun?

Sen diyor beş vakit namazı kıl kâfi gelir!

         Biraz evvel aşktan, muhabbetten bahs olunuyordu; aşk olmayan ameller hep masivaymış diyor, seyyid Nizamoğlu hazretleri. Aşk olmayan ameller hep masivaymış.

Aşk eseri bulunmayan amellerin içinden dünya arzu, nefis havaları tamamıyla süzülmemiş, içinde karışıklı, katkıntılı var demek.

Peygamberimiz buyuruyor ki, aşk hakkında bir hadisi var;

جَذْبَةٌ مِنْ جَذَبَاتِ الرَّحْمٰنِ تُوَازِي مِنْ عَمَلِ الثَّقَلَيْنِ

“Rahmani olan bir cezbe; insanlara böyle bir aşk cezbe hali gelse Hak, Allah diye böyle bir titremek, bir haykırmak,rahmani olan cezbelerden bir cezbe gelse, insanların cinlerin hepsinin amellerinin ağırlığını tartar”[3] diyor.

Bu Rahmani olan cezbeyi bulmak ancak hakkı ile şeriat ve tarikatta amel, tarikata sülûkle, zikrullaha çok meşgulle olur aşk güneşinin doğması.

Aşk olmayan hep ameller masivaymış dediği; aşk olmayan, ilmi çok olan, zahir ilmi bakarsın ki her şeyi mükemmel nefsinin arzu ettiği havasını, bir sigarasını bırakamıyor.

Nedir?

İçinde aşk yok.

Eğer aşk olsa o bir sigara değilde, nefsinin arzu ettiği evindeki helal yemeklerini korkaraktan yemesi lazım gelir.

Bir kimsenin namazı, Kur'an’ı, zikri, evrad, ezkarlar bunlar hepsi kalbi nurlandırmak için.

اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

“Her kimin kalbine nur duhul eder, inerse diyor. فَانْفَسِخَ fen fasıkh onun kalbindeki olan kötülükleri fısk eder.Nur kalbe indimiydi nur inen kalb de kötülük yaşatmaz, kat’iyen nur orada kötülük koymaz, siler, süpürür, o kalbi temizler, o kalbi fetheder diye izah etmişler, tefsir etmişler. Kalbini fetheder Hakk’tan geçeye (tarafa) kalbini açar”[4] diyor.

Demek ki bu kadar bizim âlim ulema sınıfında, meşayıh sınıfında gördüklerimiz bu sigarayı bırakamayanlar, buna benzer bid’at olan işleri bid’atı seyyie olan işleri bırakamadıkları, kalplerinde nur yoktur.

     اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

“Her kimin kalbine nur duhul eder inerse nur inen kalbte nur, kötülük türetmez, yaşatmaz orada diyor. Fısk eder hepsini tarma tart eder.” [5]

Bu nuru kazanmak için hem şeriatla amel, hem tarikatla sülûk, hem amel ibadetlerinin içinde de ikhlâs olmak gerekir.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;

هَلَكَ الْعَالَمُونَ

“bu âlemler helake gider”

إِلَّا الْعَالِمُونَ

âlimler gitmez”

هَلَكَ الْعَالِمُونَ

“âlimlerden de helake gider”

إِلَّا الْعَامِلُونَ

“illa ilmi ile amel edenler gitmez, kurtulur.”

هَلَكَ الْعَامِلُونَ

“amel yapanlardan da helake gidenler var.” Onlardan da helake giderler.

إِلَّا الْمُخْلِصُونَ

“illa amellerini ikhlâsa getirenler kurtulur.”

اَلْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظ۪يم

 “ihlâsa kavuşanlar içinde büyük muhatara vardır”[6]  diyor.

Çünkü insanın bir arsasında bina olmayınca, binada zengin artık paralar birikmeyince, bir tarlasında, bağ, bahçesinde meyveler hâsıla gelip de artık mahsul vermeyince muzu olmaz o kadar. Hepsinin muzusu, varlığa.

Her kimin kalbine de nur inerse şeytan ateşlenir. Var oyununu, hücumunu ona yapmaya başlar.

اَلْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظ۪يم

Dediği o.

O, o zaman kendini şeriat ölçüsüne vurup kavlinde, fiilinde, halında, sözünde her türlü halını mümkün mertebe şeriata uygun getirmesi lazım.

Şeriat, tarikatın siyecidir.

 

Tarikat ehlinde olmazsa şeriat

Onun şeyhı şeytan olur mutlak

 

Şeriattır cümle işlerin başı

Şeriatsız tarikat şeytanın işi, diyor.

 

Şeriat, tarikatın suru, siyecidir. Şeriat, ağacın kabuğuna benzer. Tarikat, ağacın iç kemiğine benzer.

Kabuk kemiği muhafaza eder, kemik kabuğu muhafaza eder. Kabuğunu soysan içindeki kemik yaşayamaz, kemiğini çıkarsan kabuk muhafaza olmaz.

Bunun gibi yani.

Hem şeriatle amel, hem tarikatle sülûk yapan kimse doğrudan doğruya peygamberimizin izine düşmüş olur, kendine kavuşur.

Cezbe bu, demek ki rahmani olan cezbelerden diyor bir cezbe insana gelse insanların, cinlerin hepsinin yapmış olduğu amellerin ağırlığını tartar diyor.

Demek ki bu cezbe, rahmani aşk halından başka birde şeytani olan haller var.

Bu nesinden belli olacak?

Bir adamın şeriatın da noksanlık varsa onun maneviyatına şeytan karışır. Amel ve ibadetlerine karışır diyor peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.

Hatta ağlamasına karışır. Hadis-i şerif;

بُكٰٓاءُ الْمُؤْمِنُ مِنْ قَلْبِه۪ وَبُكٰٓاءُ الْمُنَافِقِ مِنْ هَامَّتِه۪

 “Mü’minin ağlaması kalbi iledir. Münafığın ağlaması baykuş gibidir” [7]

Şeytanın karıştığı bid’at ehli olan kimse ağlar ise sesle ağlar. Çocuk ağıtı gibi baykuş gibi böyle sesle boynunu o tarafa bu tarafa bükerekten böyle sesle ağlar. Bil ki şeytan onu ağlatan.

Şeytanın tasarruf etmesi de şeriatında noksanlık var. Oradan yol bulur.

Rahmani olan bir ağlamak; içi yanar, gözünden yaş akar, ses çıkmaz.  Bu rahmani bir aşk, ağıttır.

Allah cümlemizi muhafaza etsin.

Biraz evvelki hadis-i şerife gelelim yine peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin o hadis-i şerifine karşı birinci:

          مَنِ اسْتَوٰى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ

Dediği hadis; “bir kimsenin iki günü devamlı biri birine benzeyip tutuyorsa o kimse mağbundur”[8] diyor.

Buna karşı tarikata girmeyi, zikrullah etmeyi mani olanlar bu tarikata muhaliftirler.

İkinci hadisi şerif:

Sen kendi kendine hiç bir kimseye ihtiyacın yok. Sen tarikatı ne edeceksin? Şeyhı ne edeceksin? Kimseden kimseye bir yardım, şefaat da yoktur diyenler, yine peygamberimizin hadisine muhalif konuşuyorlar.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;

اَلْمُؤْمِنُ يَاْلِفُ وَلَاخَيْرَ ف۪يمَنْ لَا يَأْلِفُ وَلَا يُؤْلَفُ

Mü’minler ile zahiren sohbet, muhabbet, ülfetten kesik olanlar, mü’minlere kalben sevgiyle bağlanmaktan,rabıta yapmaktan kesik olanlarda hayır yoktur.”[9] Peygamberimizin sözü.

Yine bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki;

اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْـبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا

“Müminler biri birlerine duvar gibi iki üç mü’min bir araya gelince birbirlerinden kuvvet alırlar.”[10] Bir mü’min yek diğer bir mü’mine sevgiyle, itikatla rabıtayı kalb yapsa düşmüş olduğu iptila, bela, sıkıntı gerek maddi olsun, gerek manevi olsun ondan kurtulur, masun olur, muhafaza olur.

Peygamberimizin hadis-i şerifi, Kenzü’l-İrfan bin bir hadis kitabında.

Onun için buna karşı ayet var mı? Diyeceğiz.

Hadis-i şerife itiraz edenler çok. Mevzu diyor, bilmem ne diyor.

Mevzu olan hadisler, bizim ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebini kuran imamlarımız, onları seçmişler mevzu olan hadisleri. Onlardan sonra mevzu hadisler kalmamış.

Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor:

  يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

“ey Allah’a iman eden kimseler, Allah’a iman ettinizse Allah’tan korkunuz.” Allah’a iman ile korktuktan sonra bununla da kalmayınız.

وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

Emr-i ilahidir. Allah’a iman edip korktuktan sonra:

وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

“sadık kullarımın maiyetinden ayrılmayın.”[11] Maiyette olmayı emr-i ilahi Cenâb-ı Hak emrediyor.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri yine bir hadis-i şerifin de buyuruyor ki;

  مَثَلُ الْجَل۪يسُ الصَّالِحِ وَالْجَل۪يسُ السُّوءِ كَمَثَلِ صَاحِبُ الْمِسْكِ وَك۪يرِ الْحَدَّادِ لٰا يَعْدَمُكَ مِنْ صَاحِبِ الْمِسْكِ إِمَّا تَشْتَر۪يهِ أَوْ تَجِدُ ر۪يحَهُ وَك۪يرُ الْحَدَّادِ يُحْرِقُ بَدَنِكَ أَوْ ثَوْبَكَ أَوْ تَجِدُ مِنْهُ ر۪يحًا خَب۪يثَةً

“iyi kimseler, salih kimseler ile kötü, fuhşiyet ehli olan kimselerin misali diyor demirci dükkânı ile mis kokucu dükkânına benzer. Mis kokucu dükkânında insan gider gelir çok oturur eğleşirse muhakkak az çok kendisine siner diyor. Demirci dükkânına varır oturursa çok eğleşir oturursa meşgul olursa çıngıları sıçrar. Çıngı sıçramazsa tozları gelir”[12]  diyor.

Siz bid’at ehli olan kimselerden kaçınız yırtıcı canavardan kaçtığınız gibi. Yırtıcı canavar sizi tutarsa cesedinizi parçalar. İki ayaklı bid’at ehli canavar sizi yakalarsa imanınızı parçalar, baltalar.

Bid’at ehli, cehennemin köpekleridir diyor.

اَهْلُ الْبِدَعِ كِلَابٌ اَهْلُ النَّارِ

“bid’at ehli olanlar cehennemin köpekleridir”[13] diyor.

Onlardan sakınınız. Sadık kullarımın maiyetinden ayrılmayınız.

Bunda ne emrediyor bize?

Demek ki kul, kuldan istifada edecek. Öyle olmasa peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri ile kendi arasında Cebrail aleyhisselamın ne lüzumu var idi?

O vasıta oldu.

Musa aleyhisselam, ya Rabbi bana ledün ilmini öğret dediğinde gel sana öğreteyim dese olmaz mıydı? Kur’an-ı Kerim’de geçer bu.

Yani ayetin manasında, senin arkadaşlarından arkadaşın bizimde kullarımızdan bir kulumuzdur.”[14] Deniz kenarında aba altında yatıyor git ilm-i ledünü ondan öğren gel dedi.

O da Hızır aleyhisselamdı.

O da peygamber, o da peygamber amma Musa aleyhisselam mürsel peygamber idi. İlm-i ledünü Cenâb-ı Hak ona verdi.

İlm-i ledün, ilmi hikmet nedir? Diyenlere Kur’an-ı Kerim’de:

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَآءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ

 “biz diyor Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri, ilm-i hikmeti her kimi dilersek ona veririz. İlm-i hikmeti de kime verdiysek ona çok ecri hayır, sevap verdik.”[15]

Yine bir ayet-i kerimede buyuruyor ki;

كَمَآ اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ

Yine hikmet ilmini burada haber veriyor:

كَمَآ اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا

“ben size kendi içinizden kendi cinsinizden âdemoğlu olarak rasul gönderdim. Size kitap ilmini öğretti. Sizin aklınızı başınıza koydu sizi tezkiye etti, ikaz, irşad etti, her şeyi öğretti.”

وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ

“size kitabı da öğretti”

 وَالْحِكْمَةَ

“hikmeti de öğretti[16]  diyor.

Demek ki kitap ilmi ayrı, hikmet ilmi ayrı; peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri bu ayete karşı diyor ki;

“benim hadislerim ayeti tutmazsa o benim hadisim değil”[17] diyor. Hadis ayeti tutar, tasdik eder. Ayet hadisi tutar, tasdik eder.

Bu hikmet ilmine karşı;

تـَعَلَّمُوا الْيَق۪ينَ كَمَا تَعَلَّمُ الْقُرْآنَ حَتّٰى تَعْرِفُوهُ

“yakîni talim edin öğrenin diyor.

كَمَا تَعَلَّمُ الْقُرْآنَ

“Kur’an ilmine çalışıp talim edip öğrendiğiniz gibi yakîn ilmine çalışın.

حَتّٰى تَعْرِفُوهُ

“hatta arifi billâh olup hakkı anlayasınız.”

فَاِنّ۪ى اَتَعَلَّمُهُ

 “ben de daha çalışıyorum”[18]  diyor.

Bundan ne anlaşılıyor?

Yalnız bu şeriatla kalıp sen tarikattı, şudur, budur diyenlere karşı bunların sözlerine bakmamalı.

Çünkü neden?

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri;

اَلشَّر۪يعَةُ اَقْوَال۪ى وَالطَّر۪يقَةُ اَفْعَال۪ى وَالْحَق۪يقَةُ حَال۪ى وَالْمَعْرِفَةُ سَرّ۪ى وَذِكْرُ اللّٰهِ اَن۪يس۪ى وَالصَّوْمُ حُجَّت۪ى وَقُرَّةُ عَيْن۪ى فِي الصَّلَاةِ

“şeriat kavlimdir. Tarikat fiilimdir. Hakikat halımdır. Marifet sırrımdır. zikrullah enisimdir. Oruç hüccetimdir Namaz iki gözümün ışığıdır”[19] diye buyuruyor.

O zaman sen yalnız namaz ile orucu kabul edip o bir sünnetleri kabul etmemiş oluyorsun.

Bunun hepsini kabul edip hapsini tutan doğrudan doğruya peygamberimizin izinde yürümüş olur, ona kavuşur.

Cenâb-ı Hak, bizi hakkıyla onun şeriatında kaim olanlardan etsin. İkhlas üzerinde olanlardan etsin.

İhlâs bahsinden hadisi şerif geçtiydi. İhlâs nedir ya Rasulallah? Mademki İhlâs olmazsa bir amelin değeri yok, kıymeti yok.

Diyor ki “ihlâsı ben Cebrail aleyhisselama sordum ihlâs nedir?” Cebrail aleyhisselam buyurdu ki:

Ben ihlâsı Rabb’ıma sordum ihlâs nedir ya Rabbi? Rabb’ım bana haber verdi ki:

أَلْإِخْلَاصُ سِرٌّ مِنْ سَرّ۪ى إِسْتَوْدَعْتُهُ قَلْبَ مَنْ أَحْبَبْتُ مِنْ عِبَاد۪ى

“İhlâs benim sırlarımdan bir sırrımdır sevdiğim kullarımın kalbinde emanet gizledim.”[20] Her kimde ihlâs var ise Allah, o kulunu sevmiş. Her kim Allah’ı sevmişse onda ihlâs var.

Yani bizim anlayacağımız şekilde ihlâs o ki; yapılan amel ve ibadetlerin içinde, niyetinde Allah’ın razısından başka bir maksat bulunmasın, temizlensin, başka bir gaye maksat olmasın.

İhlâs o ki; bir gümüş bulunca bir altın bulunca sarrafa götürürler kendisi tam onun halis olmadığını bilmediği için sarrafa götürür. Sarraf onu mihenk taşına vurdumuydu kaç ayarda olduğu meydana çıkar. Karışıklı mı, tam halis mi meydana çıkar.

Amellerde bunun gibi. 

Amel az da olsa halis olunca çok makbule geçer. Amel çoksa içinde ihlas yoksa hiç makbule geçmez. Poyraz çalmış harman gibi kalabalığı çok, sap tanesi yok. Poyraz çalmış.

Allah, bu gibi riyalı amellerden bizi korusun. Kendi hidayet yardımını üzerimizden kesmesin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.

Hazreti Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin yanına Ebu cehil’in adamları geliyor bir gün. Diyorlar ki ya Muhammed siz diyorsunuz şeytan var şeytan insana şöyle yapar, şeytan böyle yapar, hani şeytan? Desin bize bir şey yapsın şeytan diyorlar.

Diyor ki; siz imamı Ali’ye gidin de cevabını o versin.

Geliyorlar söyleyince hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri buyuruyor ki; “şu dağdan şimdi aşağı bu şehre eşkıyalar inse, paralı, mallı evin peşine mi dolaşır, yoksa parasız, malsız evin peşinde mi dolaşır?

Tabi diyorlar paralı, mallı evin peşinde dolaşır.

Öyleyse bizim şeytandan sakındığımız; bizim içimizde iman var. Allah’a karşı imanımız var, ibadet var, taat var, zikrullah var, kalbimizde bunların nuru var. Şeytan bunun eşkıyası. Bunun için şeytandan sakınıyoruz. Sizin içinizde diyor iman yok, itikat yok, ibadet yok, nur yok. Neyinizi alsın şeytan. Zaten bir şey yoktur.

Onun için imanlı olanlara Cenâb-ı Hak daima:

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

“ey Allah’a iman ettim diyen kimseler!”[21] Size hitap ediyorum, size söylüyorum. O imansızlar gibi olmayın siz.

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ

 “siz o Allah’ı unutanlar gibi, kendi nefsini unutanlar, Allah’ın kendilerine kârlarını zararlarını unutturduğu kimseler gibi olmayın.”[22] Madem imanlı iseniz sizin sakınmanız lazım gelir.

Bir insan, üstüne giymiş olduğu elbise çok kıymetli, ağır pahayla aldıysa oturacağı, kalkacağı yere dikkat etmesi lazım.

Bir Müslüman da Allah’a yakînen imanlı ise:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

 “ben kulumun içindeki can şah damarından daha yakınım”[23] diyor.

Hakikaten böyle tereddütsüz olaraktan yakînen Allah’a tereddütsüz tasdike geçen bir kimse sakınması lazım gelir.

Bunun zahirini neyle ölçmemiz lazım gelir?

Her kimin Allah’a yakîni kuvvet bulmuşsa tereddüdü gidip, zan gidip yakîn hâsıl olduysa zahirde bunun ölçüsü var mı?

Var.

Misalde hata olmaz anlaşılması için; böyle yürüyen zahirde kadınlar, kadınların içinde hamile olan kadın ve boş olan kadın nesinden belli olur?

Ehli onu fark eder. Yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında, hoplamasında, yük almasında, içinde var olan sakınır.

Bakar ki dışta muhakkak onun içinde bir şey var ki, kendini daima muhafaza ediyor zay etmiyeyim diye.

Boş olan hoplar, koşar hiç bir şey yok, boş zaten. Ne zay edecek?

İmansız olanlar, yakîni zayıf olanlar geniş olurlar. Namazda kılsa nede yapsa vaazda verse konuşmasında geniş olur. Korku, hayâ, edep kısa olur.

Her kimde Allah korkusu çok, hayâ ile edebi çok, o Allah’a yakın.

 

Bu edep bir tac-ı devlettir nur-u Hüda’dan

Kim giyer anı emin olur her türlü beladan 

 

Edep önde gelir.

Çünkü zahir bir büyük kumandan zatın huzurunda oturan edebini bozamaz. Onun için Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

Dediği ayet-i kerimesinde: “ben kuluma kendi içinde şah damarından daha yakınım”[24] diyor.

Bu ayet-i kerimeye karşı:

نِعْمَ الْمَرْكُوبُ الْأَكْوَانُ وَ نِعْمَ الرَّاكِبُ الْإِنْسَانُ

Bu yeryüzü diyor bu arz halk ettim bu insanlar için bu yeryüzü kendileri için kendilerini götürmeye, insanları taşımaya ne güzel bir binek” diyor Cenâb-ı Hak

نِعْمَ الْمَرْكُوبُ الْأَكْوَانُ وَ نِعْمَ الرَّاكِبُ الْإِنْسَانُ

“insanlarda bu dünyaya binmeyi dünyayı kullanmayı ne güzel bilici bir binektir.”

Barajlar yapmak, telsizler kurmak, teyyarelerde uçmak. Hele şu kuşgözüyle havalara uç, yeryüzündeki yapılan işlere,  fen işlerine şöyle bak!

Kullar ne icatlar yapıyorlar; barajlar bir taraftan, asfaltlar bir taraftan, fabrikalar bir taraftan, neler icat ediyor? Bunu söylüyor:

نِعْمَ الْمَرْكُوبُ الْأَكْوَانُ

“bu arz ne güzel bir binek

وَ نِعْمَ الرَّاكِبُ الْإِنْسَانُ

“insanlarda diyor bu dünyaya binmek için ne güzel bir binek. Ne güzel dünyayı kullanmayı biliyorlar.”

نِعْمَ الْمَرْكُوبُ الْإِنْسَانُ

“insanlarda ne güzel bir binek”

وَ نِعْمَ الرَّاكِبُ اَنَا

“bende ne güzel insanlara bir biniciyim.”[25]

Ne anlaşılıyor bu işten?

Demek ki ben ayrıyam dost gayrı şimdi bildim ki benden görüp işiten ol canan imiş dediği biraz evvel söylediğimiz beyitin karşılığı çıkıyor.

Benden görüp işiteni bildim ki o canan imiş diyor.

 

Ben sanardım ki ben ayrıyam dost gayrıdır

Şimdi bildim ki benden görüp işiteni ol canan imiş diyor.

 

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri

نِعْمَ الْمَرْكُوبُ الْإِنْسَانُ

 “insanlar ne güzel bin binek”

وَ نِعْمَ الرَّاكِبُ اَنَا

“bende ne güzel biniciyim.”

İşte biraz evvelki misalde her kim imanlı ise her kimde Allah’ı böyle kalbinde taşıyorsa zahirinde edep çok, Allah korkusu çok, her türlü kavlinde, fiilinde, yemesinde, içmesinde, bütün düşüncelerinde çok korkulu olur.

Niye?

Taşıdığı var içinde.

Boş olan gen (geniş) olur.

Yok, onun dilinde nesi varsa içinde bir şey yok, boş. Cenâb-ı Hak imanımızı kuvvetleştirsin, yakînımızı kuvvetleştirsin.

Bir hadis-i kudsisinde Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri yine buna münasip şekilde:

مَا وَسَعَن۪ي أَرْض۪ي وَلَا سَمٰٓائ۪ي وَلَا عَرْش۪ي وَلَا كُرْس۪ي إِلَّا قَلْبُ مُؤْمِنٍ

“bana geniş gelmedi gen gelmedi yerler, göklerim, arş, kürs bana geniş gelmedi illa mü’min kulumun kalbi bana geniş geldi.”[26] 

O beyitte yine yazıyor:

 

Sen bilmedin mü’minin kalbi Allah’ın evidir diyor.

 

Söz sözü açıyor bu hususta bizim efendi hazretleri:

Bu İslâhiye’nin Keferdiz nahiyesi var. Oraya cami yaptırmak için teşebbüs ettim. Arkadaşlarla birlikte gittim, caminin temelini kazdırıp karara geçtik.

O nahiyede rafazı çok, onlar diyor çok kızışmışlar.

Caminin onlara ne gereği var, camiyi sevmezler, camiye gireni sevmezler. Adavet, buğuz başlamış.

Benim şimdi oraya geleceğim günü hesap etmişler, hep toplanmışlar diyor. Birde orda kendilerince büyük bir dedeleri de var idi onu getirmişler.

Şimdi biz vardık caminin temeline, bunlarda geldiler. Dede diyor müsaade istedi bizden.

Buyur.

Dedi ki diyor; Hoca efendi, biz duyduk ki sen buraya gelip cami yaptırmaya teşebbüs ediyormuşsun. Buraya cami yaptıracaksın.

Evet.

Sen buraya bir cami yaptırayım derken burada nice insanların sen kalbini yıkıp bütün harap ediyorsun, bundan haberin yok. Sen bilmiyor musun? Allahu Teâlâ hazretleri buyurmuyor mu ki mü’minin kalbi benim evimdir. Mü’minin kalbini yıkmak arş-ı âlâyı yıkmaktan daha eşed değil mi?

Dedim ki diyor, senin kalbinde mi mü’minin kalbi, Allah’ın evi dedim diyor. Senin kalbin şeytanın evi, şeytanın yuvası, biz şeytanın yuvasını yıkanlardanız, Allah’ın evini yapanlardanız dedim diyor. Senin kalbini de mi mü’minin kalbi ettin? Senin kalbin şeytanın yuvası dedim diyor.

Bunun gibi Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri:

مَا وَسَعَن۪ي أَرْض۪ي وَلَا سَمٰٓائ۪ي إِلَّا قَلْبُ مُؤْمِنٍ

İlla, mü’mini bak burada ayırt ediyor. 

إِلَّا قَلْبُ مُؤْمِنٍ

“bana yerlerim, göklerim, arşım geniş gelmedi illa mü’min kulumun kalbi geniş geldi.”[27]  Onlar beni kalbinden taşırlar, atmazlar.

Buna karşı peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki:

اِنَّمَا اَتَخَوَّفُ عَلٰى اُمَّتي۪ ضَعْفَ الْيَق۪ينِ

 “ümmetimin üzerine en fazla şunlardan korkarım ki yakînları zayıfa uğrar.”[28] 

Allah, peygamber ismi yalınız bir dilde kalır. Cidden içinde o hal zayıf. Zayıf olmasa geniş olmaz. Devamlı kendini huzur-u ilahiye de bilse tefekkür etse her yerde o Allah korkusu kendine manen bir bağdır, bukağıdır. Hiç bir kötülüğe sevk edemez.

Sahabelerden bir tanesi bir gün gelmiş arabinin birisi, peygamberimize buyuruyor ki:

اُوصُن۪ي يَا رَسُولَ اللّٰهِ

“ya Rasulallah Sen bana bir vasiyet eyle. Öyle bir vasiyet yap ki senin o vasiyetini tutmakla nefsimin şeytanın elinden kurtulup onlara ben galip geleyim diyor.

Peygamberimiz buyuruyor ki ona;

عَلَيْكَ بِتَقْوٰى اللّٰهِ تَعَالٰى فَاِنَّهَا جِمَاعَ كُلِّ خَيْرٍ

 “Allah korkusu üzerinde olsun, yüreğinde olsun ki bütün hayrın cem’i-toplumu hepsi Allah korkusunun içinde.

Çünkü bir adam bir ıssız tenha mahalde bol miktar para bulsa bunu kendine aldırmayan Allah korkusudur. Bir iman var onun içinde, aldırmayan Allah korkusu.

Issız bir tenha mahalde nefsini okşayıcı, hoşuna gelici bir kadınla buluşsa bu kadından vazgeçip, başını alıp terk edip bunu kaçtıran nedir?

Allah korkusu.

Yani, bütün kötülükleri yaptırmayan, bütün kötülüklerden kendini korutan, içindeki iman, Allah korkusudur.

Onun için buyuruyor ki:

عَلَيْكَ بِتَقْوٰى اللّٰهِ تَعَالٰى فَاِنَّهَا جِمَاعَ كُلِّ خَيْرٍ

“Allah korkusu yüreğinde mevcut bulunsun. Bütün hayrın toplumu Allah korkusunun içinde diyor.

İkinci vasiyeti:

وَعَلَيْكَ بِالْجِهَادِ فَاِنَّهُ رُهْبَانِيَّةُ الْمُسْلِم۪ينَ

 “madem sen Allah’a imanlıysan, Allah için nefsinle, şeytanınla ibadet ve taat, zikrullah Allah yolunda nefsinle harp etmek mücadele etmek senin üzerine olsun. Allah rızası için nefsiyin arzu havalarını terk etmek, Allah’ın sevgisini yüreğinde berk etmek mücadele senin üzerine olsun.

Bu evvelki peygamberlerin kavminde ıssız mağaralarda çekilip kırk elli sene ibadete çalışanlara ruhban derlerdi. “Senin nefsinle şeytanınla mücadele yapman onların kırk elli sene kazandıkları mükâfatı alacaksın.[29] Bu mücadeleye karşı bir harpten gelirlermiş büyük bir harpten dönüp gelirken:

رَجَعْنَا مِنْ جِهَادِ الْاَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْاَكْبَرِ

 “döndük küçük harpten büyük harbe”[30]

Sahabeler diyorlar ya Rasulallah, daha bundan büyük harp hangisi?

“Bundan büyük harp; kendi evimizde çoluk çocuk, ayalımızın içinde, mesleğimizin başında, içimizdeki nefsimizle şeytanımızla mücadele yaptığımız harp bundan büyüktür.”

Bu harp birkaç gün zarfında hallolur, bu son nefese kadar nefisle şeytanla mücadele harbi.

Üçüncü vasiyeti:

وَعَلَيْكَ بِذِكْرِ اللّٰهِ وَتِلَاوَةِ الْقُرْآنُ

Allah’ı zikretmek, gece gündüz her yerde Allah’ı zikretmek, kalabalık arasında kendin duyacak kadar zikredebilirsin. Dilin döner, halk farkında olmaz. Kalbini motor gibi saat gibi çalıştır.

وَعَلَيْكَ بِذِكْرِ اللّٰهِ وَتِلَاوَةِ الْقُرْآنُ

“Allah’ı zikretmek ve Kur’an okumak senin üzerine olsun.”

نُورٌ لَكَ فِى السَّمٰٓاءِ وَ الْاَرْضِ

“bu zikretmek ve Kur’an’a devam etmek buda senin için nurdur. Gece ve gündüz her yerde sana ışıktır, nurdur.”

وَاَخْزِنْ لِسَانَكَ

lisanını dilini güzel kelam konuşmaya alıştır. Gıybetten, malayaniden, fuhşiyetten, şeriatın muhalifi olan kelamlardan dilini tut. Dünyana ahretine yarayışlı güzel konuşmaya dilini alıştır.

وَتَغَلِّبُ الشَّيْطَانَ

“işte bu saydıklarımı diyor sen eğer tutarsan şeytanın, nefsin elinden kurtulur, onların üzerine galip gelirsin[31] diyor.

Hepsini saydı içinde lazım olanların mühim olanlarını.

Cenâb-ı Hak onları, mahalinde hakkıyla tutanlardan etsin. Kendinin rızasına hoş gelmeyen bütün gayeyi içinden yardımıyla atanlardan etsin.

İhlâs buraya gelir; bir avcı gözlediği avı tam arpacıkla hedefi tutturamazsa bütün atılan mermilerin hepsi boşa gider. Çatırtı, patırtı hareket çok, bir hâsılat, av kazanmak yok. Hedefi tutturamıyor.

Bir âlim ulemada, her şahıs yapılan amelinde, konuşmasında, ibadetinde gönül nişangâhını Allah'ın rızasına tutturacak. Sağa sola meylinden rıza hedefinden ayırmayacak. Cenâb-ı Hak cümlemize anlatsın da kendi yardım etsinde mahalin de bunları ihlâs üzerinde yapanlardan etsin Cenâb-ı Hak.

Âmin.

        اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلٰاةُ وَالسَّلٰامُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين يٰٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ وَيَا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ وَيَا خَيْرَ النَّاصِر۪ينَ اَللّٰهُمَّ انْصُرْ مَنْ نَصَرَ الدّ۪ينَ واخْذُلْ مَنْ خَذَلَ الْمُسْلِم۪ينَ وَانْصُرْ عَسَاكِرِ الْمُوَحِّد۪ينَ اَللّٰهُمَّ قَهِّرْ عَادٰٓائَنَا وَ عَادٰٓاءَ الدّ۪ينِ بِحُرْمَةِ سَيِّدَ الْمُرْسَل۪ينَ إِرْحَمْنَا يَارَبَّ الْعَالَم۪ينَ اَللّٰهُمَّ انْصُرْنَا عَلَى الْعَادٰٓاءِ بِحُرْمَةِ اَنْبِيٰٓاءِ وَالْمُرْسَل۪ينَ وَبِحُرْمَةِ عَبْدِكَ الْفُقَرٰٓاءِ وَالْمُهَاجِر۪ينَ اَللّٰهُمَّ اَحْسِنْ عَاقِبَتُنَا فِى الْأُمُورِ كُلِّهَا وَاَجِرْنَا مِنْ خِذِّ الدُّنْيَا وَعَذَابِ الْآخِرَةِ 

        Ya Rabbi, o sevgili habibinin hürmetine, esma-ı sıfatının hürmetine, din-i İslam’a nusret ver, ehl-i imana kuvvet ver, ümmet-i Muhammed’e selamet ver. İslam ordularını galip muzaffer eyle, din düşmanlarımıza Kahhâr isminle kahreyleyip helaki hezm eyle.

Dertlilerimize deva ver, hastalarımıza şifa ver, borçlularımıza borcunu eda etmek nasip eyle. Ya Rabbi dünyanın her bölgesinde bulunan ehl-i İslam’ın başındaki her türlü sıkıntısını kaldırıp def eyle. Cümlemizi habibine bağışla, affeyle. O’nun hürmeti için O’nun sünneti seniyesinin üzerinde bizleri kaim eyle, daim eyle.

Kalplerimizi kelime-i tevhidin nuruyla nurlandırıp münevver eyle. Bizlere aşkını ver, şevkını ver, muhabbetini ver, habibinden ayırma. Nefsimizi islah eyleyip bizleri sana yakîn olan kullarından eyle ya Rabbi. Âmin, ya Muin veselamun ale’l-Mürseline ve’l-Hamdü lillahi Rabbil âlemiyn.


[1] Beyhaki, Zühdü’l-Kebir c.2.s.367/987 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.8.s.35 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’süri’l-Hıtab c.3.s.611/5910 (Beyrut).

[2]Beyhaki, Zühdü’l-Kebir c.2.s.367/987 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.8.s.35 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’süri’l-Hıtab c.3.s.611/5910 (Beyrut).

[3]Şerhü Süneni İbni Mace s.271/3822. Keşfü’l-Hafa c.1.s.397/1069 (Beyrut) Muhammed Emin Tokadi, Süluk Risalesi s.386.

 

[4]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.186 (Mısır). İmamı Celaleddin Suyuti, Dürrü’l-Mensür c.12.s.647 (Kahire), Hulasatu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an c.13.s.39 (Osmanlıca baskı).

[5]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.186 (Mısır). İmamı Celaleddin Suyuti, Dürrü’l-Mensür c.12.s.647 (Kahire), Hulasatu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an c.13.s.39 (Osmanlıca baskı).

[6]İmamı Gazali, ihya-i ulumi’d-Din c.4.s.176-351 (Kahire). İmam Münavi Feyzu’l-Kadir c.5.s.510 (Mısır) Ğaraibü’l-Kur’an ve Reğaibü’l-Furkan, c.1.s.235 (Beyrut).

                                              

[7] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.245/10, Tabarani, el-Mu’cemu’s-Sağir c. 2, s. 41/745. Ebu Nuaym Hilyetü’l Evliya, c.6.s. 95 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.2.s.22/2140 (Beyrut.)

[8] Beyhaki, Zühdü’l-Kebir c.2.s.367/987 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.8.s.35 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’süri’l-Hıtab c.3.s.611/5910 (Beyrut).

[9] Kenzü’l-İrfan, 1001 Hadis, s. 81/492.

[10] Kenzü’l-İrfan 1001 Hadis, s. 136/880 (Osmanlıca baskı), Tirmizi, Birr, (1928), Heysemi Mecmau’z-zevâid, 8/87, Beyhaki, Sünenü’l-Kübra, 6/94.

[11] Tevbe suresi 9/119

[12] Sahihi Buhari c.2.s.741/1995 (Beyrut). Sahihi Müslim c.4.s.2026/2628 (Beyrut). Süneni Beyhakiyyu-l-Kübra c.6. s.26/10909 (Mekke), Müsned-i Ebi Ya’la c.13. s.293/7307 (Dımışk). İmamı Celaleddin es-Suyuti Fethu’l-Kebir c.3.s. 120 hadis no. 11006.

[13] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.155/4

[14] Kehf suresi 18/65.

[15] Bakara suresi 2/269

[16] Bakara suresi 2/151

[17] Ramuzu’l-Ehadis c.1.s.299/6. Levamiu’l-Ukul Şerhu Ramuzu’l-Ehadis c.3.s.357-358

[18] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.6.s.95 (Beyrut). Ramuze’l-Eadis c.1.s.254/1

[19]Mecmuatü’l-Cevahir, El Cemiu’l-Usul ve Şerh ve Tercüme-i Delâil-i Abdulkadir Geylani s.174 (Osmanlıca Baskı). Ruhu'l-Beyan Tefsiri c.9.s.385 (Beyrut). Mirkatü'l-Mefatih Şerhu Mişkatü'l-Mesabih cc.1.s.299 (Beyrut). Şerhu Şifa c.1.s.514 (Beyrut).

[20]Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.187/4513 (Beyrut). El-Camiu li Ahkami’l-Kur’an c.2.s.424 (Beyrut). Kazvini, Ehadisü’l-Müselselat. İhya-i Ulumi’d-Din c.4.s.365 (Kahire). 

[21]Haşr suresi 59/18

[22] Haşr suresi 59/19

[23] Kaf suresi 50/16

[24]Kaf suresi 50/16

[25] Füyuzat-ı Rabbaniyye

[26] Pir-i tarikat Abdulkadir el-Geylâni, Tefsirü’l-Geylâni c.1.s.117 (Beyrut). Münâvi, Feyzü’l-Kadir c.2.s.469 (Mısır).

[27] Pir-i tarikat Abdulkadir el-Geylâni, Tefsirü’l-Geylâni c.1.s.117 (Beyrut). Münâvi, Feyzü’l-Kadir c.2.s.469 (Mısır).

[28] Ez-Zühdü li İbni’l-Mübarek c.1.s.196/557 (Beyrut). Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsad c.8.s.3591/8869 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman c.1.s.63/30 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’suri’l-Hitab c.4.s.94/6294 (Beyrut). Camiu’s-Sağir Muhtasarı, c.3.s. 258/3358.

[29]Fi şerhi’l-Hadis-Ramuze’l-Ehadis c.2.s.317/8

[30] Gunyetü’t-Talibin c.1.s.155 (Osmanlıca baskı)-c.1.s.143(Beyrut), İmamı Suyuti ed-Dürerü’l-Mensûre s.125/245. Hatibi Bağdadi tarihi Bağdadi c.13.s.523/7345(Beyrut), Camiu’s-Sağir c.4.s.511/6107.

[31]Fi şerh’il hadis-Ramuzel Ehadis c.2.s.317/8

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>