HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 15 (GİRESUN SÜRGÜNÜ) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 15 |
15. Sohbet: GİRESUN SÜRGÜNÜ
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
(11.08.1974. Gaziantep Yeni Şarkaya Köyü)
Cümle meyvelerde, çiçeklerde, lezzetler, renkler esmaü’l-husnanın tecelliyetinden zuhur ederler. Deva olan o yerde biten otların hangisi o derde devaysa onun yazdığı aynen karşı getirebilirse aynı şifasını bulur. Kökü esmaü’l-hüsna dedi. İsmin tecelliyetinden meydana gelme.
Bu zahiren.
Birde bunun maneviyatı şu ki; bir ağzı, kalbi nurlu olan bir kimse karşıdaki adamda hüsn-ü zanla, inancı, itikadı olan bir kimseye bu esmaü’l-hüsnayı okusa her ne derdi varsa şifa olur bi iznillah dedi.
Çünkü esmaü’l-hüsna; bütün yerde biten otlar, meyveler, ağaçların hepsinin hâsıla gelmesi, meydana gelmesi esmaü’l-hüsnanın kuvvetinden ve her bir meyve ağaçta bir esmanın tecelliyetinden zuhura gelme. Rengi, lezzeti ayrılması ondandır dedi.
Osmaniye’de bir düğün esnasında aniden gelini cin tutuyor, hemen doktora götürüyorlar. Doktor demiş ki, bunu siz demiş, Türkiye'yi bütün dolandırsanız imkânı yok. Bunu hiç sağa sola paranızı dökmeyin, doğru Antep'e çekin. Antep'te demiş Bilal hoca var, ona götürün.
Bu adamlarda düğün merasiminde kız bu hale gelince her iki tarafın bütün şeyi sönüyor. Hemen oradan bir minibüs tutmuşlar, doğru Antep'e.
Antep'e geliyorlar, nerde Bilal hocanın evi?
Karşıyaka'da.
Karşıyaka'ya varmışlar, sormuşlar.
Bilal hoca buradan Çarpın'a gitti.
Oradan minibüsle Çarpın'a gelmişler. Çarpın’a gelmişler ki kimse yok. Nereye gitti?
Danacık'a gitti.
Danacık’ta, İslâhiye’nin Hamidiye köyü, kendinin yeri.
Bizde orada bulunuyoruz beraber gittiydik. Birde baktık ki bir minibüs geldi, içinde beraber kızı getirdiler, okundu. Kız öyle bir hale gelmiş ki gözümle gördüm evin altında böyle bir dikme vardı kalın, dikmeye bağlandı kız.
Bekâr kız, böyle güçlü, anası babası orda, nişanlısı orda, kızın ismi de Kadriye olsa gerek.
Kız orda işte iki gün mü üç gün mü kalınca Allah’ın inayetiyle düzeldi. Evvela çözüldü, orda hizmet etmeye başladı.
Gittiler, sonradan nişanlısıyla evlenmişler. O nişanlısıyla anası babası bir iki sefer oraya gelip ziyaret ettiklerini gördüm, mektupları da gelirdi.
İnsanı tatmin edici hallar var. Yalınız zahir insanı tatmin etmez.
Kurban bayramının arefesiydi, geldiler dedi birkaç jandarma bizim köyden hem beni, hem çocukları beraber haydi bakalım götürdüler.
Buradan diyor gittik, Kayseri'ye vardık. Bayram günü, bayramı Kayseri'de yaptık. Bizi teslim alan polisler bizi otele teslim ettiler, kendileri gittiler bayrama diyor.
Şimdi biz otelde oturuyoruz diyor.
Ayalının (hanımının) ismi Elmas Allah rahmet eylesin. Baktım diyor Elmas ağlamaya başladı. Ağlıyor orda diyor. Bende gülümsedim şöyle diyor.
Dedi ki diyor; Sana akıllı desem akıllıya benzemiyorsun. Deli desem deli değilsin. Hangi keyfine gülüyorsun dedi diyor. Bak şu güne herkes çoluk çocuğunun içinde, memleketinde herkes bayram yapıyor. Biz isek memleketten ayrıldık.
O günde bütün bir şeyh isminde bulunanların kimi denize, kimi kırılıyor, gidiyor paldır küldür.
Öleceğiz mi, kalacağız mı, denize mi atılacağız, ne olacağımız belirsiz. Hangi keyfine gülüyorsun dedi diyor.
Bende dedim ki diyor; Allahu Teâlâ hazretlerinin bizi çok sevmiş, Allah’ın bizi çok sevdiğini anladım onun için gülüyorum.
Neyini sevmiş? Dedi.
Bugün İslam âleminin dedim diyor, en kutsal bir mübarek bayram günü. Bu bayram gününde Antep'te ve Antep'in dışında bizi tanıyan ve seven arkadaşlarımızın hepsi bugün gam içinde, hepsi gözyaşı içinde, bunların bize karşı ağlayıp gözyaşı dökmelerindeki sebep ne? Bizim zahiren bunlarla bir alaveremiz, akrabalığımız var mı?
Yok.
Sırf birbirimize bu saygı, sevgimiz, bağlılığımız Allah için değil mi?
Evet.
Bunların bu kadar Allah için gözyaşı dökülmesine kim sebep oluyor, biz sebep olmadık mı? Dedim diyor.
Seslenmedi diyor.
Oradan diyor bizi aldılar. Giresun'a varmadan beri diyor iskeleye vardık, Samsuna mı artık hangisineyse. Vapura binince diyor baktım ki Elmas’ın hali değişti, titremeye başladı böyle diyor. Korkuyor; şimdi bizi denize atacaklar diye böyle korkuyor diyor.
Çünkü gidenler gelmiyor, hep denize atıyorlar. Dedim ki diyor; Elmas, dedim diyor; sen öyle zannetme ki O Allah yalınız Antep'te, Danacık’ta kaldı zannetme. O Allah, vallahi aynı bizimle beraber, yardımı yine bizimle beraber, şimdi bizimle beraber dedim diyor. Sen O’nu, o Antep'te, Danacık’ta kaldı zannetme. Allah bizimle beraber dedim diyor.
İskeleden dışarı çıktık diyor, karaya ayak basınca elini öptü başına koydu; ya Rabbi çok şükür elhamdülillah, ya Rabbi çok şükür elhamdülillah diyor, sevindi diyor.
Götürdüler diyor neyse bir eve biz gittik, oturduk orda diyor. Öyle bir hal var ki onların dış havlusu yok. Hemen ev duvarı sokak gibi. Çocukları öyle bir hale gelmiş ki, evimizi taşlıyorlar diyor.
Bir gün, beş gün, dışarıda çıkmam böyle diyor. Evin önünde otururlar böyle diyor erkekler, ufak çocuklar eve, pencereye taş atarlar, seslenmezler diyor.
Bir gün sabah, sofrayı açtık, yemeğe oturduk, yine baktım ki pencereden bir taş geldi yemeğin ortasına düştü diyor.
Pencereden kafamı çıkarttım ki diyor hem çocuklar, hem de büyükleri de yanlarında böyle gülüyorlar, hiç aldırış bile etmiyorlar diyor. Onlara şimdi konuşmaya başladım diyor:
Hiç de daha ne beni gördüler, ne de sesimi, sedamı duydular diyor. Bunlara biraz orada konuşunca diyor hepsine tesir yaptı.
Demişler yahu, biz bu adamı hiçbir şeye benzemiyor yahu bu nasıl konuşuk, bu nerden çıktı bu konuşma, bunlar nasıl zuhur etti.
Böyle diyor acaiblerine geldi.
Sonra diyor yine biz içerde duruyoruz. Bizim mahallede diyor komiserin karısı sara hastalığına tutuşmuş, cin tutuyor. Bunu ne kadar doktora, oraya buraya götürdülerse hiç imkânı yok.
Cenâb-ı Hak iş yapacak ya bir sebeple. Bu sefer o tarafa bu tarafa artık umut kesilince bizi söylemişler. Yahu şurada birde bu mahallede sürgüne gelen bir Antepli hoca var, birde buna okut (duasını al) demişler.
Komiser geldi diyor. Bizimkiler yine korktular diyor. Yine yeniden bir şey var zannettiler.
Komiser beni aldı götürdü, vardım ki kadın baygın diyor, dişi kitlenmiş, baygın halde yatıyor diyor.
Okumaya başladım diyor. Komiserin kolunda saat var, komiser saate bakıyor diyor. Kadın şimdi ayılınca gülüyor, baygınlıktan ayılırken gülmeye başlıyor, gülerken gülerken gülerken diyor böyle tekrar geri bayılıncaya kadar gülüyor diyor. Bayılınca on beş dakika bayılıyor diyor.
Alışmış komiser saate bakıyor diyor.
Tekrar yine geri bayılıncaya kadar, on beş dakika duruyor yine ayılınca yine böyle. Devamlı böyle.
Okudum ben baygın halinde diyor. Kadın ayıldı, ayılınca on beş dakika sonra yine bayılacak ya! Bu saate bakıyor diyor. On beş dakika falan geçmiş, bakmış bir şey yok. Yirmi, yarım saat, bir saat geçti, bayılma yok.
Kalbi kanaat geldi diyor.
Sonra kendi saate baktı, dedi ki diyor; Hoca efendi, Allah razı olsun. Benim böylesi bir işlere bu ana kadar inancım yoktu. Fakat bundan sonra sen benim dedi diyor imanımı kurtardın. Bu ev senin dedi diyor, buda senin kızın, namus sana teslim. Benim saatim geldi ben daireme gidiyorum dedi diyor. Sen buna lüzumu gelen ne icap ediyorsa okuyor musun, yazıyor musun ben gidiyorum dedi diyor.
Ben dedim ki diyor; yok, sen gidiyorsan şer’an bir tenha kadının yanında kalmak caiz değil. Bende gider, yarın inşaallah gelirim yine dedim diyor.
Peki dedi gitti diyor.
Kadın o gün bayılmamış diyor her on beş dakika zarfında devamlı bayılan. Devrisi gün gece gelmiş komiser, gelmiş bir şey yok. Sabah olmuş tehlike geçti bir şey yok. Benim geleceğimi bekliyorlar diyor şimdi.
Bende kalktım, pencereden gözlerlermiş diyor. Beni daha uzaktan görünce böyle baktım ki diyor paldır küldür aşağı merdivenden koştular, hemen kapıyı açtılar, elimden tutup yukarı çıkarttılar diyor.
Allah’ın inayetiyle dedi geçti. Ondan sonra ilk bizi Giresun’da tanıyan o komiser oldu dedi.
Komiser bizi tanıyınca ondan sonra mahalle halkı yavaş yavaş tanımaya başladılar. Bu sefer bizi buradan Giresun’a sürgüne gönderdiler, bu adam şöyle lekeli, bu adam böyle diye. Orada ki ehl-i iman olanlar, mahallenin içinde, öbür mahallede olanları herkes bir birinden duyanlar geldiler diyor.
Bu sefer orada yine bu iş başladı diyor.
Biz niçin sürgüne gittik?
Bu iş için.
Orda bir müddet kaldık yine başladı bu iş diyor.
Ne diyeyim Cenâb-ı Hakk’a karşı diyor.
Deli İhsan
Vali ile belediye reisi, hükümet erkânı olanlar taksiyle caddeden geçerlermiş bizim mahallede diyor. Orada ufak çocuklar, sizin Mustafa gibi talebeler, mektep çocukları birikmişler ellerini el elden yapışmışlar, böyle halka yapmışlar ayakta.Sallalahu Rabbena ale’n-Nuru’l-Mubin Ahmede’l-Mustafa Seyyide’l-Mürselin böyle salâvat-ı şerife çekiyor.
Onlar bakmışlar ki halka, sesleri de var. Taksiyi durdurmuşlar bunlar ne diyorlar?
Çocuğun birini çağırmış, bu ney? Ney bu?
Bu sefer onların ellerinde çanta falan varmış, çantaya bakmışlar ki kendilerinin o okula gittikleri çantaların defterlerinde de var bu kasideler, ilahiler.
Bunu nerden öğrendiniz siz?
Bizim evde işte anamız, babamız bunu her gün yaparız biz.
Bunlar nerden öğrendi?
Demişler, Antep’ten böyle böyle işte sürgüne bir hoca geldi. Bütün Giresun’da burada böyle aşılar.
Bizi derhal dilekçe verirler Ankara’ya. İsmet paşa onda reis-i cumhur muydu diyor, bilmiyorum başvekil miydi işte o zamanda neyse o.
Oradan bizzat diyor cevap geldi ki, onun Giresun'un haricine, dışarı gitmeye hiç kat’iyyen bir emir yok. Bütün gününü Giresun'da geçirecek.
Bu sefer hükümet erkânı toplanıyorlar:
Nasıl edelim biz bunu, bu işi önlemeyi. Ankara'dan umut kesildi, buradan göndereceklerdi.
Bu sefer diyor oranın gazete maarif müdürü olurmuş. Onu çağırmışlar. O demiş ki, onun kolayı var.
Nasıl?
Ben bunu gazeteye veririm. Gazeteye ilave olaraktan işte bu adam kadınlarla şöyle hareketi var, şöyle temasta bulunuyor, şöyle yazıyor, şöyle çiziyor, böyle yapıyor diye çeşitli onu, halkın gözünden düşürüp, halka nefret ettirecek halleri çeşidiyle yaparım, siz korkmayın diyor.
Gazete müdürü buna karar verince diyor şimdi gel Cenâb-ı Hakk’ın işine. Bunlar bu karara geçiyorlar diyor, benim haberim yok.
Bize orda gelip giden bir kadın var, Allah için gelir, imanlı bir kadın inabe de etti, ders aldı, gelir gider diyor.
Bu kadının da bir kocası var, adına deli İhsan derler. Giresun'un içinde belli diyor böyle. Bu deli İhsan’ın kardeşi de Ankara'da bakan diyor.
Deli ihsan’ın ayalı ehl-i salât, ehl-i tarikat, deli İhsan’da bunun aksisi diyor.
Bu kadın, bazı kere bizim eve gelir, bakarsın ki deli İhsan içmiş dışarıdan içmiş içmiş, kafasını şişirmiş, şişenin biride cebinde, üstü başı kokuyor, pis. Gelir tak tak kapıyı döver.
Kim o?
İhsan.
O kadın o kadar mahcup olur, yamulur fukara diyor. Gelir kapıdan içeri üstünün başının pisiyle pasıyla gelir, sakalımı öper, yüzümü öper, sarılır bilmem ne eder.
Kadın o kadar sıkıntıya düşer. Tekrar İhsan gider. Ben seni seviyorum der, gider diyor.
Bende gururunu yıkmam, hiç dokunmam diyor.
O kadın onun ayak bastığı yerden yanıma gelip tepelediği yerleri, o kilimlerin üzerini hepsini yıkar, temizler, siler, süpürür gider.
İhsan’ın işi belli olmaz diyor. Saati, günü belirsiz olur ki bir saat sonra, olur ki bir gün sonra bakarsın yine tak tak dövülür.
Kim o?
İhsan.
Gelir, ooo babacığım, efendim, elime sarılır, sakalıma sarılır. Üstü başı bulaşır, bu vaziyette.
Oradaki arkadaşlar dediler ki, sen buna çok yüz veriyorsun. Buna yüz vermesen, yani bir güler yüz göstermesen bu gider, bir daha gelmez.
Yok dedim diyor. Ben kimseye şey yapmam.
Şimdi deli ihsan diyor böyle bir adam. Bizi gazeteye de böyle vermeye karar geçince ağızdan ağıza nasılsa Cenâb-ı Hak bunu deli İhsan’a duyurmuş diyor.
Deli ihsan şimdi içmiş içmiş, şişenin birini de cebine koymuş, doğru gazeteci maarif müdürün eğleştiği yer nereyse oraya varıyor. İçeri girmiş, o müdürün masasının üzerine şişeyi koynundan koymuş.
Müdür bey!
Ne var ihsan bey.
Ben şeyhk mıyım?
Yok.
Bak ben şeykh değilim, ben hoca değilim, ben mürid değilim. Benim Şeyhım, hocam, müridim bilmem hepsi işte aha bu dedi diyor, şişeye. Sen o Antep’ten gelen sürgüne gelen filan yerde hoca var ya.
Evet.
Sen onu gazeteye verecekmişsin. Eğer sen onu gazeteye verirsen vallahi, billahi, dinime, imanıma sonra senin ananı avradını bilmem ne yaparım.
Kardeşi bakan, kendi adı üstünde deli İhsan, içkili!
Yok, yahu filan demişler, o bir (diğer) memurlar gelmişler, yahu İhsan bey, şöyledir…
Yok, bırakın beni.
Belinden tabancayı çıkarır, mermiyi ağzına verir, varıyor o müdürün duluğuna dürtüyor tabancayla diyor.
Verecek misin? Söyle bakayım.
Yahu ihsan bey, vermeyeceğim.
İnanmam.
Ya.
Hele burada karını boşa bakayım. Vermeyeceğine karını boşa.
Müdürde bu sefer şey yapmış.
İki yanından polisler yahu demişler, artık bırak şunun yüzünden kurtul, yahu bir belaya kalacaksın, bırak. Bırak kadını vermeyeceğine ne olacak?
Orda müdüre gazeteye vermeyeceğine dair birde karısını boşattırıyor diyor.
Ondan sonra deli İhsan geliyor.
Deli İhsan, kim bilir? İşte bak Cenâb-ı Hakk’ın işine!
Ömrüne diyor üç ay kalasıya içkiyi terk eder diyor. Deli İhsan gusül eder, abdest alır, geldi bizden ders aldı, beş vakit namazını geçirmez.
Ooo İhsan Bey şöyle, İhsan şöyle oldu böyle oldu. İhsan yeniden başka İhsan, yeniden bir başka adam oldu.
Cenâb-ı Hak ömrünü de bitirmiş, üç ay sonra başında Kur’an okudum. Böyle kelime-i şahadet getire getire gözümle gördüm diyor.
Bunun sen evvelki haline bak, sonradan bu dine, din adamlarına böyle bir fedakârlık yaptığı için Allahu Teâlâ hazretleri hapsini affediyor.
Bu kafaya sığar mı diyeceğiz.
Evet.
Tevbe ve Aff-ı İlahi
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ayet-i kerimesinde buyuruyor ki:
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ مُهَانًاۗ
Bu ayetin daha evvel baş taraflarında, Allahu Teâlâ hazretlerinin mü’min kullarının alametlerini söyler. Mü’min kullarının salat ehli olup geceleri sabaha kadar yatmayıp gecelerin bir kısmını da tehcücat edip geçirdiklerini söyler. Arkasından gelir gelir de buraya kadar o kulların yapmadığı, yaptığı alametlerini, buraya gelince:
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ
“benim o sevgili kullarım ki onlar Allah’tan başkasına Allah diye ağaca, şuna, buna, bi-gayri şeye Allah diye tapmazlar.
وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ
“onlar bi gayri yere suçsuz yere katilde yapmazlar diyor. Onlar o sevgili kullarım, o mü’min kullarım zinada yapmazlar.
Bi gayri yere katil yapmak, zina yapmak, Allah’tan başkasına şirk koşup Allah diye tapmak, büyük günahlardan. Bu sevdiğim kullarımda bu alametler olmaz diyor, yapmazlar.
Arkasından diyor ki:
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ
“her kim bu büyük dediğim saydığım kebair günahları yaparsa onu esame cehennemine koyarım” [1] diyor.
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ مُهَانًاۗ
“o azapta, cehennemde onun günden güne azabının şiddetini arttırır, kuvvetlendiririm”[2] diyor.
Şimdi bunu cehenneme, esame cehennemine koydu, günden güne de azabının şiddetini artıracağını haber verdi değil mi? Ayetin arkasından ne diyor:
اِلَّا مَنْ تَابَ
Evet, böyle amma fakat “bu kulum ölmeden evvel illa tövbe derse yaptıkları işler var ya; bi gayri yere adam öldürmüş, zina yapmış, Allah’tan başkasına da Allah diye tapmış.
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
“bu adam ölmezden evvel illa tövbe ederse iman edip tövbe eder birde amel-i salih işlerse
اُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ
“bilmiş olunki bunun bu ana kadar yapmış olduğu dağlar kadar günahını affı mağfiret ettikten sonra bunun günahlarını sevaba tebdil ederim”
Bu dağlar kadar günah yapmıştı. Affolundu bu günahı bu sefer sevaba tebdil oldu. Cenâb-ı hakkın işi.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
“Çünkü Allah kendine boyun büken, ağlayıp Allah’ım diyene merhametli”[3]
Peygamberimiz buyuruyor ki; ya Rabbi, sen yarın mahşer gününde ümmetimin defterini benim elime ver ya Rabbi, ben okuyayım.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki; ya Muhammed senin aklına taaccüp ederim. Eğer senin o ümmetinin defterlerini senin eline versem sen ilk defa şu sözü söylersin. Onların defterlerindeki yapmış oldukları günahlarına bakınca: “böylesi ümmetin bana gereği yok dersin.” Ben böylesi kulun bana gereği yok demem. Ne kadar günah yapsa, ne kadar hata yapsa sonunda boynunu büküp, benden tarafa dönüp aman Allah’ım dese hepsini affederim. Sendende merhametliyim kuluma, anasından babasından da merhametliyim diyor.[4]
İşte Cenâb-ı Hak böyle ayet-i kerimesinde söylüyor.
Bu deli İhsan’ın halini söyleyince bu ayet hatırıma düştü. Bu ayette böylesileri tasdik ediyor.
Eee efendim o şöyledir de böyledir.
Yahu Allahu Teâlâ hazretlerinin sen ayetine muhalif misin? Yeter ki sıdkı hulus ile tövbe etsin, yönünü dönsün, büksün aman Allah’ım desin, reddetmiyor.
Günahını diyor affettikten sonra sevaba tebdil ederim. Hakkıyla böyle tövbe edip, tövbesinin üstünde durup, imanla amel-i salih işlerse.
Allah affetsin cümlemizi Cenâb-ı Hak, affı mağfiret etsin.
Âmin.
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَالصَّلٰاةُ وَالسَّلٰامُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى آلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ين، اَللّٰهُمَّ أَجْعَلْنَا مِنَ الْعَاشِق۪ينَ لَكَ، اَللّٰهُمَّ أَجْعَلْنَا مِنَ الصَّادِق۪ينَ لَكَ، اَللّٰهُمَّ أَجْعَلْنَا مِنَ الْمَحْبُوب۪ينَ الْمُقَرَّب۪ينَ الْوَاصِل۪ينَ اِلَيْكَ، وَ يُقَرِّبْنَا وَوُصِلْنَا اِلَيْكَ، اَللّٰهُمَّ إِنَّ أَسْئَلُكَ ا۪يمَانًا دٰٓائِمًا، وَ أَسْئَلُكَ قَلْبًا خَاشِعًا، وَ أَسْئَلُكَ عِلْمًا نَافِعًا، وَ أَسْئَلُكَ يَق۪ينًاصَادِقًا، وَأَسْئَلُكَ د۪ينًا قَيِّمًا، وَ أَسْئَلُكَ تَمَامَ الْعَافِيَةِ مِنْ كُلِّ بَلِيَّةِ، وَأَسْئَلُكَ تَمَامَ الْعَافِيَة، وَ أَسْئَلُكَ دَوَامَ الْعَافِيَة، وَأَسْئَلُكَ قِنَا النَّار، يَا أَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ، وَيَا خَيْرَ النَّاصِر۪ينَ، اَللّٰهُمَّ النْصُرْ مَنْ نَصَرَ الدّ۪ينَ، وَاخْذُلْ مَنْ خَذَلَ الْمُسْلِم۪ينَ، وَ انْصُرْ عَسَاكِرَ الْمُوَحِّد۪ينَ، اَللّٰهُمَّ قَهِّرْ عَدٰٓائَنَا وَ عَادٰٓاءَ الدّ۪ينِ، وَ بِحُرْمَةِ سَيِّدِ الْمُرْسَل۪ينَ، إِرْحَمْنَا يَا رَبَّ الْعَالَم۪ينَ، يٰٓا اَوَّلَ الْاَوَّل۪ينَ، وَيٰٓا آخِرَ الْآخِر۪ينَ، يَا ذَلْ قُوَّةِ الْمَت۪ينِ، يَا دَل۪يلَ الْمُتَخَيِّر۪ينَ، يَا مُج۪يبَ الْمُسْتَغ۪ينَ، يٰٓا اَرْحَمَ الْمَسَاك۪ينَ، وَ يٰٓا اَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ، وَ يَا خَيْرَ النَّصِر۪ينَ
Bismillahirrahmanirrahıym.
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin esselatu vesselamu ala rasulune Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain. Allahümme ec’alna mine’l-Aşıkıyne leke. Allahümme ec’alna mine’s-Sadıkıyne leke. Allahümme ec’alna mine’l-Mahbubiyne’l-Mukarrebiyne’l-Vasıliyne ileyke. Ve yukarribna ve vusulna ileyke. Allahümme inni es’elüke imanen dâiman. Ve es’elüke kalben khâşian. Ve es’elüke ilmen nâfian. Ve es’elüke yakıynan sâdikan. Ve es’elüke dinen kayyimen. Ve es’elüke tamame’l-afiyeti min külli beliyye. Ve es’elüke tamame’l-Afiye. Ve es’elüke devame’l-Afiye. Ve es’elüke kınae’n-Nar. Ya erhame’r-Rahimiyn. Veya khayra’n-Nasırıyn. Allahümme ensur men nasara’d-Din. Vekhzül men khazele’l-Müslimin. Ve’n-Sur asakire’l-Muvahhidin. Allahümme kahhir adâena ve adâe’D-Din. Ve bi hürmet-i seyyidi’l-Mürselin. İrhamna ya Rabbe’l-Âlemin. Ya evvele’l-Evvelin. Veya âhire’l-Ahirin. Ya zel kuvveti’l-Metin. Ya delile’l-Mutahayyirİyn. Ya mucibe’l-Mustağıyn. Ya erhame’l-Mesakin. Veya erhame’r-Rahımiyn. Veya hayra’n-Nasırıyn.
Ya Rabbena sevgili Habibiyin hürmetine, çarı yarı güzeyn efendilerimizin hürmetine, ashab-ı güzeyn, ensar-ı muhacirin efendilerimizin hürmetine, enbiya-i izam ve rusuli kiram aleyhimü’s-salatü ve’s-selam hürmetine. Ya Rabbena, evliya-i arifin hürmetine, ya Rabbi hakiki aşıklarıyın hürmetine, sadık kullarıyın hürmetine, dua ve recası Senin dergâhı izzetinde makbul olan dostlarıyın hürmetine.
Din-i İslam’a nusrat ver ya Rabbi. Ehl-i imana kuvvet ver. İslam ordularını galib muzaffer eyle ya Rabbi. Din düşmanlarımızı Kahhâr isminle kahr eyleyip helaki hezm eyle ya Rabbi.
Dertlilerimize deva ver, hastalarımıza şifa ver, borçlularımızın borcunu eda etmek nasip eyle. Maddi manevi sıkıntılarımızı def eyle, müşküllerimizi halleyle, cümle ümmet-i Muhammed’in başında ki olan her türlü iptila, sıkıntı, gam, keder, elemlerini kaldırıp cümlemizinkini def eyle, müşküllerimizi hal eyle.
İmanımızı, itikadımızı kemalde eyle, İbadet ve taatlerimizi ihlaslı eyle ya Rabbi.
Ya Rabbena, kibir, gurur, ucub, riya, hased, buhul, dünya hırsı, sevgisi, bu gibi illetlerden bizleri, kalbimizi, gönlümüzü sonumuza kadar muhafaza eyle. Ya Rabbi, cemi cümle ümmet-i Muhammed’i iki dünyada aziz eyle. Muradı maksutlarımıza nail eyle. Cemi cümle korktuklarımızın cümlesinden bizleri hıfzı emin eyle.
İçteki nefis hevasından, şeytan ığvasından muhafaza eyle. Dıştaki mülhid, münafık, fasık, dinsiz ve kâfirlerin şerri mekrinden muhafaza eyle. Hilelerinden belalarından bizleri muhafaza et ya Rabbi. Nusrat yardımını ihsan et. Aşkı, sevgi, muhabbetini bizlere de ihsan et ya Rabbi.
Habibiyin hürmeti için bilip bilmeyerek cümle yapmış olduğumuz isyan, noksan hatalarımızı affı mağfiretinle affeyle. Sevgine, zikrine engel, mani olan cemi cümlesini elimizden, gönlümüzden yardımınla aşkınla def eyle ya Rabbi.
Bizleri gafletten ayık olan kullarından eyle, rıza yolundan ayrılmayıp sadık olan kullarından eyle, aşkınla yanık kullarından eyle ya Rabbi. Ya Rabbi, kalbi uyanık kullarından eyle ya Rabbi.
Zikrinden, fikrinden bizleri ayırma, ikhlastan ayırma. Zikrinde, hakkıyla usûlünü, edabını, erkânını bizlere talim eyle, bizleri ikaz eyle, irşad olan kullarından eyle.
Kalbimizi mutmain olan kullarından eyle. Sülûkümüzü ikmal eden kullarından eyle. Kurbiyyet-i ilahiyene vasıl olan kullarından eyle ya Rabbi. Cemii cümle mü’min mü’minat kardaşlarımızı, evlat ve ezvaclarımızı da bizleri de birlikte ya Rabbi, ya Rabbena iç, dış sıkıntılarımızı def eyle. İç, dış muzuların mekrinden muhafaza eyle.
Sınamana dayanamayacaklarımızdan bizleri lütfunla esirgeyip muhafaza eyle. Lütfunla, merhametinle, şefkatınla, in’am ve ihsanınla muamele etiğin kullarından eyle ya Rabbi. Layık değil isek layık olan kulların hürmetine layık eyle.
Habibiyin hürmetine O’nun sünnet-i seniyesinde bizleri kaim eyle. Tarikatımıza daim eyle, şeriatımıza mukıym eyle.
Ya Rabbi, bizi zikrullahtan, marifetten ayırma, hakikatten ayırma ya Rabbi.
Habibiyin hakkı için ya Rabbi dualarımızı kabul eyle. Cemii cümle sıkıntı içinde olan kardeşlerimizin sıkıntılarını def eyle. Müşküllerini halleyle. Dolaşıklı, bulaşıklı insanların şerrinden ve işlerden bizleri muhafaza eyle.
Dünyalık ve ahretimize hayırlı, rızalı olanların Sen teminini kolaylıkla üzerlerimize sen açıver ya Rabbi. Hayırsız, rızasız olanların soğuklunu ver, tebdil eyle. Onların içinden bizleri yardımınla selamete çıkanlardan eyle. Subhane Rabbike Rabbi’l-Izzeti amma yasıfune ve selamun ale’l-Mürseliyne ve’l-Hamdü lillahi Rabbi’l-Âlemin bi hürmeti’l-Fatiha.
[1] Furkan Suresi, 25/68
[2] Furkan Suresi, 25/69
[3] Furkan Suresi, 25/70
[4] Ebu Taibi Mekki, Kutu'l-Kulub