HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 16 ( İMTİHAN VE ABİD BABANIN MEKTUBU) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 16 |
16. Sohbet: İMTİHAN VE ABİD BABANIN MEKTUBU
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
Cenâb-ı Hak Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyuruyor ki:
كَمَآ اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
“ben size insanoğullarına kendi içinizden aynı âdemoğlu olaraktan resul gönderdim peygamber gönderdim sizi tezkiye etti, ikaz etti, sizi irşad etti her şeyi bırakmadı söyledi her şeyi haber verdi. Sizin bilmediklerinizi size öğretti; misallerle anlayacağınız, bileceğiniz şekilde kafanızı açtı, çalıştırdı, her şeyden haber verdi.
وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
“size kitap ilmini de öğretti. Kitap, Kur’an.
وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
“hikmet ilmini de öğretti size hem kitap ilmini hem de hikmet ilmini öğretti.” [1] Hikmet ilmi, Kur’an-ı Kerim’de başka bir ayette geçen,
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَآءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri “bu ilm-i hikmeti kime vermiş ise o kimseye çok büyük hayır ecir sevap vermiş”[2]ilm-i hikmet.
Demek ki şimdi bu ayette bir zahir Kur’an ilmi, birde hikmet ilmi: Hikmet ilmide bu tarikat ilmi.
Kur’an’la beraber şer’i şerif dairesinde sünnete, Kur’an’a çalışıp emirlere itaat, nehy yoluna ictinab kaçaraktan zikrullah ile çalışınca bakarsın ki adamın kalbinden ilimler zuhur eder.
Bilmediği ilimleri Cenâb-ı Hak ihsan eder. Kasideler beyitler zuhur eder.
Arka, sahibi tarafından geliyor, eldeki olan bir şey değil. En hayırlı ilimde budur, kalbten doğan bir ilim.
Kitapta toplanan bir ilim, rahmet suyuyla birikmiş bir göle suya benzer.
İlm-i hikmet; arka, sahibi tarafından Cenâb-ı Hakk'tan gelen bir ilm-i hikmet, gözlü bir suya benzer.
Çünkü arkası Cenâb-ı Hakk’tan geliyor. Allah onu versin Cenâb-ı Hak cümlemize.
Burada onu söylüyor; hem size kitap ilmini öğretti, hem de hikmet ilmini öğretti. Bunu düşünecek öğrenecek sizde akıl, zekâ yok mu?
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
“ey Allah'a inanıp iman eden kimseler, siz ibadet zahmetine soğuk sıcak günlerde katlanmalarınızda sabırlı olun, tahammüllü olun Allah sabırlılarla beraber” [3]diyor.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَآءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
“Allah yolunda sıdkı sadakatle din yolunda, Allah'a hizmet, dine hizmet, ihlâslı, matlupsuz, maksatsız, riyasız, iftiharsız çalışıp, Allah'ın kullarını ikaza çalışanlara, bunlar; Allah yolunda, bir menfaat uğrunda değil, bir maksat uğrunda değil, maksatsız, menfaatsiz, Allah yolunda ölenlere siz öldü demeyin diyor Cenâb-ı Hak.
بَلْ اَحْيَآءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
“onlar ölü değil siz bilmezsiniz.”[4]
Bu sahabelerin içinde ashab-ı suffalar vardı. Beş vakit namazı camide cemaatle kılarlardı ondan sonra caminin suffasına çıkarlardı ikinci namaz vaktine kadar namaz, zikir, dua, Kur’an’la, meşgul olurlardı.
Onun için onlara ashab-ı suffa deniliyor.
Onlardan bir tanesi vefat ediyor. Gelip ya Resullallah, filanca sahabe vefat etti diyorlar. Peygamber efendimiz şöyle sahabelerin içine baktı aynı ashab-ı suffadan olan bir sahabeye dedi ki; sen kalk dedi. Bu ölen ehl-i zikirdir. Ehl-i zikirden belki acayip haller zuhur eder. Onun halı herkese mahremdir. Sende aynı onlardansın sen git bir perdeyle muhafaza yap sen onun guslünü yap sen yıka dedi.
O sahabe kalktı bir muhafaza çevirdi kilimle filan. Onu tahtanın üstüne yatırdı. O ashab-ı suffa ölen kendi de ashab-ı suffa ehl-i zikirden. Taharet yerine elini uzattı, elini şarphadan tuttu. Oraya elini uzattırmadı. Ondan sonra abdest almasına başladı abdest bitince kuluncunu sağdan sola çevirecek evvela sağ taraf yıkanacak ya gusülde. Kendi elini vurunca belini sol tarafa böyle yan üzeri dursun diyene kadar ceset kendiliğinden sola dikildi böyle. Bu tarafını yıkadı ceset geri sağ tarafa döndü bu tarafa.
Sahabe, ey kardeşim dedi, sendeki hareketler diri hareketi yahu. Sen ölüsün amma hareketlerin diri hareketi dedi.
O zaman kalktı tahtanın üstüne oturdu. Dedi ki sen bu ayeti unuttun mu kardeşim?
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ
“Allah yolunda ölenleri öldü demeyiniz” [5] diyor Rabbım. Sen bunu unuttun mu? Sen vazifene devam et diyor.
İşte onlar dereceyi duayla, ihlâslı zikir ile Kur’an ile abdestle çalışmışlar, kazanmışlar, ölü değil.
Allah mundar öldürmesin Cenâb-ı Hak.
Ayetin arkasından bu Allah yolunda yürüyen, Allah'ın sadık mü’minleri, Allah ile dostluk kazanmak, sevip, sevilmek azminde olanlar. Allah bunlara azap etmez, gazapta etmez diyor. Fakat biraz denemeler, imtihanlar var.
Onların tevekkülünü, teslimiyetini, inancını imtihanlar var. İmtihanları doğru çıkanlara derece yükselmesi var. Arkasından:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ
Bu Allah yolunda azimli çalışan kimselere Cenâb-ı Hak bunları imtihana çekeceğini;
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ
“Allah onları bir şeylerle imtihana çeker.”
Neyle?
مِنَ الْخَوْفِ
“korku ile” can korkusu düşman korkusu,
وَالْجُوعِ
“açlıkla sınar” el darlığı borç altına girer sıkışır maddiyat darlığıyla fakirlik ile de deneme yapar.
وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ
“maaşiyet yönünden gelen maddiyet yönünden de kısıklık yapar.”
وَالْاَنْفُسِ
“can korkusu” vücuduna hastalık verir bununla da sınar, buna benzeyenlerle.
وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
“ya habibim bu denemelerde; varlıkta, yoklukta, hastalıkta, korkularda azminde, sabır, sebatından gevşemeyenlere sen müjde ver artık bunlara”[6]
Artık bundan sonra şoförün rampadan düze çıktığı gibi arkası öyle kalmaz.
Cenâb-ı Hak onu bir kâmil insan etmek için bu belalarla gücünün yettiği kadar iyice yoğuruyor onu.
Allah'ın sevdiği enbiya, evliyalar mü’minler bu iptilalardan, bu sıkıntılardan geçmese; hemen onun bir elini öpsen, ayakkabısını çevirsen tepesi üstü gider. Çünkü iftihar var.
Önceden bu horlukları, zilletleri, bunları geçen, aldanmaz artık. Çünkü önceden stajdan çıktı, talim gördü bunlara aldanır mı o?
Onun için Cenâb-ı Hak sevdiği kulları pişirmenin için yapıyor. Yoksa gazap için değil.
Tarikat bahsinde konuşuyorduk sohbetin öncesinde; Bilal babamın hayatındayken şeyh aradıklarında Maraş’ta doksan yaşlarında Abid baba vardı, nakşî tarikatının şeyhi. Nakşî şeyhlerinden, keşfi de açıktı dedi.
Bir hadis konuşsa gözünü yumar bizzat peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizi görmeyince de konuşmazdı dedi.
O Abid babadan bana bir mektup geldi bir gün dedi. Geniş bir mektup yazmış mektupta diyor ki:
Oğlum kendimi menamda (uykuda rü’ya halında) Ökkeşiye hazretlerinde buldum. Rü’yamda; Ökkeşiye hazretlerinde Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz sahabelerle beraber dört tane halife-i raşidin efendilerimizde sağında solunda oturuyorlar. O vaziyette kendini gördüm Ökkeşiye hazretlerinde. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz dedi ki (bunu mektupta yazıyor) getirin dedi.
Sahabeler kıyamda, kimi getirelim ya Resulallah?
Dedi ki; Abdullah oğlu Bilal’ı getirin.
Bir anda baktım ki seni getirdiler Rasulullahın karşısına diktiler, dineldin.
Bizzat peygamber efendimiz kendisi sağ tarafından bir bohça çıkardı. Bizzat hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri efendimize dedi ki; ya Ali, bohçayı aç, şu elbiseyi giydir.
Bunu rü’yada gördüğünü söylüyor Abid baba.
Hazreti imamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri efendimiz bohçayı açtı, sana bir kat elbise giydirdi, başına taç, beline kemer, manevi cihazlardan kılıç, bukağılar, lazım gelen manevi cihazlarda verildi.
Bizzat Rasulullah sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz o toplum cemaatte seni kendisine halife-i Rasullullah tayin etti.
Bunları yazdıktan sonra diyor ki; oğlum diyor bu senin kadar çalışanlar çok amma bu doğrudan doğruya sana bir Allah vergisidir, dikkat et dedi diyor.
Allah için sana gelip intisap eden müridlerini; kadından, erkekten hangisi olursa olsun gelip senden intisap edenleri bizzat onları Allah'ın emaneti bilmen lazım.
Allah'ın emanetine de nasıl davranman lazım?
Bunlar Allah'ın emaneti; kendi hayatından, nefsinden, oğlundan, kızından onların maddiyetini, maneviyatını sıyanette (koruyup gözetmede) daha ileri tutman gerekir, Allah’ın emanetleridir.
Bunu çok uzun boylu böyle genişçe tavsiye yazmış, bunu okuduk diyor. Bizim Elmas'ta (ilk hanımı); buda bizim şeceremiz olsun. Başka şeyhlar, evlad-ı Resulden gelme, şu şu isimle şecere gösterirler bir kâğıt üzerinde. Bu da bizim şeceremiz olsun diye muska gibi yaptı boğazına astı Elmas diyor.
Bir müddet kaldı diyor.
Elmas hele şunu ver dedim diyor.
Ne edeceksin dedi diyor.
Ver sen, bunu yakacağım dedim.
Yahu dedi diyor biz istemedik kendisi göndermiş, yazmış. Buda bizim şeceremiz.
Elmas dedim bu kâğıtla ben tanınıyorsam bunun hiç gereği yok dedim diyor.
Onu alıp gittim yaktım diyor.
Buda bizim başımızdan geçen; tabi onlar bize bir örnek oluyor ya; onların kavli, fiili, istikameti, her yönde sakıncalı olmaları bize bir ölçü değil mi?
Kendi hayatındayken bu yeni yapılan evimizde, Ankara Kırıkkale kazasından mermi fabrikasında İsmail Efendi var. Herhalde daha hayatta olsa gerek.
O da bize bir mektup göndermiş bunun bir çeşidi olaraktan.
Mektup geldi, Bilal babam hayatta. Zarfın içinde üç yaprak olsa gerek aklıma geldiği kadar. Bir yaprağını Bilal babama yazmış. Selam kelam iki yaprağını da bize ait olaraktan yazmış.
Bilal babama ait olanı yanında açıktan okudum. Bize ait olanı da kimsenin yanında okumadım, tek kendim okudum. Ondan sonrada o mektubu yaktım aynı kendinin gibi.
Niye yaktın deyin.
Orda nefsin hazzı var mektubun içindeki kelamlarda.
Kısadan şunu söyleyeyim içine yazdıklarını söyleyeyim size.
Allah zerre kadar iftihara, nam, şöhret arzusuna düşürmesin cümlemizi. Bu engellerin hepsinden savuştursun.
Selam kelamdan sonra diyor ki İsmail Efendi bize; Rüyamda diyor asker olduk. Bizi askere topladılar ne kadar mürid varsa elbiseler giydirdiler, bizi asker yaptılar. Tren geldi doğudan batıya. Trene bindik hep asker olaraktan reis-i cumhura karşı gidiyoruz. Reis-i cumhur geliyor ona merasime gidiyoruz.
Tren yürüdü gitti bir ağaçlık, yeşillik, sulu bir yerde durdu. İndik, hep orda bekliyoruz reis-i cumhuru.
Reis-i cumhur geldi ki, Bilal babam.
Ihvanlar asker olaraktan varıp elini öpenlere arkasını gösteriyor Bilal babam. Elini öpenlere arkasını gösteriyor.
Sıra bana geldi, bende elini öptüm bana da arkasını göstertti. Arkasına döndüm baktım ki iki yüzbaşı var. Tam teçhizatlılar herhalde at da aklıma gelmiyor atın üstünde mi? Tam teçhizatlı silahlı. Silahların ağzı yukarı mı, aşağı mı hatırıma gelmiyor.
Arkayı gösterdi amma dedim diyor arkada iki yüzbaşı var. Acaba bunun hangisini gösterdi? Öyle diyene kadar diyor en sevdiğim Hacı Mustafa diyor bana künyemi sordu diyor. Bende diyor uzun künyemi söyledim defteri çıkarttın kayıt ettin.
Buna benzeyenleri yazmış.
Bunu da, ne kendinin yanında okudum, nede…
Çünkü iftihar, nefsin hoşuna gelen hazları var böyle şeylerde. Bu gibi hallerde Cenâb-ı Hak bizi oyalandırmasın.
Gerekse rü’yada iyi görsek ona şımarıp emniyete düşmemek gerekir. Zerre kadar, nefis, şeytana güvenmemek gerekir. Onlar pusuda duruyor.
Evet, nefis şeytan karşısında yanılmalarımız var, ondan darbe yemelerimiz var. Bundan dolayı da umutsuzluğa düşmeyeceğiz. Çünkü ondan başka bir kapı yok ki.
Şeyh Cüneydi Bağdadi hazretleri öyle buyuruyor; ya Rabbi ben senin kapından nasıl umutsuzluğa düşeyim. Bir Musa senin kapına ateş istemeye vardı. Bir ateş isteyen Musa'yı peygamberlik-nübüvvet verdin gönderdin.
Allah umutsuzluğa da düşürmesin Cenâb-ı Hak. İftihara da düşürmesin.
Çünkü nefsin daima meyyalı, dışarıya görünmekten zevk alır. İbadetini, kılık kıyafetini, düzgün görmekten hazzı var.
Horlukta hazzı yok. Elbise hor, kendi hor olmakta rızası yok nefsin.
Nefsinde neye meyyalı, nede rızası varsa Allah'ın rızası yok. Nede Allah’ın rızası mevcut, nefsin onda rızası yok.
Onun için derler ki nefsini bilen Allah'ı bilir. Nefsini bilmeyen Allah'ını da bilmez.
Bundaki gaye; keşfini, kerametini bir insan kapalı olmakta daha selamet olur. Açığa çıkarmakta, şiş, topuz vurmakta halk arasında bir nam, şan, şöhreti var.
Filan şiş vuruyor, topuz vuruyor, şöyle oluyor, böyle oluyor. Nefsin bunda hazzı var.
Nefiste buna haz, iftihara düştü müydü kup kuru kalır, mahsul gider mahsul.
Senin Allah indinde alacağın bir feyz-i ilahi, aşk-ı ilahi, dostluğunu kazanmaklığın lazım. Burdan geri kalır, ahrette nasibi de kalmaz belki ki; sen sırf halk arasında, halka görünmek niyeti ile bunu istedin, bende verdim sana. Bur da ne istiyorsun artık.
Ancak Cenâb-ı Hakk’ın, fiilimizde, ibadetlerimizde sırf kendinin rızası olsun, nefsimizin arzu havası olmasın inşaallah.
اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّوٓءِ
“sizi bütün kötülüklere sevk eden nefsinizin havasıdır.”[7]
Nefis; yedi tane kötü ahlak nefiste mevcut. Her nefiste amma bunu Allah'ın sevdiği dostları terbiye etmişler. Nefis hayvanını bir terbiyeli hayvan gibi yapmışlar.
Kibir nefiste mevcut, ucup mevcut, hasetlik var, iftihar var, hırs tamahlık var, öfke gazap var, şehvani, dünyavi arzuları mevcut.
Bu gibi ahlakları ibadetimizde, zikrimizde, dualarımızda bu ahlakları tebdil etmek gerekiyor. Bir turuncu washingtona çevirmek gibi yani.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ
Diyor Cenâb-ı Hak. “her kim kadından erkekten amel-i saliha çalışırsa amel-i salih; yapılan ibadette Allah'ın rızası mevcut bulunmak. Nefsin hazzı, iftiharı, riyadan, bu gibi hallerden arınmış olaraktan ibadet ihlâslı oluyor. Böyle bir halis ihlâslı niyet ile ibadete, zikre çalışırsa her kim kadından erkekten o kimse mü’min-i kâmil olur” diyor. mü’min-i kâmil olunca artık onun hali değişiyor.
فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ
“artık güzel bir hayata kavuşuyor”[8] ölmez bir hayata kavuşuyor.
Allah cümlemizi mü’min-i kâmillerin yolundan ayırmasın. Tarikatımızda, İslamiyet’imizde, Allah iman, ibadet yönlerimizde rızasına uygun olmayanları bütün o maksatların cümlesinden bizi savuştursun Cenâb-ı Hak.
Bizzat kendinin muhabbetine, dostluğuna, aşkına, rızasına kavuştursun. Buraya kavuşmak için bütün maksatlardan savuştursun.
Nefis, şeytan seni ibadetten, zikirden alıkoyamazsa bunları içeriye sokmaya başlar.
İftihar, riya, şöhret, gösteriş, bunlardan zevk almayı ibadetin içine sokar.
Bunlarınla da yapılan ameller ihlâslı olmuyor.
İhlâs o ki; bir kadının süt kazanına yoğurt çalacağı sütü güzel süzgeçten süzmesi gerekir. Kılını, kılçığını, çöpünü içeriye sokmadan güzel süzmesi gerekir.
Sütün içine su karıştırmaması lazım ki güzel muhlis bir halis yoğurt olsun, satışta kendini rüsvay etmesin.
Bizimde zikrimiz, ibadetimiz, tarikatımız, ziyaretlerimizin içinde dünyavi, nefsanî, şehvani, matlup, menfaatler, maksatlar, bunların hepsini bir tarafa atıp.
إِلٰهِ أَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي
İlahi maksudum sensin.
وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي
Matlup maksadım da senin rızan ya Rabbi.
Dersimizin önünde bunu çekiyoruz.
إِلٰهِ أَنْتَ مَقْصُود۪ى وَرِضَاكَ مَطْلُوب۪ى وَإِلَيْكَ وَس۪يلَةِ شَيْخِى يَا حَضْرَتِ سَادَاتْ أَمِدُّون۪ى وَأَغ۪يثُون۪ى وَأَع۪ينُون۪ى وَ أَرْشِدُون۪ى وَأَرْحَمُون۪ى
Bu şekilde Cenâb-ı Hakk’a tazarru, niyazla tesbihin önünden başlıyoruz ki yapılan ibadetlerimizin içine bir riya, iftihar, maksat sokulmasın inşaallah.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizin her halı, kavli, fiili, başından geçenler bize bir örnek oluyor.
İki, üç sahabe birde kendisi bir yola çıktılar bir gün. Yolda gide gide biraz yorulunca şurada inelim, biraz istirahat edelim, birde yemek yiyelim dediler. Birde kuzu vardı yanlarında.
Peygamber efendimiz dedi ki şu kuzuyu kesin burada bunu yiyelim gidelim.
Sahabelerden biri dedi; ya Resulallah, bunu kesme benim elimden gelir. Bunu kesme vazifesini bana ver.
İkinci sahabe dedi; bunu yüzme vazifesini de bana ver. Üçüncü sahabe; ya Rasulallah, bunu pişirme vazifesini de bana ver dedi.
O zaman kendide dedi ki peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; öyleyse bunu pişirmek için bu odun deşirme (toplama) vazifesini de bana verin bende odununu deşireyim.
Dediler; ya Rasulallah, sen şurada rahat otur. Biz hem odunu, her şeyini biz yaparız.
Yok dedi.
Aynı yolcuyuz, aynı yolda beraber arkadaşız. Benim arkadaşlarım vazifede aynı çalışsınlar şöyle bende geri çıkayım, bunlar böyle, ben rahat edeyim, bakayım bu benim hoşuma gitmez. Benim hoşuma gitmeyen Allah'ın da hoşuna gitmez dedi.
Kendisi kalktı odun deşirdi.
[1] Bakara Suresi 2/151
[2] Bakara Suresi 2/269
[3] Bakara 2/153
[4] Bakara suresi 2/154
[5] Bakara suresi 2/154
[6] Bakara Suresi, 2/155
[7] Yusuf 12/53
[8] Nahl suresi 16/97