HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 18 (ÜÇ DOST ÜÇ DÜŞMAN) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 18 |
18. Sohbet: ÜÇ DOST ÜÇ DÜŞMAN
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
Bir kimsenin üç dostu var, üçte düşmanı var diyor. Çok manalar var herkes alabilir. İmamı Ali kerremallahu vechehu hazretleri efendimizin mübarek kelamları ki, kadiri tarikatının ilk erkânını kuran odur.
Allah şefaatlarına layık etsin. Bizi edep ve erkânı, usûlü ve şer'i şerif dairesinin haricine çıkarmayaraktan bütün toplumumuzu, bütün İslam âlemimizi onların hürmetine ayırmasın Cenâb-ı Hak.
O buyuruyor ki bir kimsenin üç dostu olur, üçte düşmanı olur. Dikkat etsinler diyor.
Birinci dostun; senin karşındaki dost ki, namusuna muhafaza, dinine muhafaza, maddiyatına, maneviyatına sana yardım, muhafaza emin olan böyle bir dost.
İkinci dostun; senin o sevgili dostuyun dostu var. Oda senin dostun diyor. Dostuyun dostu.
Üçüncü dostun kim?
Üçüncü dostun; senin dinine, namusuna, vatanına, ırzına hain, dinsizler var, düşman. Üçüncü dostunda senin düşmanıyın düşmanı. Senin düşmanıyın karşısında düşman var ya oda senin dostun diyor.
Çünkü düşmanınla yitişiyor, çarpışıyor, hedef almış, sana faydası oluyor biraz. O senin dostun sayılıyor.
Anlaşılıyor mu burası?
Senin düşmanıyın karşısına çıkmış. Onla mücadele yapıyor, o dostun sayılır. Buraya kafaları çalışmıyor.
Geldik düşmana değil mi? Üçte düşmanı var dedik. Dostu söyledik.
Birinci düşman; belli ki ırzına, namusuna, vatanına, düşman bu bellidir.
İkinci düşman kim? Böyle bir dinsiz düşmanıyın dostu var. Düşmanıyın dostu, oda senin düşmanın. Oda düşman sayılıyor sana. Düşmanıyın dostu ikinci düşman.
Üçüncü düşmanın kim? Dostuyun düşmanı. Senin dostuyun düşmanı, buda düşman.
Bunu insan iyi anlaması lazım; Önce dinsiz var; eline bir fırsat geçse neler yapacak. Adam senin dediğin ölçüde dine çalışamıyorsada senin önün süre varıyor ona yolak vermiyor. Onun gelip geçipte İslamiyet’i harap edeceği yerlere yolak vermiyor. Varıp önüne bend oluyor, bırakmıyor. Bıraksa neler yapacak. Bu dost sayılmaz mı yahu?
İnsanın kafası heryere çalışmalı. Kendi kafandan ictihadla şey kesilir mi? O mübarek zatların sözleri bizim için bir ders. İnsan herşeyi anlamalı.
Mekke-i Mükerreme'de o kadar sevgili habibi on üç sene mücadele verdi. Mübarek topuğuna Taif'te taş attılar. Kanla ayakkabısı doldu. Mübarek dişleri kırıldı mesela.
On üç sene böyle bu zahmetlere sabır, tahammül ayetleri gelirdi. Medine-i Münevvere'ye gelipte tamamen İslamiyet’in zahir hükmü, gücü, kuvveti yerini bulunca o zaman katil ayetleri öyle geldi.
Şam'dan Yemen'e kervan giderdi. Medine'nin üzerinden, çevirin, kılınçlarla ya Müslüman, ya da boyunlarını vurun, malları size helal dedi.
O zamana kadar bu ayetler gelmedi. Eskiki ayetleri nesh yaptı bu sefer.
İnsan anlayışlı olmalı. Zahir kendi gücüne, kendi aklına güvenmemeli. Böyle beklemek lazım, sabır etmek lazım, İslamiyet’i evliyaullahlar bize misal vermişler, onların sözlerine kulak vermek lazım. Ay'a benzetmişler dini.
Ay, onbeş gün küçülmesi var. Efendim biz bunu küçütmeyelim, toplanalım bu Ay'ı küçültmeyelim!
Akılsızlık işi.
Kendiliğinden küçülür küçülür, İslamiyet böyle daraldığı zamanlar olmuş, asırlar boyunca. Fakat en ötesi bir asrı geçmemiş. Asıra uluştıktan sonra tebdil olmuş. Bazı kerede, asırdan yetmişi de takip edin diyenler var. Yetmişte de Cenâb-ı Hak tebdil ettiği var.
Ayın küçüldüğü devir, küçülmesi devrinde sabır, bekleyeceksin. Baktınki artık ay gitti, kalmadı dediler. Artık İslamiyet bitti, çürüdü, hüküm bitti dediler; ya niçin Fravunu imha edecek çocuğu geri kucağında büyüttü? Nemrudu niçin üvezlerle helak etti, artık bitirdik dedikleri zaman. Allah diyenleri kızgın kazanlarda kaynattı fravun. Niçin geri böyle oldu?
Ebrehe, fil ordusu geldi Kâbe’yi yıkmak azmiyle. O günün fil ordusu bugün jet uçaklarından daha üstün bir silahtı. Silah geçmiyor, kılınç geçmiyor, süngü batmıyor.
Bütün onları bildiğimiz şu kırlangıç kuşları, ebabil kuşuyla, kızıl denizin kenarına indirip, üçer tane nohuttan küçük çamur yuvarlattı bir anda. Siccin, cehennem ateşinde kızdırdık diyor bir anda.
Kendileri yakmıyor.
Atom bombası, iki tanede pençelerinde birerde ağzında her ebabil kuşu, geldiler ebrehenin Yemen'den gelen kavmini, fil ordusunu, nereye düştülerse her atom düştüğü yerde cayır cayır, vakır vıkır vıkır vıkır kaynattı, kül edinceye kadar bırakmadı.
O harpten Yemen'e kaçanları ebabiller arkadan takip ettiler bombalarla beraber. Dükkânda, evde nerde buldu atom attı, imha etti, birisi de kurtulmadı. Oraya gelmiyenlere bir şey olmadı.
Allah, öyle bir Allah kardeşim.
Böyle Ay'ı küçült efendim artık bir şey kalmadı!
Bekle sen!
Allah o dinin sahibini gönderir.
Ayın küçülme devrinde münafıklara, dinsizlere meydan vermiş; İslamiyet'e bakalım tevekkülleri, teslimiyetleri, itikadları nasıl olacak.
Büyük bir imtihanlar var. Yoksa her zaman yapar. Küçülürken, küçülürken bitti, tekrar bakarsın ki ay, bir günlük doğmuş. Bu sefer dünyanın dinsizleri, dünyanın münafıkları efendim biz bunu büyütmezik, şöyle ederiz, böyle ederiz...
Sen büyütme yavaş!
Gün be gün, gün be gün kemal bulur bakarsın. Yürü bakalım.
Eskiden beri böyle olmuş. Bunun anlaşılması lazım. Böyle bir Ay'ın küçülme devri var, birde büyüme devri var.
Emevilerin devri herhalde yetmişe ulaştı, o sıralarda döndü. Cenâb-ı Hak, din O'nun. Bize ne düşer? Baktık ki el ile imkânsız, dil ile dil ile imkân bulamadın, hiç olmazsa kalben buğuz, dua yapmamız lazım.
Yoksa emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker ayeti, iktidardaki devlet adamlarından bir ev ailesine kadar borçluyuz. Gücümüzün yettiği kadar çalışacağız. Baktık ki olmuyor, zuhuratı beklemen lazım.
Zuhuratı beklemeyen, kendi aklıyla, kendi cahilliğiyle kendi ictihadı ile meydana çıkan adam; derler ki bizde, vakitsiz öten horuzu çabuk keserler derler. Vakitsiz ötüyor, insanları da yanıltıyor; sabah derken yatsı ötüyor, yanıltıyor. Vakitsiz, ölçüsüz öten horuzu çabuk keserler dediği, çok misaller var.
Zuhuratsız, işaretsiz, kendi ictihatındanda cihad şudur, bilmem budur kendi şeyiyle çıkanlar, olmaz. Bekleyeceksin, işaret yapıyor mu, alamet var mı?
Yok.
Sadece kendi aklıyla kendi cahilliğiyle olmaz. Allah ayıktırsın Cenâb-ı Hak ümmet-i Muhammedi.
Söz sözü açıyor, onda da bir hikmet var.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin hadisine göz atsın bin bir hadis kitabında Kenzü'l-İrfan, sizde var mı? Orda Bin bir Hadiste evliyaların en yükseği hazreti Ebubekir efendimizi methetmeye, sena etmeye hadis-i şerifler var.
Orayı siftah (önce) okuyunca hemen hazreti imamı Ebubekir efendimize sarılırsın, hiç başkasına bir sevgin kalmamış gibi. Yani, kalırda, arkasından ikinci meth, sıraya hazreti Ömer radıyallahu anhu hazretlerini, onu methedince, ikisini birden kucaklayasın gelir, hiç bırakmaz ikisinide. Üçüncü hazreti Osman radıyallahu anhu hazretleri gelince üçünü birden bırakamazsın. En sonra hazreti imamı Ali efendimizde gelirde daha fazla bağrına basarsın.
أَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِيٌّ بَابُهَا
“ben ilmin şehriyem İmamı Ali şehrin kapısıdır”[1] Ali'yi bulmayan beni bulamaz.
Ötekine ayrı hadis var, berikine ayrı. Bunu de seç bakalım! Hangisini engin göreceksin, hangisini? Bunlara karışanlar, şu engin, şu üstün, hata burası.
O dine ayrı hizmet etmiş, o ayrı hizmet etmiş. Hepsinin bizim için ayrı ayrı sevgisi var, ayrı ayrı lezzeti var.
Şu meyva iyide şu meyva yenmez demek, bizim için hata. O meyvayıda yapan Cenâb-ı Hak onu da.
Onlar, dine, Resulullaha ayrı ayrı hizmet etmişler ki, İmamı Azam efendimizin vasıflarına gelirsen bağrına basarsın. Pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretlerinin başından geçenlere bakarsan hiç ciğerine sokarsın. Hiç birine birşey diyecek hal yok. Hatalı burası bak söyleyim size.
İmam Azam efendimizin bir menkibesini okudum. Her sene sayısı aklımda kalmadı din yolunda, talebe yetiştirirdi, okuturdu. Okuttuğu mektep geniş, böyle caddenin de üstünde. Mektebin kenarında çocuklar oyun oynuyorlar. Kendide burda talebelerle meşgul, kapıda açıkmış dışarı sokağa. Hemen burda meşgulken, böyle oturduğu yerden derhal şöyle ayağa kalktı. Böyle kıyama durdu kapıya. Geri bir müddet oturdu, bir müddet sonra yine böyle.
Üç defa böyle ayağa kalktı, ara ara. Talabelerden aklı yetenler sordular?
Hocam bunda hikmet neydi? Bunu bize bir izah etseniz dediler. Biz müşkülata düştük.
Şu oynayan toplum, çocukları görüyor musunuz dedi.
Görüyoruz dediler.
Şu filan çocuk var ya şu. Bu evladı Resul, Rasulullahın sülalesinden gelme dedi. Bu o mektebin kapısına gelince muhakkak kalkmam görüktü bana dedi. O’nun sülalesinin sülalesine benim yüzüm toprak olsun onlara dedi.
Böyle hizmet etmiş, böyle çalışmış. Böyle şan, şeref kazanmış birisi. Bunu dinleyin.
De bunu sen bağrına basmada bu şundan engin, bundan da şey de.
Geldik, pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretlerine gelelim. Allah hepsininde şefaatına layık etsin. Onların izi, istikameti, sözünden bizi ayırmasın. Günahlarımızı onlara bağışlasın. Onların hatırı için bizi Cenâb-ı Hak onlara ihsan ettiği, ihsan-ı ilahisinden bizlere ihsan etsin.
Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretlerinin birinci size kerameti aklımda kaldığı kadar; misyonerler var, dış devletlerde, Hristiyan âlemi, kitabımızın düşmanları, peygamberimizin düşmanı, dinimizin düşmanları.
Biz ne kadar bizden önce peygamberler gelmiş hepsine iman ediyoruz. Hiç seçmiyoruz. Onlara Tevrat'ta, İncil'de Zebur'da İnne fetahnaleke suresinde Cenâb-ı Hak ben haber verdim; Habibimin, eshabını kendinin şerefini, şanını, her halını peygamberlerine Tevrat'ta, İncil'de onlara haber verdim diyor.
Böyle haber verildiği halde hainlik yaptılar halen daha hainliğe gidiyorlar. Aynı o Hristiyanların içinden, peygamberimize düşman olanlardan kendi dinlerinden misyonerler yetişiyor. Gelmişler Peygamberimizi yine haşa yalanlamaya padişahlar devrinde.
Diyorlar ki, sizin Peygamberiniz diyor ki hadisinde, ben bir gecede Mekke'den Medine'ye geldim.
Sure-i esra haber veriyor orayı; Mekke'den Kudüs'e kadar biz bir gecenin içinde habibimizi Kudüs'e getirdik.
Kudüs'ten yukarısı yedi kat semalarda bütün Cennet, Cehennem keşf olup gelmiş, Cenâb-ı Hakk'la bir rivayette doksan bin kelam geçti aradan diyor. Tekrar gelip yatağımı kızgın buldum aynı gecede. Kudüs civarlarında bir kervan gelirdi Şam’dan Yemen tarafına. Onlarda geldim ki uyumuşlardı. Yeryüzüne inince çokta susadımdı. Cebrail bana haber verdi, kervanın su tulukları vardı bundan iç helal dedi diyor. Gittim tuluğun ağzını açtım suyuda içtim diyor. Ağzını bağlamayı unutmuştum diyor.
Gittiler orayı tahkikat yaptılar.
Tamam dediler, bizim tuluğun ağzı kalktık ki boşalmış, ipi çözülmüş dedi onlarda.
Hülasa, Mi'ractan geldim yatağımı kızgın buldum. Bunu söyleyince sahabelere bunun hepsini haber veriyor orda ki bütün olayları, sahabeler ses çıkartmadılar. Sonra Ebubekir efendimiz geldi. Allah razı olsun ilk iman edende o oldu, ilk peygamberimizin mi'racını tasdik edende o oldu.
Dediler ki, böyle böyle söylüyor.
Siz inanamadınız mı?
İnandık amma acaba nasıl olur bu, bu kadar?
Siz onun küçük ilk sebabetinden bu ana kadar hiç ağzından bir yalan çıktığını duydunuz mu?
Yok dediler.
Vallahi billahi ne söylediyse hepsini ben tasdik ediyorum. Hepsi tamam dedi.
Bütün dünyaya yayıldı bu Mi'rac. Misyonerler buna da karşı çıktılar. Geldiler padişahlara ki sizin peygamberiniz böyle böyle söylüyor, bir gecede bu iş olur mu?
Olur dediler.
Biz oluru kabul etmeyiz.
Ya.
Bize tatmin etmek için delil getirmeniz lazım.
Pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretlerinin zamanında oluyor.
Ne kadar o çevrede hocası, âlimi varsa padişah topladı buna bir cevap. Kitapları karıştırdı, oyanı bu yanı bir şey yok.
Padişahta sıkıştırdı bu âlimleri. Ne yapacaksınız buna bir cevap vereceksiniz. Padişahtan istiyorlar, bu peygamberinizin sözünü ya tasdik, delil getirin. Yoksa bizim peygamberimizi tasdik edip bizim dinimize gireceksiniz.
Delil getirirseniz biz sizin Peygamberinizi tasdik edeceğiz diyorlar, Mi'racı yalanlıyorlar.
Münakaşa büyüdü bu kadar. Hocalar bu sefer bir çare bulamayınca dediler ki padişaha; padişahım, müsade edersen Şam'da bir şeyh var belki bir deva olur.
Yahu dedi şuna bir cevap versinde kim verirse versin götürün.
Şam'a geldiler o misyonerlerle beraber Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretleri efendimizin tekkesine geldiler. Aynen ifadeyi orda izah etti yine misyoner. İki fincanda kahve geldi birisi Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretlerimizin önüne kondu, biride o misyonerin önüne koydular.
Nasıl buna bir teveccühünü çevrince onun âlemi değişildi misyonerin.
Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani efendimizden, Pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretlerinden diğer büyük pirlerimizden bunlar zuhur etmiş; tayy-ı zaman, tayy-ı mekân halları.
Tayy-ı zaman dediği; yarım saatte bir saatin içinde bin saatlik işi genişletmişler. Bir saatin içine bin saatlik işi bir saatte yapmışlar bir anda. Tayy-ı zaman, tayy-ı mekân, bunlar zuhur etmiş.
Sonra evliyaların itiraz edenlere kerametleri, bunlar olur mu, olmaz mı? Diyenlere cevap verin.
Sure-i Neml'de sabit, ayet-i kerime var. Kim inkâr ederse kâfir olur.
Asaf bin Barhiya'nın Sultan Süleyman aleyhisselamın zamanında onun ümmetlerinden üç aylık Yemen'den öte Seba memleketinden Belkıs'ın köşkünü bir anda getirmesi Kur'an'da sabittir.
Şimdi delil için bunu söylüyorum, ayeti. Belki itiraz edenler olur. İtiraz ettimi kâfir olur.
Sultan Süleyman aleyhisselamın ümmetinin içinde üç aylık yoldan Belkıs'ın köşkünü gözü bu taraftan bu tarafa dönünceye kadar getiren bir âdemoğluydu. O'nun ümmetinin içinde böyle bir keramete ulaşan evliya olsunda Hatemu'l-Enbiya, enbiyaların sultanı, peygamberlerin sultanı olan Peygamber efendimizin ümmetinin içinde olursa çok mu yani O'nun şerefine?
Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretleri efendimizin kerametini söylüyorduk. Teveccühünü o misyonerin kalbine çevirince hali tebdil oldu. Eline selahiyeti vermiş Cenâb-ı Hak.
Issız bir yazı ovada buldu kendini misyoner. Tek başına, baktı kimse yok. Üstünde elbisede yok. Kendisi çıplak, hemde kadın. Bu acaba hayal mi, düşmü bu nedir? Bir müddet otururken otururken, gidecek yer yok, adam yok. Uzaktan bir çoban, arkasında koyunlarla geliyor. Omuzunda da bir keçe geliyor ki orda bir kadın oturuyor.
Necisin diyor.
Garibim.
Şu keçeyi al bürün, sitir ette arkam süre gel.
Eve getiriyor. Beş on gün hizmet yaparken çobana, çoban Allah'ın emriyle bunu alıyor orda. On sene o evde kadın olaraktan kalıyor. İki de oğlan çocuğu meydana geliyor. Çocuk orda büyüyor.
Bu vaziyette Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretleri efendimiz misyonerin önüne şöyle yapıyor eliyle, pat pat pat böyle vurunca bir gözünü açıyor. Göz kapanmış o anda bakıyor ki kendi karşısında oturuyor.
Önüne konan fincanda üzerinden o kelepçeli duman varya yukarı sıcak çayın kahvenin üstünden yekînen dumanlar, anlar daha böyle kelep kelep atıyor. Daha kahve duruyor, soğumamış daha dumanı yekiniyor böyle.
Nasılsın itirazınla Peygamberimize, bir gecede bunlar olur mu olmaz mı, nasılsın? Diyor.
Aman beni affet diyor. Sizin peygamberinize de kurbanım, sizin dininize de, sana da kurbanım diyor.
Eline ayağına düşüp özürler diliyor. Çok özürle beni affet diyor.
Sen on sene çobana kadınlık yapmasan, ikide oğlan çocuğun olmasa bizim Peygamberimize inanmıyordun değil mi? İstiyorsan o çocuklarını şimdi getireyim, oğlan çocuklarını.
Aman diyor kalsın böyle.
İslamiyet'e geçti böyle. Pir Seyyidina Ahmed Rufai Hazretleri efendimizin bahsi açıldı.
Allah himmetlerini üzerimizden eksik etmesin, Rabbım onlara bağışlasın bizi.
[1] Münavi, Feyzu’l-Kadir, 1/36, 3/46 (Mısır), Kenzü-l-İrfan s.24/128, Deylemi El-Firdevsü bi Me’sûru-l-Hıtâb c.1.s.44/106 (Beyrut).