HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 19 (CERCİS ALEYHİSSELAM) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 19 |
19. Sohbet: CERCİS ALEYHİSSELAM
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
(Hatay Dörtyol)
Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu Teâla aleyhi vesellem efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor ki;
مَنْ خَافَ اللّٰهَ خَوَّفَ اللّٰهُ مِنْهُ كُلَّ شَيْءٍ
“Her kim Allah'tan hakkıyla korkarsa sair mahlukuda Allah ondan korkutur.”[1] Allah'tan korkmak; Allah'a ne kadar inancı, imanı, tevekkülü kuvvet bulmuş ise korkusuda o kadar artar.
قُرْبُ سُلْطَانْ آتَشِ سُوزَانْ
kurb-u sultan ateş-i suzan
Yüksek bir sultanın makamına yaklaştıkca ataş tehlikeler çoğalır.
Yüksek bir makam, huzura yaklaştıkca edep artması gerekir, hayâ artması gerekir, zahir batınını düzeltmesi lazım gelir.
Onun için bütün sultanların sultanı, kâinatı var eden Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri ayet-i kerimede;
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
“Ben kullarımın hepsine kendi içlerindeki can, şah damarlarından daha yakınım”[2]diyor.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz aynı ayetleri karşılayıcı hadisler mevcut.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَكُمْ اَيْنَمَا كُنْتُمْ
“O Allah sizinle beraberdir nerde olursanız.”[3] Issızlarda, kalabalıklarda, tenhalarda hiç kimsenin olmadığı yerde size yakın, sizinle beraberdir.
Burda Allah korkusundan başladıydık. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleleyhi vesellem efendimiz:
مَنْ خَافَ اللّٰهَ خَوَّفَ اللّٰهُ مِنْهُ كُلَّ شَيْءٍ
“bir kimse Allah'tan hakkıyla korkarsa Allah kendinden hakkıyla korkanlara bir heybet verir bütün mahlûk ondan heybet alır sakınırlar”[4] diyor.
Allah korkusundan bahsediyorduk. Arkadaşımızın birisi önceden burdan sordu sohbetten evvel. İki kimse aynen dedi tarikatta bir mürşid-i kâmile teslim olsalar, tarikat yolunda birisi okumuş, biriside ümmi. Bunların derece bakımlarından fark olur mu?
Olmaz dedim.
Peygamberimiz sallallahu Teâla aleyhi vesellem efendimiz ve Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerinin indinde tahsilden, takva daha mühim, her kimin takvası kuvvetli ise o makbul.
Takva nedir?
Belli haramlar, belli helallardan başka şüphelilerden sakıncalı olan kimseler.
Şüphelilerden kendini sakındıran nedir?
Allah korkusu.
Allah'a yakın hâsıl etmiş. Her kimin yakîni kuvvet bulmuş, Allah'a ruhen terakki ediyor. Yakîni kuvvet bulmuş, zandan kurtulmuş ise Allah korkusu çok artar. Allah korkusuyla beraber hayâsı artar, edebi artar ve konuşmalarında, sair vakitlerinde, ibadetlerinde; evet ya Rabbi, ben seni her ne kadar göremiyorum amma sen beni göre duruyorsun, keskin inancına sahip olmuş. Bütün kötülüklerden kendini Allah korkusu çeker, çevirir.
Ayet-i kerimelerde:
وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاً
“her kim benden hakkıyla korkarsa benden hakkıyla korkan kimseleri korktuklarının hepsinden çeker selamete çıkarırım.”[5]Vaad buyuruyor.
Neden korkuyor?
Karşısında düşman korkusumu var, hastalık mı var, dünya darlığı mı var, ölüm korkusu mu var, azap korkusu mu var? Hakkıyla korkar ise korktuklarının hepsinden çeker onu selamete çıkarırım.
Cercis aleyhisselamın ismini biliyorsunuz. İsrail'ler çok Allah'ın nimetine gark oldular çokda isyanda bulundular. Çok peygamberlerini katil yaptılar. Fakat o peygamberler vazifelerini ifa etmişler, canlarınıda o yola koyuncaya kadar. Canda verince o yolda dereceleri, makamları daha yüksek olmuş.
Cercis aleyhisselamı tuttular iki büyük ağacı biçtiler hızarla, arasına yatırdılar. Dışından sardılar tepeden aşağı büyük bıçkıyla ikiye biçtiler ağaçla beraber. Demir taraklar kaynattılar, gövdesini soydular o demir taraklarla kemiklere varana kadar taradılar Allah öldürmedi. Ateşe yaktılar öldürmedi. Yerlere demirle kaynattılar, üstüne koydular, üstünden otuz kırk ton ağırlığında kum arabalarını çekip aşağıdan demirlerin hepsi yukarıdan çıktı öldürmedi.
On dört sefer böyle felaketlerden korudu. Cenâb-ı Hak, murad ederse demek ki artık ona kulun fendi tesir etmiyor. Kulun fendi tesir etmiyor.
Hazreti Ömer'i biliyorsunuz. Allah onların adaletini, itikadını, doğru istikametini versin. Yerine göre cesaret, yerine göre razı olduğu sükûneti versin Cenâb-ı Hak.
Onun bir inancı; hazreti Ömer Efendimizin yanın kayser Rum’dan bir elçi gelmişti. Muhtelifli hediyeler verdikten sonra kendine bir ufak şişe verdi içinde bir su. Şu sana lazım olur.
Bu ney dedi?
Onun içindeki zehir dedi. Muazzam büyük düşmanlarına karşı bundan bir damla akıtsan yemeğine, çayına, kahvesine o kâfi gelir. Onu patlatır imha eder.
Peki dedi, eline aldı şişeyi, demek bu dedi en büyük düşmanlara mı mahsus?
Evet dedi.
Ağzını açtı, kafasına dikti şişeyi dibine kadar içti tüketti.
Elçi, dışarı kaçtı muhakkak bu patlar şimdi.
Benim en büyük düşmanım ise dedi hazreti Ömer, Allah'la benim aramı bozup, beni azaba sürükleyen benim nefsimden daha zalim büyük düşman yoktur.
Hiç bir şey olmadı.
Elçi, ya Ömer dedi, bunu içen dakikaya da belki ulaşmaz. Çünkü helak olup parçalanır.
Benim dedi nefsim o kadar öyle bir zalim olmuş ki zehirde tesir etmiyor artı dedi.[6]
Cenâb-ı Hak onların inancına karşı tıp'ın işini başkalaştırıyor.
Cercis aleyhisselamı sonunda herşeyle yaptık olmadı, birde açlıkla bunu dediler terbiye yapalım. Şehrin içinde bir yer damında ayakları kötürüm, bir yaşlı kadın vardı, onun yanına hapsettiler. Kaç gün orda aç susuz kaldılar. Karıya[7] dedi hiç bir yiyecek bir şey yok mu?
Kadın dedi ki ya Cercis, olsa zaten ben yerim. Ben herkesin eline bakımlıyım. Herkeste istop etti, burda hapisteyim. Nerde yiyecek dedi?
Ben Rabbım'dan yiyecek istesem, yiyecekte gelse sen Rabbım'a inanır, iman eder misin? Dedi.
İnanırım.
O yer damına şöyle bir dikme vardı aşağıdan yukarıya; direğe vardı onu tuttu, dua yaptı Cenâb-ı Hakk'a. Bir anda o dikilen ağaç, damdan yukarıya çıktı, semaya yükseldi, çok yükseldi. O semadan yukarıdan aşağıya dünyada ne kadar meyvalar varsa hepsi dallandı, yeşillendi.
Gördüler onu, gene iman etmediler.
İşte Cercis aleyhisselamın iptilası, on beşincisinde artı ecel vaktide gelmiş Cebrail aleyhisselam haber verdi ki müteessir olma Rabb'ına kavuşacaksın. Darağacında tebessüm ederekten ruhunu teslim etti.
Ömrü Kısaltan Üç Şey
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizde buyuruyor ki; üç şey ömrü yakar kısaltır. Zinaya devam edenler; vaz geçmiyor, tövbe etmiyor, pişman olmuyor, devam ediyor. Allah onların ömrünü diyor kısaltır, yakar. İçkiye devam edenler; dönmüyor, müteessir olmuyor, pişmanlık yok, devam ediyor, onların ömrünü kısaltır, yakar. Birde kendi hükmünde eli altında olanlara zalimlik yapmak, zulüm; zalimlik yapanlar ki bir ev reisine de elinin altındakiler emanettir. Bu üç kimsenin ömrünü yakar, kısaltır diyor.
Tekrar buna dair eshab-ı kehf, üç yüz dokuz sene yattılar, aynı yaşta, aynı geri kalktılar.
Oğlu Yüz Yirmi Yaşında Kendi Kırk Yaşında
Üzeyr aleyhisselam kırk yaşında, kara sakallı yattı. Oğlu yirmi yaşındaydı yüz sene yattı oğlu yüz yirmi yaşında beli büküldü kendi aynı kalktı.
Bunlar Kur'an-ı Kerim'de sabittir.
İlim İkidir
Bize lazım olan önceki başladığımız; bu kardaşımız iki kişi dedi biri ümmi, biri okumuş. Bunlar ikiside bir mürşid-i kâmilin tarikatına girip çalışmaya başlasalar ümmi ile okumuş olanda bir fark olur mu?
Hangisinin Allah'tan korkusu çok ise şüphelilerden sakınıyor, takva yolunu tutmuş ise o makbul. İster okumuş olsun, ister okumuş olmasın.
Allah, resulullah indinde insanların derece kıymeti, şerefleri ahlakı düzgün, hangisi Allah korkusu daha onda çok, hangisi takva yönünde yani şüpheliden sakınıyor. Allah, Resulullah yanında o kimse makbul.
O adam okumuş olsa öteki de ümmi okumamış olsa; ümmi, var gayretiyle çalışsa okumuşun derecesine kavuşamazsa ona yazık olmaz mı?
Peygambirimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimizde ümmiydi. Mısrı hazretlerinin, Niyazi Mısrı Hazretlerinin Şeyhı Ümmi Sinan'da ümmiydi.
Fakat ümmi olan bir kimse önder, yani halka önderliğe layık olması için zahiren okumuşluğu yoksa ilm-i hikmet kendinde zuhur etmesi lazım. İlm-i hikmet; ayet, hadisi tutar. Ayet, hadis ilm-i hikmeti tutar.
Hiç olmazsa zahir ilmi yoksa ilm-i hikmet kendinden zuhur etmiş olması lazım. Ne ilm-i hikmet var, nede zahirde bir tahsil var o mürşid-i kâmilliğe layık değil. Kara cahil gibi kalır.
İkisi olursa daha güzeldir.
Zahir okumuşluğu yok, takvası çok, Allah korkusu çok, zikrullahıda çok olduğundan itikadı kuvvetli olduğundan ilm-i hikmeti Cenâb-ı Hak vermiş.
İlm-i hikmet nedir diyeceksin?
اَلْعِلْمُ عِلْمَانِ
“ilim ikidir” diyor Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem,
اَلْعِلْمُ عِلْمَانِ فَعِلْمٌ ثَابِتٌ فِي الْقَلْبِ فَذَاكَ الْعِلْمُ النَّافِعُ
En menfaatlı ilim, kalbte sabit olan, kalbten doğan ilim insana menfaatlidir.
وَثَابِتٌ فِي الْكِتَابِ فَذَاكَ حُجَّةُ اللّٰهِ عَلٰى عِبَادِه۪
Birde kitapta yazılı ilimler var onlarıda okuyup oda hüccettir. En menfaatlı ilim kalbten doğan ilimdir.”[8]
Kur'an-ı Kerim'de buna dair Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretleri,
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَآءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ
“biz bu ilm-i hikmeti kime dilersek ona veririz. Kimede ilm-i hikmet verilmiş ise o kimseye çok büyük hayır ecir verildi.”[9]
İlm-i hikmet, Cenâb-ı Hak tarafından sıkıldığı yerde kalbinden doğar. Ezberinde bir şey yok, sıkıştığı yerde kalbte Cenâb-ı Hak doğurur. Ölç ki ayete, hadise uygun. O ilim hepsinden diyor kıymetlidir. Çünkü ilim, sahibi tarafından geliyor.
Öteki zahir kitaptaki öğrenilen bir ilim, rahmet suyuyla birikmiş bir suya benziyor. İlm-i hikmet, arkası tükenmez, kaynar bir çeşmeye benziyor.
Öteki ezbere gelenin nihayeti var, fakat çeşmenin arkası bitmez. Sahibinden gelen ilimde bunun gibi. Allah, o ilmi versin cümlemize Cenâb-ı Hak.
Bu ilmin o kadar kıymetli olduğunu şundan bilin ki, yeryüzüne can cin kavminden sonra seve seve Âdem babamızı yaratıp yeryüzüne halife göndereceği O peygamberine başka daha ondan kıymetli bir ilim olsaydı onu verirdi.
Meleklere ben yeryüzüne bir halife yaratacağım dedi Cenâb-ı Hak.
Melekler, can cin kavminin isyanlarını, katillerini, Allah'a isyanlarını gördüler. Onlarda şeytan yoktu ama nefis vardı. Yine fuhşiyetten geri kalmadılar.
Dediler ya Rabbi, sen yeryüzüne yine bir kan dökücü kimse mi halk edeceksin?
Dedi ki siz bilmezsiniz, ben size sonra anlatırım.
Âdem babamızı halk edip ruh gelince gözü açıldı, cesette hemen aksırdı, elhamdülillah dedi aksırınca ilk seda olaraktan.
Elhamdülillah; hamdolsun O Allah'a hayatım, canım hepsi feda olsun, hamdın manası.
O zaman dedi ki ya Âdem, minbere çık, meleklere vaaz ver, konuş.
Âdem babamız minbere çıktı, edep ve erkânıyla Kur'an-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk'ın doksan dokuz güzel esmaü'l-hüsna isimleri var, doksan dokuz esmaları teker teker tafsılatıyla hakkıyla bunları anlatmaya başladı.
Melekler hayrete düştüler. Ne duymuşlar, ne işitmişler; nasıl ilim? Daha bir yerden staj görmedi, bir yerden ders görmedi. Nasıl ilim?
Ayağına kapanma derecesine geldiler, galeyana geldiler. Aşk, o kadar olunca sevdiler. O zaman Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri biz meleklere dedik ki diyor;
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُوٓا اِلَّآ اِبْل۪يسَۜ
İbliste şeytan meytan değil o da meleklerin hocasıydı orda.
“biz dedik ki meleklere Âdem’e secde yapın”[10]
فَسَجَدُوٓا اِلَّا اِبْل۪يسَۜ
“bütün melekler secdeye kapandı. İlla iblis imtina etti; emre asi oldu secde etmedi.”[11]
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ
“emrettiğim halde secde etmene sana ne mani oldu Neden yapmadın?” Cenâb-ı Hak sordu.
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Dedi “ya Rabbi, benim izzetim, şerefim bundan yüksektir. Kibir, gurur, benlik şeytanın ahlakı Allah korusun.Bunu balçıktan çamurdan halkettin beni ateşten halk ettin”[12]
Neden halk olursan ol. Seni halk eden Halık’ın emrine baksana sen.
Hasedlik o kadar kötü Allah muhafaza buyursun.
Demek istediğim; bak, yeryüzüne seve seve yaratıp indireciği halifesine ilm-i batın verdi. Allah, o ilmi Cenâb-ı Hak cümlemize ihsan etsin.
اَلْعِلْمُ عِلْمَانِ فَعِلْمٌ ثَابِتٌ فِي الْقَلْبِ فَذَاكَ الْعِلْمُ النَّافِعُ
İlim ikidir; birisi kalbten doğar ilm-i hikmet, en kıymetli ilimde odur diyor.
وَثَابِتٌ فِي الْكِتَابِ فَذَاكَ حُجَّةُ اللّٰهِ عَلٰى عِبَادِه۪
Birde kitapta yazılı ilimler var onlarıda okuyup oda hüccettir. En menfaatlı ilim kalbten doğan ilimdir.”[13]
كَمَآ اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
“ben size ey insanlar, Âdemoğlu olanlar kendi içinizden resul gönderdim. Aynı cinsinizden aynı sizin gibi Âdemoğlu olaraktan resul gönderdim size kitap ilmini öğretti, Kur'an.
وَالْحِكْمَةَ
Size hikmet ilminide öğretti” diyor.
وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
“kitap ilmini öğretti.
وَالْحِكْمَةَ
Hikmet ilminide size öğretti.”[14]
Demek ki hikmet ilmi, kitap ilminden ayrı ki, kalbten doğan sabit bir ilim. Bu ilm-i hikmette diyor Cenâb-ı Hak biz kime verirsek o kimseye çok büyük hayır, ecir verildi.
Bu ilm-i hikmette kardaşım, kim Allah'ı sever, kim Allah'tan çok korkar, kim Allah'ı ihlaslı çok zikreder, isterse bir çoban olsun, İsterse okumuşluğu olsun, olmasın Allah verir.
Haseb Evladı, Neseb Evladı
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimiz,
كُلُّ حَسَبٍ وَنَسَبٍ يَنْقَطِعُ إِلَّا حَسَب۪ي وَنَسَب۪ي
“kıyamete kadar benim haseb evladım tükenmez, nesep evladım tükenmez.”[15]
Neseb evladı; kendinin sülale sülbünden gelenler.
Haseb evladı; dediği kendi gösterdiği yolda yürüyenler; Kur'an, hadis-i şerifleri, peygamberimizin kavlini, fiilini, sünnetini kendisine ölçü yapanlar. O ölçünün içinde yaşayanlar, bunlar ehl-i takva. Bunlar dünyanın neresinde olursa olsun ehl-i takvanın hepsi benim ali evladım buyurdu.
Her zaman konuşuyoruz bak İran'lı Salman-ı Faris, ateşe tapan bir şahıstı. Peygamberimize gelip O'nun kavli, fiili, halıyla tamamen kendini zahir batınını selamete çıkarıp Allah korkusu yerleşince Cenâb-ı Hak İran'lı bir Salman-ı Farisi ehl-i beytten kayıt etti. Ammucaları Ebu Lehep, ona benzeyen Kureyş'lerin bir kısımlarıda hiç bir onun maneviyatından faydalanmadan imansız gidenler oldu.
Yani çalışanın hakkını Allah verir kardaşım.
Bir yüksek zat evliyanın bir tanesi zamanın kutbu, son hallarında Cenâb-ı Hakk’a dua ediyor ki ya Rabbi, benim kutbiyetimi oğluma ver.
Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyurdu ki, kutbiyet dedi miras değil layık olanın hakkı. Amma sen madem bu recada bulundun senin ahlaklarından bir kısmını oğluna ihsan edeyim. Yoksa kutbiyet layık olanın hakkı miras değil. Kim olursa olsun. Soyuna, boyuna bakılmaz.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Burda ayetin baştarafından
“O Allah O Subhan bütün sizin Allah şöyledir böyledir diyenlerin hepsinden daha temiz tenzih olan bir Subhan Allah ki, yerde gökte bütün mahlûklar O’nu her zaman tesbih ederler.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا ح۪ينَ تُظْهِرُونَ
Öğlen, akşam, ikindi yerde gökte bütün mahlûkat Cenâb-ı Hakk'ı zikrederler tesbih ettikleri haber veriliyor. Tekrar O Allah, öyle bir Allah ki;
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ
O Allah, dirilerden ölüleri halk eder, ölülerden dirileri halk eder.”[16] Her şeye gücü, kuvveti yeter. Ölülerden diri halk eder.
Ölü otları görüyorsunuz, tekrar dirilip, yeşillenip meyvaları görüyorsunuz. Bir ikinci misal, fasıklar var; günah içine batmışlar günah işleyi işleyi. Bazı fasıklardan dünyaya gelen evlatlar var ki âlim, kâmil, evliya oluyor. Peygamberlerden, evliyalardan, mü'minlerden doğan çocuklara bakınız gide gide gide gide İslamiyet’in dışına çıkıp ölü oluyor.
Lut aleyhisselamın hanımı uymadı, helak oldu. Nuh aleyhisselamın oğlu Kenan uymadı, helak oldu.
Bu gibi yani kulun gayret iradesine bağlı; her kul, kadın erkek çalışmayla peygamber olamaz. Her erkek, her kadın diyor kendi çalışması, sa’i gayreti, hüsn-ü niyeti ile evliya olma hakkı var, her kadın erkeğin.
Çünkü bunların hepsi evliyalar anadan doğarken evliya üzerine doğmamış. Allah'a imanla beraber nefsini, şeytanı tanıdıktan sonra Allah'ın verdiği emanetlerin nefsin, şeytanın arzu isteklerinden kurtarıp iskeletteki emanetleri, Allah'a çalışmışlar.
Çalışa çalışa nefs-i emmareyi yıkıp, levvameye, levvameden mülhimeye, mutmainne makamına gelince Cenâb-ı Hakk'ın artık sevdiği evliya makamına ulaşmışlar.
Her insanda kabiliyet var amma bir ilkokula çocuğu koymazsan kendi kendine çocuk, kalem al, defter al… Bir adam olamıyor. İlla bir okul hocasına hizmet gerekiyor.
İlkokuldan sonra ortaokul hocasına, ondan sonra lisesine, üniversitesine yirmi sene, on sene, onyedi sene çalışanlar ondan sonra devlet bunları atmıyor. Namuslu bir amir oldumuydu bir köşeye oturup devletin muhafazasına idare amiri oluyor.
Allah indinde de Allah'a iman; varlığına, birliğine, güç, kudret sahibi olduğuna, delillerle imanı kuvvetleştirmek gerekir. İman varda iman, zayıf imanlı.
Peygamber efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
يَأْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يَجْتَمِعُونَ فِي مَسَاجِدِهِمْ وَ يُصَلُّونَ وَلَيْسَ فِيهِمْ مُؤْمِنٌ
“Ahir zamanda camiler cemaatle dolu olacak ve namaz kılacaklar içinde kâmil mü'min bulunmayacak.”[17]
Hiç Müslüman yoktur değil anlamı, içinde hakkıyla kuvvetli bir kimse yok. İman kuvvet bulmuş kâmil bir mü'min yoktur demek yani. Yoksa Müslüman.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
“Ancak hakkıyla mü'minler kimlerdir? Onlar, Allah'ın ismi yanlarında söylendiği zaman, Allah’ın ayetleri okunduğu zaman hakkıyla kulaklarını açarlar, kalblerini açarlar, dinlerler gıda alırlar, hal haraketleri değişir. Kendileri zikretse halleri değişir, kalblerinde kamaşma, değişik haller olur. Bundan dolayı onların imanları ziyadaleşir”[18] diyor.
İman ziyadeleşir, eksilir mi diyeceğiz?
İman kuvvetleşir, zayıflar.
Bir sebze ekiyorsunuz; sizin burda sebze var. Sebzenin şimdi suyunu verip, gübresini atıp, ilacını atıp çapaladıkça hizmet yaptıkça bakarsın ki hem toprağın içine kökleşir, hem dışarda çiçekler mahsuller kuvvetleşir.
Suyunu bırak, gübresini bırak, çapasını bırak tam ölmediysede meyvadan kesilir.
Allah'ı seven Allah'ın dostları ihlaslı ibadeti, zikrullahı ruhun gıdası bilmişler. Tarikatın özelliğinin bir taneside bu;
مَنِ اسْتَوٰى يَوْمًا فَهُوَ مَغْبُونٌ
Diyor Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; “bir Müslümanın devamlı iki günü bir kararda tutuyorsa iki günü bir birine benziyorsa o kimse mağbundur”[19] diyor. Terakki yoktur, ilerleme yoktur. Aynı seviyede duruyor.
Bir tarikata hakkıyla Allah'ın razı olduğu bir tarikata katılır; beşyüz, bin bir ders alır, o mürşidin vermiş olduğu reçeteleri hakkıyla kullanır; yirmidört saatte en aşağı bir sefer oturup göz kapandığı gibi kalb, dünyavi işlerinin hepsinden çekilir alakayı keser. Bizzat kendini huzur-u Allah'ta tutarak, Allah'tan başka kalbe gelen havatırları atarak; ya Rabbi, her ne kadar ben şimdi seni göremiyorum amma sen beni göre duruyorsun ya Rabbi.
Bu şekilde Cenâb-ı Hakk'a kalbini beş dakika, on dakika tefekkürle ondan sonra Cenâb-ı Hakk'tan varidat-ı ilahi, feyiz menbai, edep menbai olan kâinatın efendisi Peygamberimize intikal; beş dakika biraz daha Peygamberimize rabıta teveccühünü; O'nun nuru nübüveti güneş gibi doğmuş, dünyayı kaplamış onun altındayım.
Ondan sonra Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimizden sonra, nur-u ilahi feyz-i ilahi menbai aynı su borusu gibi pirimiz Abdulkadir Geylani'ye böyle tefekkür ederekten O'na rabıtasını bağlar; O'nun sağ eli başımın üzerinde ruhaniyeti himmeti yanımda hazır.
Ondan sonra bağlı olduğu şeyhı mürşidine pirimiz Abdulkadir Geylani efendimizden aynı su borusu musluk şeklinde feyz-i ilahi ondan kendinin kalbine akıtır.
Bu şekilde huzur rabıta ile en aşağı biriktirmiş olduğu günahlarının yıkanması, affolunması için yüz (100) sefer estağfirullahe'l-azim kendi duyacak kadar.
Bu istiğfar kendi duyacak kadar dersinde yüz (100) adet günahları şöyle göz önüne yaptığımız hataları sererekten, ya Rabbi, senden başka bu hatalarımı affedecek kimse yoktur. Sen büyük Rabbımdan bunun affını talep ediyorum ya Rabbi. Bir daha yapmamak niyetiyle yüz (100) sefer estağfirullahe'l-azim çekmesi var en aşağı. Huzur kalb ile böyle boyun bükerek bir daha yapmamak niyeti ile çekerse bir kirli mendilin yüz (100) sefer bir sıcak su, sabunla yıkandığı gibi bi iznillah günahlarıda yıkanır.
Arkasından kalbinin nurlanması için ve maddi manevi çözülmeyen müşkül düğümlerin çözülmesi için huzur-u kalb ile daim dağılan kalbi huzurda tutarak kalbe gelen havatırları atarak, yüz (100) de Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed. Sabrı kuvvetleştirir, sadrı, kalbi genişletir, nurlandırır. Maddi manevi çözülmeyen düğümler çözülür, müşküller hallolur salavat-ı şerifeler ile.
İki yüz (200) de en aşağı la ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah 200 de buna devam eder. Biz burda sesle yapıyoruz amma orda kendi evinde bu kadar sesle yapamaz, kendi duyacağı kadar. İki yüz (200) de böyle güzel huzur-u kalb ile la ilahe illallah çekti 400, en aşağı dersimizin 100'de Allah Allah çeker 500. En aşağı. Amma vakti müsait, sayıyı ileri geçmek isteyenler gidebildiği kadar gider. Sonunda da duasını toplar.
Evde, yolda, yolakta, taksinin içinde, alışveriş yaptığı yerde nerde olursa olsun, göz, dış halk ile öz kendini yaratan Hak ile. Allah için bağlı olduğu Resulullah, O'nun halifeleri ile rabıta, teveccüh olduğu müddetçe ikamette manen onlarla beraber. Allah'ın dostlarıyla beraber kalb bir muhafaza içinde.
Bu şekilde otururken, kalkarken dilini boş vakitlerini la ilahe illallah zikrine devam eder. Değişir; zikrullah çoğalır, azmi, gayreti çoğalırsa Cenâb-ı Hak sevgisini ihsan etmeye başlar. Amma çoğaltmazsa toprakta verim var amma sen toprağı sürmüyor, imar yapmıyorsun toprak ne yapsın sana?
Mükemmel bir münbit[20] arazi gibi kalb. İmar etmen, sürmen lazım ki içine attığın tohumlar güzel mahsul versin sana.
Kalbimizin imarı, zikrullah ile imar olunur ancak. Allah zikri kalbe nur indirir, kalbi Allah'a dönderir. Ahlak-ı zemimeleri giderir Allah zikri, Allah korkusu.
مَنْ َكثَرَ ذِكْرَاللّٰهِ فَقَدْ بَرِءَ مِنَ النِّفَاقِ
Bunu söyleyen kardaşım bütün varlık O'nun hürmetine halk olunan Peygamberimizin mübarek kelamları:
مَنْ َكثَرَ ذِكْرَاللّٰهِ فَقَدْ بَرِءَ مِنَ النِّفَاقِ
“her kim abdestli, huzurlu, rabıtalı zikrullahı çoğaltırsa münafıklıktan fasıklıktan kurtulur beri olur”[21] diyor. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri hadis-i kudsisinde ne buyuruyor?
لٰٓااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ حِصْن۪ى مَنْ دَخَلَ حِصْن۪ى اَمِنَ مِنْ عَذَاب۪ى
“bu la ilahe illallah kelimesi benim bir metin kal'amdır. Her kim la ilahe illallah kal'asına girer, sıdkı sadakatla huzurla devam eder, çıkmaz her türlü korktuklarından kurtulur, azabımdan emin olur”[22] diyor.
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
“ey Allah'a iman edenler, din düşmanlarıyla karşılaşabilirsiniz, harp edebilirsiniz ne zaman din düşmanlarıyla karşılaştığınız zaman dağılan kalbi huzura getirin Allah'ı zikretmeye başlayın, çok edin.”[23]
Bizim zamanımızda süngü harbi vardı sizde varmıydı bilmiyorum. Süngü harbinin taklidini yaptırırlardı bize. Tüfeklerin ucuna süngüyü taktırırlardı karşıya, evelden varmış ki bu. Haydin bakalım! Allah Allah Allah Allah Allah Allah derken bakar ki karşısında düşman, ölümde karşısında, Allah'a dayanı dayanı bakar ki ceryan-i ilahi gelir. Ceryan-i ilahi gelince onun gözüne bir şey gözükmez artık. Onun için onun imanını kuvvetlendirip bir aşka, feyize getirmenin için böyle vardı şimdi bilmiyorum yani.
Burda Cenâb-ı Hak işte onu buyuruyor bize. Düşmanlarla harpte karşılaştığınız zaman Allah'ı zikredin, düşmanı yenesiniz, Allah'ın yardımına layık olasınız.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyi vesellem efendimizin halleri bize bir örnek, numune değil mi? Mekke'nin içinde tek başına İslamiyet’i yaymaya başladı Allah'ın emriyle. Karşısında o zamanın hükmüne karşı ne güçler vardı.
[1]Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi Nebiyyi'r-Rahman 1001 Hadis 98/620 (Osmanlıca Baskı). Müsnedü'ş-Şehab, c.1.s.265/429 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'suri'l-Hıtab c.3.s.496/5538 (Beyrut).
[2] Kaf suresi 50/16
[3] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.10.s.265.(Beyrut), es-Sünneti li Abdullah bin Ahmed bin Hanbali c.1.s.306/595.
[4] Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi Nebiyyi'r-Rahman 1001 Hadis 98/620 (Osmanlıca Baskı). Müsnedü'ş-Şehab, c.1.s.265/429 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'suri'l-Hıtab c.3.s.496/5538 (Beyrut).
[5] Talak 65/2
[6] Şemseddin Sivasi, Menakıb-i çarıyarı güzeyn, s.100-101 (Osmanlıca baskı).
[7] Karı, yöresel lisanda yaşlı kadın demektir.
[8] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.223/2 (ebu Nuaym’dan). İmamı Suyuti Cem’u’l-Cevamii c.4.s.57/11402 (ebu Nuaym’dan). Sünenü’d-Darimi c.1.s.114/364 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman c.2.s.294/1825 (Beyrut). Hâkimi Tirmizi, Nevadirü’l-Usul fi ehadisi’r-Rasul c.2.s.303 (Beyrut).
[9] Bakara suresi 2/269
[10]Bakara Suresi 2/34
[11]Bakara Suresi 2/34
[12]Araf Suresi 7/11
[13] Ramuze’l-Ehadis c.1.s.223/2 (ebu Nuaym’dan). İmamı Suyuti Cem’u’l-Cevamii c.4.s.57/11402 (ebu Nuaym’dan). Sünenü’d-Darimi c.1.s.114/364 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman c.2.s.294/1825 (Beyrut). Hâkimi Tirmizi, Nevadirü’l-Usul fi ehadisi’r-Rasul c.2.s.303 (Beyrut).
[14] Bakara suresi 2/151
[15] Tabarani, el-Mucemü’l-Kebir c.3.s.44/2633 (Beyrut). Beyhaki, Sünenü’l-Kübra c.7.s.64/3172 (Mekke). Rağıb el-İsfehani, el-Müfredat s.7 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.255/4755 (Beyrut). Şerh ve Tercüme-i Delaili Abdulkadiri Geylani.
[16] Rum Suresi 30/17-18-19
[17] Suyuti, Cem’u’l-Cevamii c.12.s.818/27600. Kenzü’l-Ummal c.11.s.176/31109. Ramuze’l-Ehadis c.1.s.301/5. Levamiu’l-Ukul şerhu Ramuze’l-Ehadis c.3.s.368-369
[18] Enfal suresi 8/2
[19] Beyhaki, Kitabu'z-Zühdü'l-Kebir c.2.s.367/987 (Beyrut). Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliya c.8.s.35 (Beyrut). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'suri'l-Hıtab c.3.s.611 (Beyrut).
[20]Çok verimli, bereketli mahsul veren
[21]Tabarani, el-Mu'cemü'l-Evsat c.7.s.86/6931. Deylemi, el-Firdevsü bi Me'suri'l-Hıtab c.3.s.564/5768 (Beyrut).
[22]Deylemi, Firdevs, 5/244, Münavi Feyzü’l Kadir, 4/480, Ebu Nuaym Hilye, 3/192, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı, c. 2, s. 302/1955 (3: 378/3694)
[23]Enfal suresi 8/45