HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 26 (BİLİNMESİ ZOR OLANLAR) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 26

26. Sohbet: BİLİNMESİ ZOR OLANLAR

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

 

Mevzumuzun baş tarafı bilinmesi dört şeyin zor olduğundan açılmıştı.

Bilinmesi mümkünü zor olan birisi; insan kendi hakbeynlerden mi, hutbeynlerden mi? Karşısında ki hakbeyn mi, Hutbeyn mi anlamak bilmesi zor olan.

İkincisi; ehl-i tarik yolunda yürüyenler, kendisi kabız halında mı, basıt halında mı? Buydu. 

Üçüncü bilinmesi zor olan; kalbe açılan ilham. Kalbe gelen ilham; şeytani mi, Rahmani mi? Bunun bilinmesi zor.

Dördüncüsü; bir şeyh müntesip mi, veysi mi? Burasının bilinmesi zor.

Baştan hakbeyn hutbeynleri biraz anlatmıştık. İnşaallah onları anlamış oldunuz.

Hakbeyn hutbeynin özet maksadı. Hutbeyn olan kimseler; amel ve ibadetlerinde şeriati tamam olmayan kimseler. Şeriate kıymet vermeyen kimseler, şeriat ve sünnette noksan olan kimseler. Şeriat ve sünnette noksan olduğu gibi şeytana geçmeye yol açıktır.

Hangi dervişin, hangi tarikatçının şeriati, sünneti tamam olmazsa şeytan tarikat bahçesine geçer imha eder.

وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ

“Onların yaptığı amel ve hareketlerini şeytan kendilerine ziynetleştirir”[1]diyor Cenâb-ı Hak, güzelleştirir.

Sebebi ise şeytanın karışması sünnete ve şeriate kıymet vermediklerinden.

 

Şeriattir cümle işlerin başı

Şeriatsiz tarikat şeytanın işi.

Şeriat ehlinde olmazsa tarikat

Onun şeyhı şeytan olur mutlak.

 

Hakbeyn olanların da hakbeyn olması, ayet ve hadise, şeriate ve sünnete çok emniyet verdiklerinden kavilleri, fiilleri, hal ve hareketleri şer'i şerif deryasının içinden dışarı çıkmamak suretiyle yürüdükleri için Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri onlara ilm-i hikmetini, muhabbetini, hakiki ilmini nasip müyesser ediyor. Onlar hem kendilerini, hem içindeki nefis, şeytanlarını, Allah'ın bildirmesiyle hakkıyla bilip, karşıyıda anlıyorlar hakbeyn olanlar.

Hutbeyn olanlar hakbeynlerle birleşemez. Nerde bir yarım, sakat, noksan varsa onunla birleşirler.

Basıt halında mı, yoksa kabız halında mı dediğimiz; ehl-i tarik yolunda yürüyenler, bazı kabız halına düştüğü zaman aşktan kesilmesi. Aşk, muhabbet cezbesi kesilir. Yerdeki biten ekin mahsullerin rahmet beklediği gibi şaka şaka yarılır, böyle buruşur. İbadette yapar, zikirde yapar ama tat, lezzet, şevk yoktur.

O sırada nefis daima umutsuzluk taşlarını atar kalbine, umutsuzluk taşlarını; hani nerde der. Fakat ansızın bakar ki birden fuyuzat-ı ilahi, aşk geldiğinde işte o zaman gönlü ferahlanır, gözden yaş akar, kalb kaynar, hoplar, o zaman terakki zamanı.

Terakki nedir? Kabız nedir? Daha Türkçesi; avlunda bir ağaç var, sebze ektin, sudan kesildiği zaman suya çok ihtiyacı olduğu zaman işlekten kesilir. O zaman kabız halına düştü. İşte terakki yok.

Ne zaman şeriat suları, zikrullah suları beraber böyle ihlaslı çalışırsa; ağacın, sebzenin suyu verilirse az vakitte bakarsınki göz sürmeye başlar, işler hasılat; birken iki, iki iken üç, dört, beş uzar; sülûk zamanı, terakki ediyor. O zaman terakki zamanı.

Bir insan, devamlı bol su verse mahsulüne sonunda su vurur sararır. Hiç su vermezse mahsuller çok zayıf kalır sonunda kurumaya yönelir. Bazı kere su, bazı kere bunalır.

Dervişte böyle aşksız, muhabbetsiz kuraklığa düştüğü zaman yanar, tutuşur, yalvarması, mahçup olması çoğalır. Bir haber, ah der bekler böyle.

Devamlı eğer aşkı, muhabbeti bol olsa gide gide aşkın, muhabbetin kıymetini bilmez o.

Çünkü senin bir oğlun olsa her gün onun kesesini gereği kadar para ile doldursan cüzdanını, git gide bu şımarır, o paranın kıymetini hiç bilmez olur o. Nereye harcadığını bilmez o, sapıtır.

Bazı kerre onun cüzdanında para kalmamalı. Bazı kere gittiği yerden aç gelmeli eve, sıkışmalı ki o paranın kıymetini bilsin.

Aşk, muhabbette kardaşım bunun gibi.

Derviş, aşk muhabbet tattı idi. Onun tadı, lezzeti, bazı kuraklığa düştüğü zaman yalvarır Allah’ına, pirine, şeyhına kalbini dönderir, mahçup olması, istiğfar çekmesi çoğalır. Buda Allah'ın hoşuna gelir.

Bir kul devamlı böyle kibirli, gururlu, iftiharlı hiç kendini Allah'a suçlu bilmezse onda da Allah'ın rızası yok.

Bu Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin başına gelmiş. En sevgili Habibini böyle Cenâb-ı Hak talim buyurmuş, bu yolun usûlünde. Nasıl öyleyse bize gelmesin?

 

Duha Suresinin Sebeb-i Nüzulü ve Tefsiri

Mekke'nin içindeki Mekke'nin kâfir beyleri, müşrikler, Ebu Cehil toplandılar, dediler ki; bu bir Kur'an diye bize bir şey söylüyor. Biz bunun altından kalkamıyoruz. Buna benzetelim diye çalışıyoruz, biz söyleyemiyoruz. Yalan desek yine bizi tutuyor konuşurken bağlıyor.

Ne yapalım, ne yapalım?

Dediler ki; Hayber'e adam gönderelim. Hayber'de ben-i İsrail ulemaları var. Hristiyanların içinden; Musevi, İsevi olanlardan Tevrat, Zebur’dan, İncil’den o yüksek ilim sahibi olanları gidin onlara sorun; ordanda cevap alın kitaplardan çıkarsınlar bununla karşılaştıralım.

Gittiler Hayber'e. Bunu söyleyince; onlar kitaplarından, Tevrat'tan, İncil'den, Zebur'dan; Peygamberimizden önce geldi bunlar ya. Kendi zamanından mühim şeyler çıkarttılar. Ruhdan sorun kendine; eğer ruh şöyledir, ruh böyledir ruhtan size bir haber verirse bilin ki Peygamber değildir O.

قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي

Diyor Cenab-ı Hak.  Ruhtan kimse haber veremez. Sen onlara de ki, ruh, Rabbimin bir emridir ancak kendi bilir onu.[2]  

Onlar gidince Hayber'de bunlar yirmi sekiz tane soru çıkarttılar. Eshab-ı Kehf'ten sorun, ruhtan sorun, şundan sorun bundan sorun eski geçenlerden.

Bunlar dediler ki bu sorularınız tamam ama bu sorulara bu nasıl olsa cevap verir dediler buradan gidenler. Fakat bunun verdiği cevap doğru mu, eğri mi biz bilmeyiz. Sizin gelmeniz lazım.

Oradaki o ruhbanları, misyonerleri onlarıda getirdiler. Kırk kişimiydi hilaf olmasın sayısı aklımda yok onlarda geldiler.

Hepsi Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerine bu yirmisekiz tane soruyu sordular.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri dediki yarın dedi size cevabını vereyim.

Yarın oldu bir haber yok, vahiy yok, Cebrail yok. İkinci gün geçti bir haber yok. Üçüncü gün geçti haber yok.

Günün sayısı on günü geçti. Müşriklerin, Ebu Cehilin, onun emsallerinin şaduman olması, gümrah olması haddini aştı.

Peygamberimizin mahzuniyeti, mahcup olması kendinin bendeleri o kadar düştülerki öyle bir hale geldiler.

Hülasa on dört gün oldu bir haber gelmedi. Fakat Peygamberimiz öyle bir hale geldi ki diyor ayet-i kerimede; Rabbim beni büsbütün bıraktı, Rabbim bana kırıldı, Rabbim beni terk etti, Rabbim bana kırıldı, unuttu.

Mekke'nin o gidip yüksek kayalarının üstünden kendini diyor atıp intihar edesi geldi. Öyle bir sıkıntıya düştü. Öyle sıkıntıya düştü ki müşrikler dediler; bunun haşa haşa yalan olduğu meydana çıktı. Rabbisi hani? Hani bana Cebrail geliyor diyordu. Rabbi kendine kırıldı, Rabbi kendini terk etti, bıraktı dediler.

 

On beşinci gün Cebrail aleyhisselam ayet-i kerime ile indi.

وَالضُّحٰىۙ ﴿﴾ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ﴿﴾ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ ﴿﴾ وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ  ﴿﴾ وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ﴿﴾ اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ ﴿﴾ وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ ﴿﴾ وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ ﴿﴾ فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿﴾ وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ﴿﴾ وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿﴾

Bu ayet-i kerimeyi indirdi. Ayet-i kerimenin baş tarafı;

وَالضُّحٰىۙ ﴿﴾ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ﴿﴾ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ ﴿﴾ وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ  ﴿﴾

Ya Muhammed, sen diyorsun ki Rabbim beni terk etti. Sen diyorsun ki Rabbim beni unuttu. Rabbim beni bıraktı diyorsun.Rabbin seni terketmedi ya Muhammed.

وَالضُّحٰىۙ

“Duha zamanına yemin ederim.” Gecenin karanlığını götürüp gündüzün aydınlık, güneşin en kuvvetli, ziyalı zamanı duha zamanı oluyor. Güneş değdikten iki saat sonra güneşin en tesirli, ziyalı, kuvvetliliği zaman ona duha diyor Cenâb-ı Hak. Duha vaktine yemin ederim ki Rabbin seni terk etmedi. 

وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ

“Gündüzün ziyasını giderip gecenin karanlığını getiren velleyli o geceye yemin ederim ki Rabbın seni terk etmedi.”

Senin bu işkence, bu ıztıraba, bu horluğa, zillete düşmen zahiren sana çok ağır geliyor ama

وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ

Bu durum senin için ahretine daha çok hayırlıdır.

Cebrail’e sordu vahiy gelince; Rabbim dedi bu kadar beni bu kâfirlere karşı böyle oldum, niçin bu kadar vahyin geç gelmesinin sebebi nedir deyince.

Cebrail aleyhisselam dedi ki ya Muhammed, o kâfirler sana bu soruları sorduklarında sen dedin ki yarın size haberini veririm. Orda inşaallah demeyi unuttun. Birinci sebebi buydu.

 İnşaallah deyin; bir yere vaad ederken, bir laf konuşurken inşaallah deyin. İnşaallahın manası Allah’ım müsaade ederse, Allah izin verirse demek oluyor yani. O işi yapamazsan şayet önünde böyle dersen vaadinde yalan çıkmamış olursun. Bize bir örnektir.

İkinci sebebide, ikincisi bu kâfirlerin arasında senin böyle bu horluk, ızdırap, işkenceye veyahutta zillete, horluğa düşmen senin için ahiretinde bu daha bundan hayırlıdır.

وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ﴿﴾

Yarın mahşer gününde Cenâb-ı Hak sana makam-ı Mahmud denilen bir makamı verecektir. Evvelin ve ahirinin bütün ümmetlerinin hepsine şefaat makamı, derecesi verilecektir. Artık ya Rabbi, Rabbim ben razı oldum diyene kadar sen şefaat yapacaksın.  Razı oldum diyene kadar.

اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ

Fakat senin yetimliğini başına kaktılar; bu yetimdir, bu Peygamber olmaz, bir Ebu Talib'in yetimidir. Buna sen müteessir oldun, müteessir olma.

Ben seni ana karnında yetim yapmam; baban ana karnındayken gidip, seni ana karnında muhafaza eden ben değil miyim seni? Ana karnından dünyaya geldin; dünyaya gelince kaç sene sonra anan vefat edip anasız babasız zahirde seni yetim koyup deden Abdulmuttalib’in yanına seni siyanet için onu sana ram kılan ben değil miyim ya Muhammed. Ebu Talib'in yanına seni ona şefkat, merhamet verip onu idaresi altında sana yardımcı kılan ben değilmiyim. Sen diyorsun ki Rabbim beni unuttu.

Ebu Cehil, anan seni Mekke'nin dışı yaylaya; yaylalardan Mekke'ye fakir kadınlar gelirdi yayla köylerden Mekke'nin yaylalarından. Fakir, emzikli kadınlar gelirlerdi. Mekke'nin içinden çocuk alırlardı emzirmeye. Orada havası sıcak olduğundan zenginler çocuklarını yayladan gelen kadınlara ücretiyle, parasıyla verirlerdi iki üç yaşına kadar. Orada onlar yetiştirirler, ondan sonra öyle gelirlerdi üç dört yaşına kadar.

Mekke'ye geldiler.

Mekke'ye gelirken o yayla köyünden gelirken Halime isminde bir kadın vardı kafilenin içinde; merkebi çok zayıftı.

O Halime, merkep zayıf olduğundan ne kadar sürdüyse kafileye ulaşamadı kendiyle gelenlere. Kendiyle gelen kafile önceden Mekke'ye girdiler, nerede zengin oğlan çocuğu, kız çocuğu varsa mesela emzirmek için hemen zenginleri onlar toparladılar.

Halime geldi en son merkep zayıf olduğundan; Mekke'nin içini gezdi hiçbir zengin yerde çocuk bulamadı. Tek yalnız Peygamberimiz kalmış sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem.

O'nunda anası yok, babası yok. O'nu kimse almadı kendinden önceki; arkasında bunun bahşişi az olur diye.

Zengin yere demah ediyorlar ki maddiyat bol olur diye. Fakirin bahşişide az olur diye kimse O'na kulak asmadı.

İşte Halime validemiz Peygamberimizin sütannesi geldi Peygamberimizi aldı. Peygamberimizi alıpta giderken tekrar Mekke'den, ya Halime bir şey bulabildin mi dediler.

Buldum dedi.

Kimi aldın dediler.

Muhammed'i aldım dedi.

Biz onu gördük senden önce almadık dediler.

Neden?

O'nun kimsesi yok O'nun bahşişi olmaz dediler.

Bana yeter dedi.

Merkep emin ol ki önceki şehre gelmeyen merkebin arkasından dönüşte hiçbir tanesi kavuşamadı.

Memlekete geldiler.

Memlekette gelince o bir koyunumuz vardı diyor Halime; kısır koyun diyor süte geldi. Öyle bol süt verdi ki tükenmez oldu.

Dağa koyunları, develeri yaylıma gidermiş. O günden itibaren diyor deve, koyunlarımızın sütleri kata kat yüz kat arttı böyle.

Bunu diyor anladılar. O benimle çocuk emzirmeye giden zengin yerden çocuk getirenler diyor bizim evdeki varidatın, sütün bolluğunu anladılar diyor. Onlar daha seçemediler. Dediler ki kendi çobanlarına, çocuklarına; siz, Halime'nin davarının, develerinin yayıldığı yere götürün. O tarafa gidin.

Onlar dışarı ottan biliyorlar diyor. Sonra sonra onlarda anladılar.

Onun bereketi vardığı yeri ihya etti böyle.

Orda birkaç yaşında köyün dışına gitmiş uzak bir yerde oynardı Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri. O anda Ebu Cehil karşı geldi kâfir. O denk geldi, tanıdı Abdulmuttalibin oğlunun oğlu olduğunu tanıdı. Kucağına aldı arkasına bindirdi devenin arkasına bindirdi Peygamberimizi.  Üç yaşında mı hilaf olmasın dört yaşındamıydı ne kadar yaptıysa deve yürümüyor; orda olmadı, arkasına razı olmadı Cenâb-ı Hak. Arka tarafından kucağına alınca deve yürüdü Peygamberimiz de sükût durdu.

وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ

Seni, dünyana ahretine en büyük düşmanının kucağında muhafaza eden O Rabbin değil mi ya Muhammed?

Sen diyorsun ki Rabbim beni unuttu, Rabbim beni terk etti. Rabbin seni bu kanallardan, bu yollardan muhafazayla geçiren O Rabbin değil mi?

Hiç kimsenin görmediği yerde, vadide, ıssız derede, Ebu Cehilin devesinin arkasına binmene rıza vermeyip kucağında seni böyle saygıyla getiren O Rabbin değil mi?

Senin günden güne ana rahminden beri hem muhafazan hem terakkin yükselmiyor mu? Bu halinden müteessir olma ki “arkadan gelecek hem dünya günlerin, hem ahret günlerin daha bundan hayırlıdır ya Muhammed.”

Mekke'den devenin üstünde yoldan sapıp gece azdığında Cebrail'e emir verip deveyi yularından tutup geri doğru istikametine getiren O Rabbin değil mi?

وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ

Deven dalalet yoluna sapıp, azdığı gittiği zamanda hiç kimsenin görmediği zamanda devenin yularından tutup yola getiren O Rabbin değil mi?

وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ

Mekkenin içinde senin fakirliğini başına kaktılar; fakirdir yetimdir.

Hatice'yi o kadar şahlar Yemen'den beri istediler. O kadar servet, güzelliği yerindeydi. Hiç kimseye boyun kesmedi. Hatice'nin malı ile madden manen seni zengin eden O Rabbin değil mi?

فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿﴾ وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ﴿﴾ وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿﴾

Fakat birde senin yetimliğini başına kaktılar. Ben seni yetim kılmakta ki gaye, maksadım ya Muhammed, seni ufak yaşından yetim olaraktan anasız, babsız, hocasız, okutmaksız böyle büyüttüm yetiştirdim ki; kendi elinin altında zamanındaki yetimlerin, fakirlerin halini iyi bilmen; bizzat sen yetimliğin içinde yetiştiğin için yetimlerin halini iyi bilmen için. Yoksa sana hakaret için değil. Sen de yetimlere güzel muamele et onlara kahretme”

وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ

Kapına gelen sailleride geriye dönderme.

Peygamberimiz Sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri için hazreti Osman radıyallahu Teâlâ anhu hazretleri, güzel böyle iri hurmalar seçti Peygamberimize sevinçle güzel meyveleri seçtiği hurmaları getirdi Peygamberimizin önüne koydu; buyur ya Resulallah.

Peygamberimiz hurmaya başlamadan kapı dövüldü.

Kimdir ya Osman kapıya bak dedi.

Hazreti Osman radıyallahu Teâlâ anhu kapıya baktı ki bir fakir.

Ne istiyorsun dedi.

Karnım aç diyor.

Gelip ya Resulallah, bir fakir sail, karnı aç deyince hurmaya hiç elini vurmadan diyor ki götür ver hepsini ya Osman.

Hazreti Osman radıyallahu Teâlâ anhu hazretleri hurmayı götürüyor, emir oldu fakat içinden biraz müteessir oluyor. Çok güzel seçmişti hurmaları ki; Resulallah yesin diye, ona nasip olmadı.

Hurmaları götürüyor saile veriyor.

Saile diyor ki; şimdi bu hurmalar senin oldu. Satarmısın hurmayı diyor.

Satarım diyor.

Sailden parasıyla geri satın alıyor.

İkinci sefer getiriyor.

Ne yaptın diyor.

Geri sattı diyor.

İkinci sefer kapıyı yine dövüyor.

Yine veriyor hurmayı olduğu gibi yemeden.

Hulasa, üç sefer böyle yapıyor. Her hurma gidip gelmesinde fakir hurmayı alıyor, geri parasıyla satıyor. Kapıdan da gitmiyor.

Dördüncü kapıyı çalmasında yine bakıyor ki fakir.

Ne istiyorsun?

Karnım aç.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri diyor ki; ey sail diyor, sen fakir misin yoksa ticaretçi misin diyor.

O zaman fakir müteessir olup gidiyor da,  işte bu ayet;

وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ

Kapına gelen sailleri yani onları müteessir gönderme. Bu kadar olduğu halde bak, bize bir ders, ibret yani.

Son ayeti;

وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

 “ya Muhammed, ufak yaşından bu ana kadar bu başından geçen sıkıntılara her türlü sıkıntılara müteessir olma. Bunlar sana verilen nübüvetin karşılığıdır. Evet, biraz meşakkat sıkıntılara sabır eyle. Rabbının Sana ilk sebavetinden beri ne ihsanlar nenimetler verdiğini ve düşmanlarından Seni muhafaza ettiğini madden manen ne nimetlere ne ihsanlara gark ettiğini daha da vereceklerini düşün söyle ferahlan”[3]

Ondan sonra Peygamberimiz Sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin kalbi rahat oluyor.

Bu yirmisekiz tane soruya cevap veriyor.

Eshab-ı Kehf'ten sordular, ruhtan sordular. Çeşitli böyle Tevrat'tan, İncil'den cevaplar, sorular çıkarttılardı. Hepsini birden cevaplandırdı.

Ruha gelince ruhtan sorun dedilerdi. Ruh ne nedir ya Muhammed dediler.

قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي

“Ruh Rabbimin bir emridir. Ruh şöyledir ruh böyledir, kimse ona vasıf sıfat ayıramaz.

Ruh Rabbimin bir emridir O'ndan gayrı kimse bunu bilemez.”[4]

Çünkü onlar dediler ki; eğer ruh şöyledir, ruh böyle diye ruhtan size tafsilat açarsa Peygamber değil.

Bu soruların hepsini cevaplandırınca bu sefer sahabeler böyle şevklendiler, seviniyorlar sevinç, sürur içinde.

Müşrik kâfirler daima o danışmendlerin gözüne bakıyorlar; her soruya yanlış desinler diye.

Hepsi tasdik ya Muhammed tasdik ya Muhammed, sonunda dediler ki; sen Peygambersin ya Muhammed. Biz seni tasdik ediyoruz. Bize kelime-i şahadet getirttir.

Ebu cehil, onun emsalleri rezil, malamat oldular. Biz sizi bunun için mi getirdik? Haşa! Siz de bunun şeyine cadılandınız diye onları tekzip ettiler.

O gelen ruhbanların hepsi orda Müslüman oldular.

Bu mevzumuzun başlangıcı yani kabız, basıt halinden Peygamberimizinde başından geçmiş ki; bazı kerre bak vahyin gelmediği zamanlar, hiçbir havadis alınmadığı zamanlar, sıkıntıya düştüğü zamanlar olmuş.

Bunlar bize bir numunedir.

Ehl-i derviş, ehl-i hal, bazı aşktan kesildiği zaman, bazı Cenâb-ı Hak kendini sınama yönlerinde başına ibtila, bela, musibet, meşakkat, varlık, yoklukla, hastalıkla denemeler yönünde umutsuzluğa düşmeyecek.

Başımıza geldi. Kadimi (daima) öyle kalmayacak. O zamanda Rabbine sarılması, müracatı, istiğfarı, ağlaması, sızlaması, daha çok olsun diye.

Allah götüremeyeceklerimizden esirgesin Cenâb-ı Hak.

Öteki bilinmesi zor olan biriside ilhamdır.

İnsan çalışa çalışa nefs-i emmareden nefs-i mülhimeye geçince dedik ilham kapısı açılır. Cenâb-ı Hak dilerse o zaman ilham eder.

Bilinmesi zor olan biride o ki; gelen ilham, Rabbani mi, şeytani mi?

Kalb dört kapılı. Kapısı açılmış üstü kapalı ama. İki, dost yönden gelen var, ikide düşmandan gelen var. Buraya gelen iyiyi kötüyü seçmek, kuvvetli imandan geliyor.

Kalbe her gelen ilham; dosttan mı, düşmandan mı? Şeytandan mı, nefisten mi? Melekten mi, Allah'tan mı?

Kalbe gelen ilham; hem nefisten geliyor, hem şeytandan geliyor, hem melekten geliyor, hem Allah'tan geliyor. Bilinmesi zor olanın birisi de bu.

İlhamda ancak işte mulhime makamına ulaşanlar diyor Cenâb-ı Hak dilerse dilediği zaman onlara ilham eder. İlham da uyku ile uyanıklık arasında dalgınlıkta kendi derunundan kendinin kalbinden kalbine söylenir. Şahıs görünmez, harf görünmez, mekân görünmez; kendinden kendine kısa açık olaraktan söylenir.

Eğer Cenâb-ı Hakk'tan gelen bir ilhamsa, melekten gelen bir ilhamsa o adamın menfeatinedir, iyiliğinedir.

Melekle Allah'tan gelen şeytanla nefisten geleni nasıl ayırt edeceğiz?

Şeriat bizim terazimiz. Şeriat kantardır. Şeriate bakacağız; kalbimize gelen ilham, ayete, şeriate, sünnete, uygun mu, uygun değil mi?

O fikir, o ilham şeriate, sünnete, ayete uygunsa Allah’tan, melekten. Uygun değilse bilki nefis ile şeytandan. Onun altında bilki bir bombası var onun.

Nefis ile şeytandan gelen birbirinden ayırt olur mu?

Olur.

Şeytanın ilhamı; şeytandan geldiği acele olur, durdurmaz. Acele;

اَلْعَجَلَةُ مِنَ الشَّيْطَانِ اَلصَّبْرُ مِنَ الرَّحْمٰنِ

“acele yapmak şeytandandır, sabır Rahman’dandır.”[5]

Yalnız nerde acele yapmak lazım?

Birincisi; namazın vakti geldi, hiçbir sohbet falan da yok, namazın süresini geçirmeden kılmak lazım.

İkinci; bir günah yaptın; elinle, dilinle Allah'a karşı bir suç yaptın, tehire bırakma, ikinci nefese bırakma ki, belki sevk pusulası gelir; mezara Allah'la aran kırgın olaraktan gitme. 

عَجِّـلُوا بِالصَّلٰوةِ قَبْلَ الْفَوْتِ وَعَجِّلُوا بِالتَّوْبـَةِ قَبْلَ الْمَوْتِ

“Acele yapın iki yerde. Namazınızın vakti geldi hiçbir mazuriyet yokken namazınızın vaktini fevt etmeyin, eda edinyerine acele olaraktan.

وَعَجِّلُوا بِالتَّوْبـَةِ قَبْلَ الْمَوْتِ

Acele yapın; kavlen, fiilen Allah'a karşı bir küstahlık yaptınız, bir hata yaptınız. Sevk pusulası, ölüm başınıza çökmeden derhal tövbe istiğfar edin yıkansın temiz olarak gidin.[6]

Birde oğlunuz, kızınız gelinlik çağa geldi; eğer ehlini bulabilirseniz onları durdurmayın. Gücünüz, kuvvetiniz varsa ehlini de buldunuzsa kızınızı durdurmayınız, oğlunuzu evlendiriniz. Bunlarda ihmallik yapmayınız.

Yeri bulmanın da en üstte gelen; din meselesi. Alacağın ve vereceğin noktalarda arayacağımız dindarlığı önde gelecek.

Ondan sonra kabilesinin temiz olması, kendinin temiz olması. Şahıs ondan sonra gelir yani endamı. Maddiyatta ondan sonra gelir.

En önde dindarlığı gelir. Dindarlığı varsa ötekilerinin hepsi kolaydır.

Dindarlık yok da mundarlık varsa ötekilerin hiçbirisini zapt edemezsin o mundarı.

Dindarlık varsa hangisiyle olsa geçim çıkarır o; oğlun, kızın. Allah mundarlarla karşılaştırmasın Cenâb-ı Hak.

Burdaki şimdi acele, işimizin sebebi ne idi?

Acele. İlham, şeytanla nefisten ayırt etmek; şeytanın ki nasıl olur, nefsin ilhamı nasıl olur? Burayı açmaktı mevzumuz.

Şeytandan gelen ilham acele olur.

اَلْعَجَلَةُ مِنَ الشَّيْطَانِ اَلصَّبْرُ مِنَ الرَّحْمٰنِ

“Bütün acelecilik şeytandan gelir. Bütün sakinlik, sükûnetlik Allah'tan gelir.”[7]

Her işinizde biraz sabırlı olun, çok acele yapmayın.

Şeytandan gelen ilham, çok acele olur bir. İkincisi de seni acele ettiği, sevk ettiği acele fiili ile oynatamadıysa filmi değiştiriverir, başka fikir kor. Onunla seni harekete geçirmezse acele bir filim daha kor.

Hem acele, hem değiştirilir.

Bu bil ki şeytan mel'unun filmi.

Nefsin ilhamı; arzusunu değişmez, şeytan değiştirir.

Nefsin ilhamı; nefis arzusunu kat'iyen bırakmaz. İçinde bir arzu ettiği hava, arzettiği, kalbe sürdüğü bir ilham fikrini elli sene olsa o arzusundan vazgeçmez.

Bir sabi çocuk bir şey ister, inat, ayağını yere vurur, yere çalar kendini, bilmem ne yapar almayınca vazgeçmez.

Nefis ilhamı böyle; ihtiyarda olsa, gençte olsa, zamanda geçse gene arzusunu terk etmez.

Eşrefoğlu Rumi hazretleri böyle bize vasıf buyuruyor:

Nefis öyledir ki yırtıcı canavara, kurda benzer. Zayıf oldu, ihtiyar oldu, hasta oldu, beli büküldü. Koyun, keçi sığır parçalamaya güç kuvvet kalmadı.

Asliyeti ney bunun?

Asliyeti kurt, fakat yırtıcı güç kuvvet kalmadı kendinde. Koşacak, hoplayacak harekette kalmadı. Bir kaya koltuğuna düştü yatıyor. Bu halde yerinden kalkmayada mecali yok. Bunun pençesine yakın yerden şöyle bir koyun geçse elini pençesini diyor kalkmaya mecalide yok pençesini uzatıverir.

Nefsin misali böyledir yani.

Onun için derle ki;

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

Yani, “her kim kendi nefsinin böyle ne biçim karakterde, ne biçim bir ahlakta olduğunu anlamaya başladıysa o kimse Allah'ıda anlar.”[8] Nefsinin kendine nasıl bir karakterde; düşmanlığını, huyunu, husunu bilmeyen kimse Rabbinide bilmez.

Şimdi nefsin ilhamıda anlaşıldı inşaallah, şeytanın ilhamı da anlaşıldı değil mi?

Biri kaldıydı bilinmesi zor olan. Mürşid-i kâmiller veysi mi, müntesip mi?

Mürşid-i kâmillerin hepsi bir değil mi diyeceğiz. Veysi neyin nesi, Müntesip neyin nesi? Hepsi de aynı şeyh değil mi, hepside aynı bunların bir evliya değil mi? Ayrı ayrı mı?

Ayrı ayrı.

Veysi olanlar bir asırda hadis-i şerif var.

إِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْاُمَّةِ عَلٰى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا د۪ينَهَا

Türkçe meali: “Her asırda her yüz senede diyor Peygamberimiz, Cenâb-ı Hak bir tane o asıra gönderir. Dini, şeriati cedidleyici; zayi olanları, kaybolmuşlarını, çürüyenleri, zayi olanları yeniden bulur. Dini, şeriati güzel cedidlerdüzeltir yenileştirir.”  Her asırda bir tane veyahutta birkaç tane nadiren gönderir bunlara veysi denilir.

 

Veysi denilen nedir? Müntesip denilen nedir?

Müntesip denilen; bir evliyullaha varır, Allah için teslim olur, intisap eder. O evliyanın zahiriyle batınıyla evliyanın kavliyle evliyanın haliyle ona benzemeye çalışır. Yemesinde, içmesinde, oturmasında, kalkmasında ona tabi olması lazım, uyması lazım.

Uymuyorsa o, onun müridi değil, kendi nefsinin havasının müridi olmuş olur.

Teslim olduğu bir evliyaya uymazsa, kendi kolayına yürürse, kendi nefsinin havasına yürümüş olursa kendi nefsinin müridi olmuş olur. Ondanda istifade edemez.

Onun haliyle ahlağıyla huyuyla edebiyle edeplenmesi lazım. Allah'ın inayeti, evliyanın himmeti, kendinin dürüst sa'i gayreti ile yetişir. Emmareden levvame, levvameden mülhime, mutmainneye ulaştımıydı. Mürşid-i kâmil makamına ulaşmış olur mutmainneye ulaştımıydı.

Allah cümlemizi mutmainneye ulaşanlardan etsin Cenâb-ı Hak.

Mutmainneye ulaştımıydı kalbi tamamen kanaat gelir, mutmain olur.

Yani Televizyon, radyo, teyp, onun bunun ağzından duyduk ama ne zaman kendi evimizde televizyonu kurarda radyo teypleride elimizle hareketiyle de sesiylede görürsek hah, o zaman kalbin kanaat yapar. Acaba,  şek, şüphe gider.

 Mutmainnenin misali bunun gibi yani.

Allah'a iman etmek ancak mutmainnede hıtam bulur. Allah cümlemize oraya ulaşmayı nasip etsin.

Anlaşıldı; evliyaullahta iki kısım oluyor. Birisi evliya-i kümmelin, birisi mürşid-i kâmilin.

Eyliyaullah çalışa çalışa hepsi mahf-ı fenaya geçer; fenaya geçer kendisi yok olur.

Fenaya geçip kendisi yok olmanın alameti nedir?

Bir damla süt, veyahutta suyu bir denize attın. O süt, su denize karışınca kendinde bir damla sudan, sütten eser kalmaz kendide denize karışır gider.

Vahdet-i vücuda dalanlar, mahf-i fenaya geçenler kendiliğinde bir şey göremez; nereyi görse Hakk'ın varlığından başka bir şey göremez. Mahf-ı fenaya geçmiş, benlik kalmamış, o bir damla sütün, suyun denize karıştığı gibi karışmış.

Ne zaman evliyaullah diyor böyle fenaya geçerse o zaman o fenaya geçen, mahfe geçen evliyayı bizzat Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri kendi huzura alır, yüksek evliyaların, sahabelerin, çariyari güzeyn efendilerimizin huzurunda onun amel defterini küçük yaşından o ana kadar bizzat amel defterini Peygamberimiz kontrolden geçirir diyor.

Çocuğun ilkokuldan son devreye; onun gelişine, gidişine not koydukları gibi. Ahlak-ı hamidiyesi nasıl, idaresi nasıl, sabrı nasıl, sadakatı nasıl, sehaveti nasıl, hepsini sesine varana kadar diyor kontrolden geçirir.

Eğer bu evliya, mürşid-i kâmilliğe kabiliyetli ise onu o mahf-ı fenadan diyor ayıklığa çıkarır, onu kendisine halife tayin eder. Kulları, ümmetini Hakk'a davet, ikaz, irşad etmeye memuriyet.

Fakat o kabiliyet yoksa halkın arasında, idaresinde, sabır sadakatinde, tahammül güçlerinde o yoksa bu yerinde kalsın evliya-i kümmelin olsun. Evliya-i kümmelin olur kendi bir ıssız yere çekilir daima ıssız yerlerden zevk alır, mahf-ı fenaya dalmış, kalmış nereye baksa Hakk'ın vücudundan başka bir şey göremez,  vücut bir der oda Hakk'ın vücudu der.

Hepsine baktığı zamanda Hakk'tan başka bir şey göremez. O evliya-i kümmelin, öteki mürşid-i kâmilin.

Muharrem'in sorduğu yapılması zor olan dedi. Yapılması zor olan; birisi öfke, gazap zamanında, gazaba, öfkeye geldiği zaman öfkesini yenmektir zor olan. Haklı davanda davandan vazgeçmektir.

Birde fakir ve zenginlikte rahatlık ve sefillik, perişanlık halinde aynı kararını bozmamak, bunlar zordur.

Öfke zamanında;  mel'un şeytan, yeryüzüne atıldığında Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri kendisine kıyamate kadar ömürde vaad ettiğinde dedi ya Rabbi, birkaç hacetim var. Ahrette ebedi saadetlerimden umudu kestim, gitti. Bu dünyada bana ömür verdin kıyamete kadar, birkaç dileğim, isteğim var senden.

Ne istiyorsun ya mel'un dedi.

Ya Rabbi, bana yorulduğum zaman bazı kere binecek bir hayvan ver.

Ya mel'un benim kullarıma emir buyurduğum namazı terk edenler, namazı bırakanlar senin binek hayvanın olsun.

Onların sırtlarına biner şeytan. Artık şeytanın havasında oynuyor. Kendi genç devrinde ömrünün nasıl gelip nereye harcettiği her günkü mazot, benzin nereye, hangi yolda harcettiğinden haberi yok. Şeytan sırtına binmiş.

وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ

“Allah'ın namazından, zikrinden kendilerini alıkoymuş,”[9] şeytanın bineği olmuş.

Tekrar duruyor mel'un gene istiyor bir şey. Diyor, bir hacetim daha var ya Rabbi.

Ne istiyorsun ya mel'un?

Ya Rabbi diyor, bazı mahzun, müteessirli zamanlarımda beni ferahlandırıcı, gönlüme sürur verici, ferahlandırıcı beni zevklendirici bir maskara ver.

Maskara adamlar; güldürürler, adamı zevklendirirler. Hiç gülesi yoksa bakarsın ki adama maskaralık yaptımı güldürür karşıyı.

Böyle beni diyor böyle zevklendirici bir maskara ver bana.

Ya mel'un gazap, öfke zamanında öfkeye, gazaba geldi, o anda beni ve korkumu kalbinden atıp o anda gazap, öfkesini yenemeyip gazap, öfkesi neye ise onun üzerine harekete geçenler senin maskaran olsun.

O anda akıl gidiyor. O bir anda şeytan belki yüz senede yaptıramadığını yaptırır bir anda; bozdurduğunu yani. Bir anda o öfkesinde kocaman apartmana on tane bidon benzin döküp yakmaya benzer.

Demekki en hoşlandığı zaman o zaman oluyor? O zevkleniyor, çünkü başka zaman onu harekete geçiremez.

Ağzını tutsan o gadaba gelenin ağzını tutsan tekmeyle vurur,  ayağını tutsan dişiyle ısırır. Deli gibi olur, akıl gitti. Allah korkusu kalbinden gitti.

Haddini geçmemeli.

Evet, öfke olur ama haddini geçmemeli.

Karşındakini sen o suçundan dolayı o kadar şiddetle cezalandırmaya azmettin; deynekle, elinle, küfürle azmettin.

Ya seninde Rabbimize karşı bizide o böyle suçumuzu muhasebeye çekecek olursa; ey nefis, sen neden kurtulursun?

Madem senin eliyin altında bir suçluya sen bu kadar muhasebeye çektin, azmini yürütüyorsun. Ya senin Rabbine karşı hiç suçun yok mu?

O da hüve hüvesiyle seni böyle karşılarsa ne olacak halin diye ilerisine gitmemeli.

Yalnız gazap bir yerde var. Ne için o da? 

Dine, İslamiyet'e zarar verici bir yerde sabır edemez o, Hakk'ı müdafa eder. Yoksa kendi nefsine hoş gelmemiş, nefsine dokunmuşlar, nefsine ait olan bir işlerde sabır etmek lazım.

Şimdi orda bu zorlukların içinde, birde zengin ve fakirlikte kararını bozmamaktır, bu da iman kuvvetine mahsus.

İman kuvvetli ise Allah'a, o zenginlik kendine dokanmaz. İman kuvvetli ise o hastalık kendine şikâyet ettirmez. İman kuvvetli ise o zenginlik kendinin kalbini Hakk'tan alı koymaz.

İman zayıflamaya meyyal oldukça bakar ki içeri şiştikçe dışarıda şişmeye başlar. Burnunu kaldırır, kibiri, gururu artar. Bilki o zenginlik ona maraz oluyor.

Zenginliğin en hayırlısı; zenginlik geldikçe gönlünü indirir; fukaraya karşı, ıhvana karşı, dinsize değil. Gönlünü indirir, Allah'tan korkar, elide sekhavete açılır. Hah, bilki Allah'ın en razı olduğu zenginlik o.

Zenginlik geldikçe cömertlik kısalıyorsa, cömertlik kısalıp el sıkılıyorsa, birde kibiri, gururu, iftiharı ona buna çalım satması, böyle kendinde bir varlığına dayanç haller gün be günde bu kokularda kendinde görünüyorsa emin ol ki zenginlik maraz oluyor ona, maraz oluyor.

Allah öyle eylemesin. Hayırlı zenginliği versin ki; o kibir, gururdan da bizi muhafaza etsin, cimrilikten de muhafaza etsin.

Burada ahlak-ı hamidiyeyide inşaallah Cenâb-ı Hak müsade ederse söyleyelimde. Bu ahlak-ı hamidiyede bunlara aynı uygun gelir. Peygamberimize söylediler sahabeler sordular.

Peygamberimiz buyurdu ki sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem:

اِنَّ الرَّجُلَ لَيَنْطَلِقُ اِلَى الْمَسْجِدِ فَيُصَلِّى وَصَلَاتُهُ لَا تَعْدِلُ عِنْدَ اللّٰهِ جَنَاحُ بَعُوضَةٍ وَ اِنَّ الرَّجُلَ لِيَأْتِي الْمَسْجِدَ فَيُصَلِّى وَصَلَاتُهُ تَعْدِلُ جَبَلَ اُحُدٍ اِذَا كَانَ اَحْسَنَهُمَا عَقْلًا ق۪يلَ وَ كَيْفَ يَكُونُ اَحْسَنَهُمَا عَقْلًا قَالَ اَوْرَعُهُمَا عَنْ مَحَارِمِ اللّٰهِ وَاَحْرَصُهُمَا عَلَى اَسْبَابِ الْخَيْرِ وَ اِنْ كَانَ دُونَهُمَا فِى الْعَمَلِ وَالتَّطَوُّعِ 

“Bir adam varki camiye gelir, namaz kılar iki rekât gider. Bunun kıldığı namaz Allah indinde sinek kanadı kadar kıymet değeri yoktur. Bir adamda varki, gelir camiye iki rekât namaz kılar gider. Bunun kıldığı iki rekât namaz Allah indinde Uhud dağı kadar kıymet değeri var.

Dediler ya Rasulallah, neden ötekinin namazı sinek kanadı kadar kıymet değeri olmuyorda bu Uhud dağı kadar oluyor?

Dedi ki; aklının güzelleği ile imanının kuvvetinden ileri geliyor. Aklı ile imanı kuvvetli olanın namazı Uhud dağı kadar kıymetli olur.

Dediler ya Rasullah, zahirde ikiside namaz kılıyor. Hangisinin aklı güzel, kuvvetli, imanı kuvvetli, nesinden bilelim dediler?

Hangisinin aklı, imanı kuvvet bulmuş ise ahlakıda güzelleşmiş, Allah’ın nehy ettiği haramdan sakınır emrettiği hayır işlere sarılır”[10] Kimin ahlakı güzelleşmişse dini güzelleşmiş. Kimin ahlakı bozuğa gidiyorsa dini bozuğa gidiyor.

يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا الدّ۪ينُ

Din nedir ya Rasulallah dediler.

قَالَ حُسْنُ الْخُلْق

Din hüsnü hulk dedi. Hüsnü hulk nedir? Güzel ahlaktır.”[11]

Kimin ahlakı güzel, dini güzel, kimin ahlakı bozuk dini bozuktur. Kimde hiç güzel ahlak yok dini hiç yok.

Allah muhafaza buyursun.

Çünkü din, ahlak üzerine kurulmuş. Ahlak olmazsa binayı neyin üstünde durduracaksın, temelsiz durur mu? Temel yok.

 


[1] Enfal suresi 8/48

[2] İsra suresi 17/85

[3] Duha Suresi 93/1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11

[4] İsra Suresi 17/85

[5] Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi’n-Nebiyyi’r-Rahman s.88/544 (Osmanlıca baskı). Ramuze’l-Ehadis c.1.s.197/7. Müsnedü'l-Haris c.2.s.828/868 (Medine-i Münevvere). Tabarani, el-Mu'cemü'l-Kebir c.6.s.122/5702 (Kahire). Beyhaki, Şuabu'l-İman c.6.s.211/4058. Heysemi, Mecmau'z-Zevaid c.8.s.19/12652 (Kahire). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'süri'l-Hıtab c.2.s.78/2440 (Beyrut). 

[6] Müzekki’n-Nüfus s.276 (Osmanlıca baskı). Münavi, Feyzü’l-Kadir c.5.s.51 (Mısır)

[7] Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi’n-Nebiyyi’r-Rahman s.88/544 (Osmanlıca baskı). Ramuze’l-Ehadis c.1.s.197/7. Müsnedü'l-Haris c.2.s.828/868 (Medine-i Münevvere). Tabarani, el-Mu'cemü'l-Kebir c.6.s.122/5702 (Kahire). Beyhaki, Şuabu'l-İman c.6.s.211/4058. Heysemi, Mecmau'z-Zevaid c.8.s.19/12652 (Kahire). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'süri'l-Hıtab c.2.s.78/2440 (Beyrut). 

[8] Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi’n-Nebiyyi’r-Rahman s.88/544 (Osmanlıca baskı). Ramuze’l-Ehadis c.1.s.197/7. Müsnedü'l-Haris c.2.s.828/868 (Medine-i Münevvere). Tabarani, el-Mu'cemü'l-Kebir c.6.s.122/5702 (Kahire). Beyhaki, Şuabu'l-İman c.6.s.211/4058. Heysemi, Mecmau'z-Zevaid c.8.s.19/12652 (Kahire). Deylemi, el-Firdevsü bi Me'süri'l-Hıtab c.2.s.78/2440 (Beyrut). 

[9] Maide Suresi 5/91

[10] Ramuze'l-Ehadis c.1.s.99/6 Levamiu'l-Ukul c.1.s.646-647

[11] İmamı Gazali İhya-i ulumi’d-din c.3.s.43 (Mısır)

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>