HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 28 ( ÜÇ BÜYÜK HİDAYET) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 28

28. Sohbet: ÜÇ BÜYÜK HİDAYET

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:

(24.06.1980 Osmaniye)

 

Burda ki konuşmak istediğimiz mevzu Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri inşaallah izin verirse Cenâb-ı Hakk'ın kulların üzerine yardım ve hidayetlerinden bahsetmek istiyorduk. Yine ordan başlayalım inşaallah.

Cenâb-ı Hakk'ın kulların üzerine hidayet yardımları çok. Fakat önde gelen üç büyük hidayetleri:

Birisi iman hidayeti; büyük bir nimet, Allah'a karşı iman etmek Allah'ın yardımı birincisi iman hidayetidir.

İkincisi amel-i salih hidayeti; Cenâb-ı Hakk'ın yardımları ki imanla beraber ihlaslı amel yapmakta Allah'ın bir büyük lütfu, yardımıdır.       

Üçüncü; daha büyük hidayetlerinden en büyük hidayetide imanla amelden sonra kula kendi hatasını göstertmesi.

Cenâb-ı Hak eğer bir kuldan hoşlanmış ise, bir kulunu seviyorsa onun daima kendi hatasını, kendi suçunu, ayıp ve noksanlarını o kula bildirir.

Bilsin ki o kul, Cenâb-ı Hak kendini sevmiş.

Sevdiği kula muhakkak daima hatasını, noksan, kusurlarını gösterir ki serbest olmasın, iftihara düşmesin.

Bir sanaatkar mesela anlaşması için misalde hata olmaz inşallah; bir sanaatkar ustası, hangi sanaat ustası olursa olsun elinin altındaki çıraklar; o çırakların hangisini daha iyi tutunursa, hangisini daha iyi severse, o ham kalmasın diye şımarmasın diye yüz vermez ve daima ufak tefek hatasına göz yummaz gösterir. Arasırada duluğuna dürtmesi olur.

Sevmediğinden değil, pişkin olsun, sanaatında bir hamlık kalmasın, sanaatı iyi kavrasın, pişkin olsun diye.

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleride sevdiği kulların başına iptila vermesi, sıkıntı vermesi, gerekse rü'ya âleminde bazen böyle sıkıcım bir korkuyla karşılaşması, buna benzeyen hulasa o kul, şımargan olmasın, iftihara düşmesin, serbest, kaygısız, emniyete düşmesin. Daima beni unutmasın, kendi ayıp ve noksanlarını bilsin ki daima Allah'a karşı o kendini suçlu, mahçup bilsin.

Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani kaddesesırrehu hazretleride buyuruyor ki, bir kimse baktınız ki kendinde mahzunluk görüyorsunuz; söngünlük var, mahzunluk var, mahçubiyetlik var bilin ki o kimsede ünsiyet kokusu var.

Yani Rabb’ısına yakîn hâsıl etmiş, ülfet, muhabbet, ünsiyet kokusu var o kimsede.

Bir kimsede eğer serbestlik, kaygısız, iftihar, mağrurluk, eminlik varsa, ferahlık varsa ünsiyet değilde cahillik kokusu var o kimsede diyor.

Bunun için yine tekrar bu mevzuya karşı olaraktan Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri mi’raca çıktığında Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleriyle bir rivayete karşı doksan bin kelam konuştu diyor.

O kelamlar esnasında bir tanesi:

Ya Muhammed, kullarıma haber ver, kullarıma emreyle, beni memnun etsinler bir kaç şeylerle.

Birincisi; yine bu oluyor. Kullarıma diyor haber ver, emreyle beni memnun etsinler, daima kalblerinde nadimlik, pişmanlıkla, müteessirlikle, mahzunlukla beni memnun etsinler.

Bir insan nasıl nadim olur? Nasıl pişman olur? Nasıl müteessir olur?

Kendine verilen bir vazife; büyüğü, babası, ustası kendine bir vazife verdi yapılması için. Yapacağı vazifeyide yapamadı, heder etti. Noksana düşürdü, hatalı yaptı, o zaman o çırak, büyüğüne karşı, evlat, babasına karşı müteessir olur mu, olmaz mı?

Olur.

Yapacağı vazifeyi çünkü yapamadı, noksan yaptı, hatalı yaptı.

Bizde Cenâb-ı Hakk'a karşı O'nun verdiği sayısız nimetler; vücut nimeti, iman nimeti, amel nimeti, ibadet, aşk, muhabbet, fuyuzat-ı ilahi, rahmet-i ilahi, evlat, mal, dünya nimetleri, ahret nimetleri, vücutta ki olan göz, kulak, dil, zekâ, akıl, iman sayısız böyle nimetleri var.

Biz Rabb’ımıza karşı o büyük Rabb’ımıza, bizi halk eden Halık'ımıza karşı gece gündüz bir nefeside boşa vermeden devamlı O'na ibadette bulunsak yine O'nun layığınca, hakkıyla iş yapamayız. Yine devamlı kusur hata içindeyiz.

Çünkü nefis var, şeytan var, dünya var. Bunların hangisinin içinden kalbimizi tamamen temizleyipte kendinden başka oraya fikir almamak, sevgi almamak kolay mı?

Devamlı O'na karşı biz hata içinde, kusur içinde olduğumuz için “kullarıma haber ver kalblerinde nadimlik, pişmanlıkla beni memnun etsinler” buyuruyor.

Büluğa ulaştığımız zamandan beri bu ana kadar yaşadığımız günlerin çok kısmını dünya, nefis, şeytan çekmekte değil mi?

Bütün fikirlerimiz, zikirlerimizin meşkuliyet ve zamanlarımızın çoğu dünyavi, nefsani, şehvani, hevai taraflarına akmaktadır.

Bunun için insanda müteessirlik olacak ki ne kadarda yapsa gene yapamadım ya Rabbi, sana karşı benim yüzüm kara. Sana karşı hiçbir layığınca halım yok. Kavlimde, fiilimde kusurum çok, kusurumun nihayeti yok. Sen büyük Rabb’ımın rahmetine sığınmadan başka bir halım yoktur diye daima hata ve kusur, suçlarını göz önüne tutaraktan pişmanlık; her günkü kıymetli zaman, saatlerini beyhude yere kaçırdıklarından dolayı Allah'a karşı layığıyla bir halda, amelde, kemalde bulunamadığından dolayı müteessirlik olması lazım geliyor.

Nasıl bir avcı dağa çıkar; cephane işte bir torba mermisiyle çıkar av avlamak için. Attığı merminin hepsi ava tesadüf etmezse, hepsi boşa giderse müteessir olaraktan dönmez mi bu dönüşte?

O kadar silah, cephane, atılan mermi tesadüf etmiyor, hedefe değmiyor, boşa gidiyor. Dönüşte mermi biter müteessirlikle döner.

Bizimde kıymetli saatlerimiz, kıymetli gençlik devirlerimiz, gece ve gündüzde bize irade-i cüz’iye direksiyonu elimizde olduğu halde hep nefeslerimiz, içimizdeki fikirlerimiz tam Cenâb-ı Hakk'ın rıza hedefini tutturup vuramıyoruz. Muhakkak hedefi tutturamadığımızdan çok kısmı boşa gitmektedir.

Bunun için kalbte müteessirlik şart geliyor.

Devamlı, gece gündüz ya Rabbi, sana layığınca hiçbir hareketim yok, hiçbir halım yok. Ne kadarda yapsam yıktığım çok diye kalbte müteessirlik, pişmanlık, nadimlikle beni memnun etsinler.

Benim için ıssızlarda daima gözyaşı döksünler. Ve daima pişmanlıkla istiğfar çeksinler. Ve kendilere vermiş olduğum vücutta ki olan bütün azalarla beni zikretsinler, bana ibadet etsinler.

İkinci kelam esnasında da böyle buyuruyor ki ya Muhammed, kullarıma haber ver beni memnun etsinler.

إِطْعَامُ الطَّعَامِ، وَل۪ينُ الْكَلٰامِ، وَالصَّلَاةُ بِاللَّيْلِ وَالنَّاسُ نِيَامٌ

Ya Muhammed, kullarıma haber ver,

إِطْعَامُ الطَّعَامِ

Yani, nas'a hasbeten lillah güçlerinin miktarı yemek yedirsinler benim rızamı tahsil etmek için.

وَل۪ينُ الْكَلٰامِ،

Kullarımı ikaz irşad olmaları için dünyasına ahretlerine yararlı güzel kelam konuşsunlar onlarla konuşurken.

وَالصَّلَاةُ بِاللَّيْلِ وَالنَّاسُ نِيَامٌ

Nas uykuda iken kalksınlar benim için namaz kılsınlar.”[1]

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;

إِنْتَهَى الْإِيمَانُ إِلَى الْوَرَعِ

imanın en afdalı vera'dır. İmanda ancak vera'da hitam bulur”[2] diyor.

Vera' da; bir belli haram var, birde belli helal var. Vera' ehli, bunun ikisinin ortasında şüphelilerden sakınan kimseler. Haram olduğu belli değil amma şüpheli. Yemesinde, konuşmasında, fikrinde, zikrinde şüphelilerden sakıncalı olan kimse bu vera' ehli dir, imanın en yükseği bu.

Demek ki bir insan yemesinde, içmesinde, yatma, kalkma her durumlarında şer'i şerif dairesinin dışına çıkmayaraktan ve şüphelilerden sakınması lazım geliyor.

 

Şeriatle Amel, Tarikatle Amel ve Azm ile Amel

Birde bundan başka amele gelince amelde bir kısım olmuyor.

Amel; bir şeriatle amel var, birde tarikatle amel var, birde azm ile amel var.

Şeriatle amel; şer'an neyi ruhsat vermişse şeriatın ruhsat verdiğinin haricine çıkmaz, şer'an mübah olanların fetvaca onları yapar.

Takvayla amelde olanlar, tarikatta sülukta yürüyenler, Allah'a daha yakın hâsıl etmek isteyenler, takvayla amelde olmaları lazım gelir.

Şeriat, sekiz saat yatmayı müsaade etmiş amma o sekiz saattende kısaltması lazım Allah'la dostluk kurması için.

Şeriat, bir cemaatte böyle oturup yalan katmadan kelam konuşmaya müsaade etmiş. Bu malayanidende sakınması lazım, dünyasına, ahretine yararlı olmayandan da sükût durması lazım.

Azm ile amelde olanlar tarikatten daha ileri Allah'a yakın hâsıl eden kimseler. Onlar ruhsatıda terketmesi lazım.

Şeriat ruhsat vermiş, yapmasında günah, hata yok amma azm ile amelde olanlar ruhsatıda terketmesi lazım.

Ruhsat verilmiş sekiz saat yatmaya, istirahatine, bunlarıda o terkeder.

Şer'an zaruriyet karşısında tüm takım ağzına diş takılmaya şeriat müsaade ediyor. Azm ile amelde olanlar onuda bırakmışlar.

Ruhsatı terk dediği odur.

Ruhsat verilmiş yapmasına amma kendi terakkisine mani olmamak için ruhsatıda bırakması lazım geliyor.

Ruhsat verileni terketmiş Allah yolunda. Fedai olaraktan uykusunu kesmiş, başka sairlerini kesmiş, daha fedai olaraktan ruhsatı terketmiş. Bunlar içi içine böyle gider amel, ibadet.

 

Avam-ı Nasın Tevbesi, Ehl-i Tarikın Tevbesi ve Hassu’l-Hasın Tevbesi

Mesela tövbe, daima bana istiğfar edip tövbe etsinler diyor Cenâb-ı Hak.

Tövbe; avam-ı nasın tövbesi bir çeşit, ehl-i tarikın tövbesi bir çeşit, hasu'l-hasların tövbesi bir çeşit.

Avam-ı nas demek; şer'i şerifin ölçüsünü bilmez, anlamaz. Yalınız bir kuru imanı var dilinde. Anasından babasından işittiği kadar bir kuru iman var dilinde. Şeriatın, tarikatın ölçülerini bilmez, tanımaz. Böyle bir kimse avam-ı nas, bilerekten bir hata günah yaptımıydı bu tövbe etmesi lazım gelir, tövbe eder.

Bundan ileri ehl-i tarik olup takva yönünde yürüyenler, haslar, eliyle diliyle bir günah yapmaz amma onların tövbe etmeside kalbleri Allah'ın nazargah evi olduğunu hissettiklerinden kalbleri Allah'ın zikrinden, fikrinden kalbin gafil bulunduğundan mahçup olup istiğfar, tövbe etmesi lazım gelir.

Kalbini Allah'ın zikrinden, Allah'tan kalbin gafil bulunduğundan müteessir olup, tövbe etmesi lazım gelir.

Hassu'l-haslar eliyle diliyle bir hata yapmaz. Kalbide diyor Allah'tan, Allah'ın zikrinden gafil bulunmasada dünya muhabbetinin kalbine gelmesinden tövbe ederler.

Onlarda dünya muhabbetinin kalbine gelmesinden sakıncalı olur, istiğfar eder Allah'ına karşı aman ya Rabbi der.

Tövbe böyle kısım kısım ayrılıyor.

Edep. Edebede gelelim. Edep şimdi tarikatın önünde gelir. Ehl-i tarika edep şart, önde gelen.

 

Bu edep bir tac-ı devlettir nur-u Hüda'dan

Kim giyerse anı emin olur her türlü beladan.

 

Edep; bir zahir edebi var, birde batın edebi var kulun Allah'a karşı bir zahiren dış kısmı. Bütün meyvaların, bütün ağaçların, sebzelerin hepsinin dışı var, iç yüzü var. Dış kısmı var, iç kısmı var.

İnsanlarda böyle.

Dış var, iç var. Hem dışımızın Allah'a karşı edebi lazım, hem için edebi lazım.

Dış kısmın ehl-i iman, ehl-i takvanın dış kısmının edebi; kavli, fiili, şer'i şerif dairesinin içinde yürümesi, emir ve nehiylere yani Allahu Teâla hazretlerinin ve Peygamberimizin bizlere neyi emir ettilerse emre itaat, neden nehyettilerse nehyettiklerinin hepsinden içtinap, kaçmak.

İkinci, abdestli gezmeye, abdestli yatmaya, abdestli durmaya devam.

Üçüncü, Allah kelamından başka konuşukları az konuşmak, çok zaman sükûtla geçirmek.

Bunlar dış kısmın edebi oluyor.

Birde kalben Allah'a karşı batın edebi daha bundan zor diyor. Batın edebide bundan daha zor ki; havatur-u ağyardan kalbi muhafaza etmek. Havatur-u ağyardan kalbi muhafaza etmek, muhafazaya çalışmak.

Buda Allah’a karşı takva ehlinin batın edebi. Çünkü kalbte doğuşlar eksik değil. Havatur-u ağyar Hakk'tan başka doğuşlardan kalbi muhafaza etmek.

Çünkü bir ceset hastası var, birde Hak hastası var. Allah hastası olur mu diyeceğiz?

Evet.

 

Hani bir aşk ehli kardaş

Hani bir dert ehli yoldaş

Hani bağrı başlı, gözü yaşlı

Hani bir dostunu arar yoldaş

 

Hastaya sorarsın pilav getireyim mi?

Yok.

Su vereyim mi?

Yok.

Onun bir tek bir arzusu var, kendine şifa olan. Onu verirsen onu yer.

Ehl-i takva olanda havatur-u ağyar, nefsani, şehvani, dünyavi, şeytani, havayı arzu tekliflerini reddecek kalbinde.

İlle Allah.

اِلٰهِ اَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي

İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi.

Senden başka benim arzum maksatım yok; yeter senin bir zerre aşkın bana kâfi gelir.

 

Hani bir aşk ehli kardaş

Hani bir dert ehli yoldaş

Hani bağrı başlı gözü yaşlı

Hani bir dostunu arar yoldaş

 

İşte batın edebide o ki, kurbiyet davasında olanlar, havatur-u ağyar ki nefsani, şeytani, şehvani, dünyavi, havayı arzu, muhabbet tekliflerini kalbten reddetmeye devam edecek.

Çünkü Beyazıdı Bestami hazretlerine sordular, sen bu ihlasa nasıl kavuştun?

Otuz sene kalb kapımda nöbetçilik yaptım. Hakk'tan başka geleni geri döndermek şartıyla otuz sene sonra ihlasa kavuştum diyor.

Peygamberimiz sallallahu Teâla aleyhi vesellem hazretlerine Cebrail aleyhisselam geldiğinde ihsandan sordu.

İhsan nedir ya Resulallah? İhsandan bana haber ver.

Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki Cebrail aleyhisselama ihsan o ki;

اَلْاِحْسَانُ اَنْ تَعْبُدَ اللّٰهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَاِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَاِنَّهُ يَرَاكَ

“bir kul her an, ibadetinde; zikrinde, fikrinde, namazında her an kalabalık ve ıssızlarda her yerde yaptığı her amellerini, konuşmalarını kalben bizzat Allah beni göreduruyor. Allah benim kalbimin zammırındakini (kalbin deruninde kimseye açmadıklarımı) bileduruyor. Kelamımı duyuyor, görüyor semi’, basır. Ben her ne kadar göremiyorsam o beni göreduruyordiye bu kalbe sahip olmuşsa kavlinde, fiilinde de bu kendinin üstünde mevcutsa, ihsan budur”[3] diyor.

Allah cümlemize onu nasip müyesser etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.

İhsan.

Demek ehl-i tarika karşı çok ölçüler lazım.

Bir zaman gelir ki diyor Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri Günyetü’t-Talibin kitabında Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani kaddese sırrehu hazretlerinin kendi eliyle tasnif ettiği yazdığı kitapta “bid'atçılar zuhur eder diyor Peygamberimiz çok bidatçiler zuhur eder. Ehl-i bid'atle sohbet yapmayınız. Ehl-i bid'atin cemaatinde oturmayınız. Ehl-i bid'atı her kim onun kalbini ferahlandırıcı, kalbine sürur verici, şenlendirici, gönlünü okşayıcı kelamlarla onu taltiflerse Allahu Teâlâ hazretlerinin gazab-ı ilahiyesi onun üzerine olsun” diyor.

“Ehl-i bid'at kimsenin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor Peygamberimiz, farzlarını, nafilelerini, haccını kabul etmez diyor ehl-i bid'at kimselerin.”

Ehl-i bid'at kimselerden kaçın, dört ayaklı canavarlardan kaçtığınız gibi. Dört ayaklı canavarlar sizi yakalarsa cesatınızı parçalar, imanınıza bir şey olmaz. İki ayaklı ehl-i bid'atçı canavarları yakalarsa imanınızı baltalar sizin.

Bir bid'at gelirse bir sünneti imha eder gider. Bir sünnet gelirse bir bid'atı imha eder gider.

Sünnet, bid'atın zıddı, bid'at sünnetin zıddı. Buna dikkat etmemiz lazım.

Ehl-i bid'atçıların daha büyük nişanları; bid'at demek, anlayacağımız şekilde Peygamberimiz kendisi yapmamış, kullanmamış.

Sünnet denilen Peygamberimizin kavlinden, fiiliyle, kavliyle, ameliyle yapmış olduğu ve kendinden sonra halife-i raşidinden görünen eserler bize sünnet-i seniyedir.

Allah bizi O'nun sünnetinden, şeriatından ayırmasın.

Bid'at; Peygamberimiz kendisi yapmamış. Bid'at, çok okumuş olanların, hatta tarikatın ön safında halifelik iddiası edenlerin ağzında bugün sigara savruluyor. Tütün, bid'atın başta en büyük bid'atların içinde.

Daha başka bid'at ehline bakarsan ehl-i sünneti görünce bid'atçılar; namazda kılarlar, haccada gitmiş ilmide var, ehl-i sünneti görünce ehl-i sünnet; Peygamberimizin ve Halife-i Raşidinin eserlerinden gelenleri takip etmekte. Onlara istihza ederler, gülerler, alay ederler.

İşte bid'atçıların nişanları budur. Hakkıyla ehl-i takvayı, ehl-i sünneti görünce alay, istihza ederler, gülerler onlara.

İşte bu gibi bid'atçılarla oturmayı, sohbet yapmayı, yemek yemeyi hatta bu gibi bid'atçılar ölürse namazına gitmeyiniz diyor Peygamberimiz.

Gunyetü’t-Talibin kitabında şiddetle reddediyor.

Hasta olsa hatırını sormayınız. Ölürse Müslüman mezarına koymayınız diyor.

Bu gibi itirazcı, bid'atçı olanların şerrinden ümmet-i Muhammedi Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun.

 


[1] Sünen-ü Tirmizi, c.5.s.368/3235 (Beyrut). Tabarani, El-Mu’cemu'l-Kebir c.20.s.141/290 (Musul).

[2] Süneni Darakutni, Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya C.9 S.249 (Beyrut) Abdullah Bin Musa El Beyhaki Kitabu’z-Zühdü-l-Kebir C: 2 S:311/ 826 (Beyrut), Deylemi El Firdevsü bi Me’suru-l-Hıtab C:1 S:417/1691 (Beyrut)

[3] Ahmed bin İshak el-İsfehâni, el-Müstahricu âlâ sahihil-imamı Müslim, c.1, s. 100/74 (Beyrut).

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>