HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 31 (PİRİMİZ ŞEYH ABDULKADİR GEYLANİ EFENDİMİZİN VE USTADIMIZ MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 31 |
31. Sohbet: PİRİMİZ ŞEYH ABDULKADİR GEYLANİ EFENDİMİZİN VE USTADIMIZ MUHAMMED BİLAL NADİR HAZRETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
(Hatay Dörtyol)
Pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani efendimizin bir kerameti: bu anlatacaklarım hep Pirimizin menakıbı var onda yazılı; günleri ile her şeyleri ile beraber.
Fırat nehri Bağdat'tan geçiyor. Bir mürid ile Fırat kenarına gezmeye çıktılar. Orda oturdular. Fırat kenarında bir çeşme var. O köy kadınları, kızlarıda çeşmeden su götürüyorlar devamlı. En sonraya bir kadın kaldı. Orda oturdu çeşmenin başında aynı bir cenaze ağıdı gibi ağlamaya başladı figanla.
İçi yandı pirimizin duramadı, müridi gönderdi dedi ki; git şuna sor bakalım. Bunu dövdüler mi, vurdular mı, kabını mı kırdılar? Şunu anla gel.
Geldi sordu ağıdının sebebini.
Dedi ki benim ağıdıma sanki bir derman mı olacaksınız? Nesini soruyorsunuz dedi kadın.
Dedi ki anam pir hazretleri cevap bekliyor beni gönderdi.
Öyleyse dedi kadın cevap bekliyorsa yirmi sene önce bu Fırat'ın şu karşı tarafında bir köy var şu köy gibi; bir tekte bir oğlum vardı. Ordan nişanladım, düğün için akraba, oğlum da gitti kayıkla. O taraftan gelin, oğlum beraber akrabalar kayığa bindiler. Şu suyun şurasına gelince kayık battı; gelinde gitti, oğlumda gitti, akrabada gitti. Yirmi sene oldu dedi her yirmi sene bu suyun başına gelip burada kimse kalmayınca onlar gidince ağlamadan gidemem diyor, ağladığımın sebebi bu.
Bunu söyleyince daha fazla içi yandı pirimiz şeyh Abdülkadir Geylani efendimizin geldi dedi ki; anam itikadını Allah'a doğrult, tereddüt şek şüphe yapma. Oğlunu Allah'tan isteyeceğim dedi.
Kadın düşündü, inanamadı.
Sizin gibi zatlar bizim gibi biçareyle böyle uğraşmaz diyene kadar mürid böyle yaptı, aman ses çıkarma dedi. Bak gider.
Anam ben şaka yapmıyorum. Allah'ın yapamayacağı bir iş yok. İtikadını sarsma Allah'a doğrult itikadını.
Kadın seslenmedi.
İki rekât namaz, secdeye kapandı. Kafası secdede böyle Cenâb-ı Hakk'a müracaatta böyle yakın olurken, olurken bir sefer bağırdı bir şey yok. Yine bir daha bağırdı bir şey yok. Üçüncü haykırmasında kadının gösterdiği yerden kayık, içindeki oğlan, gelin, akrabaları o günün çalgı aletleri beraber hiç ölmemişler kendileri geldiler iskeleye dayandılar.
Tekrar bir daha secdeye kapandı pirimiz şeyh Abdülkadir Geylani hazretleri; ya Rabbi, bu bi çare kuluna yaptığın ihsan-ı ilahiye hiç kimseye olmadı. İki rekât şükrane namazı kıldı. Yalnız dedi ya Rabbi, sen bunu bir anda yapmaya muktedirdin, bu işi bir anda yapardın, bu biçare kulunu üç sefer böyle tehir, bağırtmaktaki tehire koymaktaki hikmetin neydi? Yoksa bunu bir anda yapardın.
Ya Abdulkadir, bir anda yapmaya muktedir, kadirim fakat kullarıma ben âdetimi bildirmek için. Âdetim; kullar gibi çok acele yapmam. Sakin, sabırlı olduğumu kullara bildirmek için böyle yaptım dedi.
Sayısız böyle kardaşım onun kerametleri tarihiyle, günü ile yazılmış halen devam edip geliyor. Onun hakiki salikleri yine Cenâb-ı Hak O'nun hürmetine boş çıkarmıyor.
Allah ruhlarını şad etsin. Ruhani himmetlerine layık etsin Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.
Üç sene o Pir Muhammed Bahaeddin Nakşibendi hazretlerinin evrad-ı şerifini okudum dedi Bilal Babam, üç sene. Yirmi otuz dalga yakın hemen geniş bir evrad-ı şerif. Onu okumaya devam ettim dedi. Daha kimseyede tarikat vermedim dedi. Bir yaşlı bir adam geldi Nakşi tarikatına bağlı, bana ders vereceksin dedi.
Adam yirmi otuz sene kadar Nakşi tarikatında çalışmış, keşfide açık, benden de yaşlı.
Ben dedim ki sana ben ders tarikat veremem. Sen benden fazla hizmetin var, keşfinde açık. Hem sen Nakşi ben Kadiriyim. Adam ne kadar yalvardı yok dedim.
En sonu dedim ki; beni bırak, bir istihareye yatayım dedim dedi. Bir istihare namazı kıldım istihare yaptım böyle diyor elimi buraya (sağ yanağın altına) koydum göğsümü kıbleye ayakları mı, dizimi büktüm daha uykuya vardım mı varmadım mı Pir Muhammed Bahaeddin Nakşibendi hazretleri ayan açık zuhur etti dedi.
Niçin ona sen ders vermedin dedi.
Efendim ben Kadiri meşrebim. O, siz zat-ı alinizin tarikatına mensup, keşfi açık, benden fazla çalışması var.
Ne olursa olsun dedi vereceksin dedi. Arkasını geliştirecek biziz dedi dedi.
Pir Muhammed Bahaeddin Nakşibendi hazretleri, Pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretleri, birde pirimiz şeyh Abdülkadir Geylani hazretleri. Üçününde bize yardımı, vaadi var dedi. Üçünü de nasıl gördüğünü onuda söyleyeyim, madem bu mevzu açıldı.
Türkiye de ne kadar şeyh varsa gittim dedi. Türkiye’nin içinde nerede şeyh var gittim, tekkelerini gezdim, oturdum. Hal, hareketlerine baktım, bir kısmından ders aldım. Hiç birisi tatmin etmedi; halimi çeviremediler dedi.
Suriye'ye gittim Hama'da Seyyid Murtaza vardı. Onun da evinde üç gün kaldım dedi. Onlarda bir mürid ders alırsa defteri açıyorlar dedi. İsmini yazıyorlar, isminde karşısına sanada soruyorlar; ayda bu tekkeye ne kadar yardım yapabilirsin?
Ağzından ne ikrar edersen ismiyin karşısınada yazıyorlar dedi. Banada söylediler bir şeyler söyledim dedi.
Üç gün esnasında bir gün baktım eli dayaklı tahtakıç bir topal adam geldi dedi.
Aylık yatırmaya gelmiş. Defteri açtılar, adamın yatıracağı para noksan çıktı dedi. Noksan çıkınca adamları onu kabul etmediler ondan sonra onlardan da vazgeçtim dedi. Türkiye’yi böyle gezdim, on dört mü, onbeş mi şeyh. İki tanesi kâmildi Allah razı olsun o ikisinden, ötekiler kâmil değildi dedi.
Maraş'ta Abid Baba vardı dedi Hacı Hamdi'nin şeyhı. Onun yanına geldim. Maraş'ta böyle bir hafız Ali Efendi vardı evladı Rasulden gelme Kadiri şeyhlarından, onun yanına geldim; halimi ona söyledim dedi.
Dinledi, dedi ki; senin halini bu asırda çevirecek kimse yok. benceye kaldıysa sen git, evine otur dedi dedi.
Eve geldim, bir gün dedi diyor rüya âleminde aynen size söylediğini söyleyeyim inşaallah, rüya âleminde evin doğu tarafında bir yüksek yer var tepe gibi oradan baktım üç atlı şöyle geliyorlar dedi. Orta parmak iki yandaki parmaklar nasılsa üç atlı böyle geliyorlar dedi bizim ev tarafına.
Ortadaki böyle sağ, solda arkasında birazda mesafeyle geliyorlar. Karşı çıktım, bildim ki ortadaki büyükleri, evvela onu indirdim attan dedi. Sonra sağdakini indirdim, sonra soldakini indirdim.
Sağdakinin giyimi arap giyimi; başında agil, siyah meşlah. Soldakinin giyimi kürt giyimi; ayağında şalvar vardı dedi. Kara, esmer benizli. En sonunda o soldakini indirince elimden tuttu, dedi; şeyh arıyordun işte şeyh bırakma dedi.
Acaba sağdakini mi gösteriyor, ortadakini mi? Tekrar dedi ortayı gösterdi şeyh pir Abdülkadir dedi bırakma dedi dedi.
Sağdaki pir Muhammed Bahaeddin Nakşibendiymiş büyük pirlerden; kendinide gösteren pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretleri.
O zaman dedi geçtim pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani efendimizin elinden öptüm. Efendim bu memlekette ben siz zat-ı alinizin tarikatına çok ateşli olduğumdan bütün Türkiye’yi gezdim, Arabistan’ı gezdim halimi çevirecek kimse bulamadım. Bu memlekette ben garibim, beni bırakmayın efendim dedim dedi.
Elini omuzuma attı dedi ki sen bundan sonra şeyh aramaya gitme. Müzekki'n-Nüfus kitabındaki çektiğin evrad ezkarlar yerinde. Ona devam et.
Yatarken şöyle yatacaksın; kendi fiilen dedi ayaklarını gün doğu tarafına, kafası batı tarafına, göğsü kıbleye, sağ elini böyle yüzüne koydu dizinide hafif büktü. Bu şekilde yatacaksın, abdestli olaraktan dedi.
Bir yatıp bir kalkacaksın. Yani bir böyle yatıpta uyandığın zaman ondan sonra yatmayacaksın. Bu bir yatmaya tahammül getiremezsen iki yat, iki kalk.
Belinde böyle bir ekmek çıkını vardı biraz arpa dedi ekmeğinden gıda mı, yiyeceğimi bile onda bana tarif etti dedi. Evrad, ezkarları oku bundan sonra bir yere gitmeyeceksin.
Tekrar ata bindirdim dedi üzengileri üçünüde. Yine dedim ki efendim, bu diyarda ben garibim, memlekette halimi bilen kimse yok, ben garibim, beni unutmayın.
Üçü birden vaad etti dedi.
Bundan sonra bir yere gitmeyeceksin. İntisap ders isteyenlerde aptal da gelse, padişah da gelse yok demeyeceksin. Arkasını geliştirecek olan biziz dediler dedi.
Üç defa tekrar tekrar söylediler. Ondan sonra ben şeyh aramayı bıraktım dedi.
Üçünün birden yardımı var dedi, üçünün birden.
Allah hepsinin de şefaatine ve himmetlerine layık etsin Cenâb-ı Hak.
Hazreti pirimiz şeyh Abdulkadir Geylani efendimizin mübarek ruh-u şerifi için ve pir Muhammed Bahaeddin Nakşibendi hazretlerinin mübarek ruhu için, pir Seyyidina Ahmed Rufai hazretlerinin ruhu için ve ustadımız, şeyhımız Hacı Bilal Muhammed Nadir hazretleri efendilerimizin mübarek ruh-u şerifleri için rıza en lillahi'l-fatiha.
Bu tekrar müridlerden bahsolundu bir gün.
Dedi ki; şöyle anlamanız lazım ki, bizim vazifemiz nedir?
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin zamanında Peygamber efendimizin vazifesi neydi ve bizlerin vazifeleri nedir?
Peygamber efendimizin vazifesi; her ay, ata binip kılıcını çekip, ya Müslüman ya kafasını kesmekti. Ya kılıçla kesmek veyahutta Müslüman etmekti her ayda.
Şimdi bizim vazifemiz; hazırki Müslüman olanları gâvur yapmamak, hazırki Müslüman olanları gâvurluğa göndermemek. Biz ve bizim hakkı ile yetişmiş kâmil müridlerimizin vazifesi budur dedi.
Hiçbir müridi kabahatinden dolayı, suçundan dolayı bunları reddetmek yok, tart etmek yok.
Biz ve bizim ıhvanımızın vazifesi; bu, nerden arızalandı, bu nerden tökezledi, bu nerde yıkıldı; bu yolda onun arızasını bulup, dikenini çıkarıp, arızasını düzeltip, yükünü sırtına verip menziline devam ettirmek kardaşım. Bizim ve ıhvanımızın vazifesi budur dedi.
Yalnız kendileri ne zaman bizi inkâr ederlerse o zaman kendi kendilerini tart ederler dedi. Bizden tart etmek yoktur dedi. O zaman neye benzer kendi inkâr ettimiydi; bir devletten bir devlete firar eden adama döner dedi.
Bir devletten bir devlete kaçıp firar eden adama döner. İnkâr ederse o şeyhın manevi vilayet tasarrufunun dışına çıkar dedi. İnkâr etmediği müddetçe o şeyhın vilayet dâhilinin içinde, tasarrufunun hükmünün altında yaşar o dedi.
Vilayet; her valinin bir şeyi var vilayet dâhili var; vilayetin dâhiline hükmeder. Vilayete ait olan köyler nere ise ordan berisi onun hükmünün altında, hükmü işler valinin.
Her evliyanın da bir vilayeti var. Vilayetine dâhil olanlar tasarrufunun içinde; onun vilayetinin dışına çıkanlar dışına çıkıyor inkâr edenler. Amma pirimiz şeyh Abdülkadir Geylani efendimizin tasarrufu, vilayeti Gavsu'l-Azam. Bütün dünyaya, bütün yere göğe hükmetmiş.
Yine bir kerametini söyleyeyim size.
Onun zamanında tükenmemiş olgunlar, hamlar, kemal sahibi olanlar, cehalet sahibi olanlar tükenmemiş. Nefsini, şeytanını yenemeyenlerde hasetlik, kıskançlık bitmemiş.
Bir hoca vardı onun zamanında içinden buğuzu var pirimize; sevmez, muteriz, itiraz.
Bir gün o hoca dışarı çıkıyor bakıyor ki önde Pirimiz Şeyh Abdülkadir Geylani efendimiz birkaç mürid ile cumaya gidiyorlar. Kendide cumaya gidiyor hoca.
Müridin birinin omzunda bir seccade namazlağı var; varınca pirimizin önüne döşer camide.
Hocada ulaşıyor müride diyor ki her gün bu seccadeyi siz döşüyorsunuz, bu günde bana ver diyor Allah için ben açayım bu günde bunun seccadesini; içide buğuz. Mürid de al diyor.
Seccadeyi omzuna alıyor, giderken hocanın abdesti bozuluyor. Cami, mesafede biraz uzak, orda hemen yolun üzerinde bir çeşme, çeşmenin başında da bir ağaç, seccadeyi ağacın başına atıyor hemen kollarını çabucak çemriyor, elini suyun içine sokuyor abdest alıp ulaşacak.
Eli suyun içine girince hocanın âlemi değişiyor.
O büyük Pirlerimizde bunlar olmuş, tasarruf dediği. Yani istediği şekilde yapar. Tayy-i zaman tayy-ı mekân onlarda zuhur etmiş.
Tayy-i zaman dediği; bir saatin içinde bin saatlik işi yapmışlar. Bin saatte yapılan işi bir saatte yapmışlar.
Tayy-i zaman tayy-ı mekân.
Hocanın âlemi değişince kendini bir tanımadığı bir şehir vilayette buluyor. Karnıda son derece aç, yürümeye mecali de kalmamış. Hemen bir kapıyı dövüyor kapıdan bir kadın çıkıyor ne istiyorsun diyor.
Karnım aç bana bir yiyecek varsa…
Gel içeri diyor kadın içeri alıyor ki orda ekmek yapıyor, birde beşikte çocuk ağlıyor; şu çocuğu salla diyor ekmekten kalkınca karnını doyuracağım.
Çocuğu sallıyor.
Yemek getiriyor. Karnını doyurduktan sonra diyor ki nerelisin?
Garibim.
Nere memleketin?
Bağdat.
O, diyor Bağdat neresi?
Kadın çıkaramıyor. Sizin orada diyor ibadetleriniz nasıl ibadet yapıyorsunuz sorunca haaaa! Diyor sen dünya âleminin adamlarındansın öyleyse.
Evet.
Peki dünya âleminden bu âleme diyor gelmen nasıl olduda geldin onu söyle diyor.
Diyor ki; bizim orda bir Abdülkadir isminde bir şeyh türedi. Ben muterizim içimden buğuzluydum. Vaziyet böyle böyle oldu. Seccadeyi yalnız ağacın başına attım, elimi suyun içine soktum başka bilmiyorum, burada buldum.
Allah senin diyor iki gözünüde mi kapattı, kör etti ona muteriz oldun. Biz bu âlemde hep onun müridiyiz o salladığın beşikteki çocuk ismi Abdülkadir diyor, oğlan çocuğu.
Ne yapayım diyor
Tövbe istiğfar et, gözünü yum, ona çağır, müracaat et. Seni nasıl attıysa geri götürsün.
Tövbe istiğfar edipte böyle gözünü yumupta çağırınca Pirimize bakıyor ki çeşmenin başında kendi, eli suyun içinde, seccade duruyor. Onlarda aşağıda azıcık birkaç adım atmışlar, daha cami uzak.
Hemen abdest alıp ulaşıyor amma içinde o hased, kin, küdret hiçbir şey kalmamış, kalbi tasfiye olmuş, düzelmiş. Cenâb-ı Hakk'ın hidayeti, evliyanın himmeti düzeltti. O kalbinde borluk, körlük kalmadı, adavet gitti.
Camiye vardı önüne seccadeyi eğilip açarken pirimiz Abdülkadir Geylani kulağına uzzadan nasılsın dedi itirazınla.
Aman dedi beni affet.
İşte tarikatin bir usulü şöyle anlatalım size inşaallah belki her birinde bir hikmet var.
Hakkı ile bir mürşide teslim olmanın gaye nedir kardaşım? Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin şu sözü ile ikaz olalım inşaallah.
Eşref sen derviş oldun mu?
Kendi nefsini bildin mi?
Tekrar anadan doğdun mu?
Doğandan haberin var mı?
Dervişlikteki gaye neymiş?
Kendi içindeki zalim olan nefsini, şeytanı tanımak, Allah'ın emanet verdiği kalb vatanını, vücut iskelesini onlara teslim etmemek mücadelesiymiş.
Allah'ın emanetlerini yerinde çalıştırıp, Allah'ın dostluğuna kavuşmak; düşmanlarıyla harp etmekmiş, nefsini bilmek.
Arkasından ne diyor?
Tekrar anadan doğdun mu? Tekrar anadan doğma hangisi?
Bir vücut anasından doğuyor bir çocuk değil mi? Bu çocuğa bir ana lazım gelmez mi şimdi bu yetişinceye kadar. Kulağı var, gözü var, ayağı da var, yürüsün kendi kendine bir tahsilli bir adam olsun. Ananın ne gereği kaldı, yetişir mi?
Size söylüyorum, olmaz değil mi?
Ne lazım buna?
Çok merhametli, şefkatli bir ana lazım.
Ağladığı zaman meme verecek, pislik yaptığı zaman pisliğini silecek, temizleyici, yıkayıcı, yetiştirici kendini bir kâmil bir adam edecek. O zamana kadar ana şart değil mi?
Şimdi bu zahiren pisliklerden kurtuldu, iskelet yerine geldi, buluğ çağına ulaştı, zahir bir merhametli ananın elinden çıktı. İkinci bir sefer doğmasını söyleyecek. Tekrar anadan doğdun mu diyor.
Eşrefsen derviş oldun mu?
Kendi nefsini bildin mi?
Tekrar anadan doğdun mu?
Doğandan haberin var mı?
Tekrar ikinci bir ana lazım oldu şimdi burada. Zahir pisliklerinden kurtuldu. Zahiren güç, kuvvet yerini buldu.
Kalp âlemine gelelim şimdi.
Kalb âleminde nefis mevcut mu, şeytan mevcut mu? Kalbte kibir pisliği var mı, benlik, gurur?
Var.
Sağa sola hasedlik pislikleri var mı?
Var.
Dışarıya gösterişli tanınmak, şan, şeref olmak arzu pislikleri var mı?
Var.
Şehvani arzu pislikleri var mı?
Var.
Dünya saygısı, sevgisi, muhabbet pislikleri var mı?
Var.
Hırs, demah var mı?
Var.
Buhulluk (cimrilik) var mı?
Var.
Öfke, gazap ateşi var mı?
Var.
Bunlar manevi âlemde var mı?
Bunlar her adamda mevcut.
Tekrar bir ana lazım; seni yeniden bir manevi pisliklerden yetiştirici feyiz memesi; feyiz memesi aşk.
Aşk-ı ilahi feyiz memesini emdinmiydi ruhun ondan kuvvetleşir. İmanın onunla kuvvetleşir.
Allah'ın sevdiği veli kuluna bağlanıp edep ve erkân ile çalıştığın zaman gözünü yumup teveccüh, rabıta yaptığın zaman bazı kere feyz-i ilahi bu kanaldan gelir; levazıma bağlandın, o zaman kalbine varidat-ı ilahi, aşk, feyz-i ilahi, ağlamaklar gelir. Göğsün değişir burdan kalbinde kamaşır, hoplar. O zaman manevi mürşid-i kâmilin memesini emmiş oluyor.
Seni bu kötü ahlaklardan temizleyici; Rasulullahın huzuruna temiz bir manevi kemal bulmuş; ağacında yetişmiş, içini kurtlandırmamış bir meyve yapacak ki huzura çıkaracak seni.
Onun vazifesi o.
Senin ne hizmetinde gözü var, ne hürmetinde gözü var, ne paranda gözü var, ne de şanında.
Sırf onun vazifesi emin ol ki seni manevi pisliklerden kurtulup Rasulullah ve Allah'ın huzuruna manevi ahlaklar ile mücadele ile zıddıyle seni temizleyip huzur-u Allah'a, Rasulullaha öyle götürmek onun vazifesi.
Eğer bu tertip üzere teslim oldunsa öyle bir anaya; bu ahlaklar zaman zaman zıddı ile ilaçlanır, tebdil olur, turunçtan Washington olursun.
Turunç ağacıydın ham, acı. O aşı, o mürşid-i kâmilin ahlak aşısı, edep, feyz-i ilahi, bakarsın ki gözün, kalbin gün be gün değişir. Burada ikinci bir anadan doğuyor işte.
Tek bir anadan doğanlar manevi pisliklerinden kurtulamıyor.
On sene, yirmi sene tahsil görüyor, konuşuyor, bakarsın ki konuştuğunda bir iftihar var. Onda bir haz var ki gubarıyor.
O senin malın mı? O ses senin mi? O ilim senin mi?
Sen nereye sahip çıkıyorsun sen yahu?
Sahibinden geleni bilde boynunu bük, O'na boynunu bük, kalbini O'na çevir.
Halktan ne ücret alacaksın sen? Ücretini Allah verecek senin. Onlara tanınmak, görünmek gayende ne maaş alacaksın onlardan sen.
Nefsi anlamazsa bundan kurtulamıyor.
İlmi var, kibiri de var. İlmi var, hasedliği de var. İlmi var, menfaatçilik de var. İlmi var, gazabı da var. İlmi var, hırs, bahılıda var. Dünya sevgisi de var.
Bu olmaz ki.
Bu pisliklerden seni yıkayıcı, temizleyici, feyiz memesini verici, ruhunu, imanını kuvvetleştirici bir mürşid, ana lazım muhakkak. Bunun özeti bu.
Peki zahiren vücut hasta oluyor, zahir doktora gitmek caiz oluyor mu?
Gidin.
Hakiki bir dâhiliye mütehassısı ise anlıyor, dinliyor sana bir reçete yazıyor. O reçeteyi kullanırsan tedavi oluyorsun.
Birde manevi hastalıklar var, işte bu dediğim kibir hastalığı, ucub hastalığı, benlik, gurur hastalıkları. Bunlardan kurtulman için manevi bir tabip lazım. Ya manevi yapıştığın tabipte yarım doktor ise derler ki yarım doktor candan eder, yarım hoca seni dinden eder derler.
Allah tümünü tüketmesin de onlarla birleştirsin kardaşım.
Beyazıd-ı Bestami hazretlerinin bir sözü hatırıma düştü bu konuda.
Bazı dervişler, bazı meşayıhlar seyahate çıkmışlar.
Bunlar keyif için değil çıkmaları; bunlar Cenâb-ı Hakk'ın iradesi ile çıkarlar. Sebep?
Sebepler var. Burayı iyi dinleyin.
Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem efendimiz hazreti Aişe validemiz ile otururlarken hazreti Aişe validemiz dedi ki; ya Rasulallah, içimden öyle bir şey geliyor ki ben bir dua yapacağım, sen reddetme; duama sende âmin diyeceksin, duam kabul olacak.
Çok böyle ricada bulununca dedi ki; ya Aişe öyleyse sakın yanlış, hatalı bir dua yapma ha.
Yok ya Rasulallah. Vaad olsun sana yanlış, hatalı bir dua yapmayacağım vaad.
Yap bakalım.
Aişe validemiz dua yapmaya başladı Peygamber efendimizde âmin, âmin o kalbinden dua ediyor. Peygamber efendimizde âmin âmin âmin dua bitti.
Ya Aişe söyle bakalım nasıl bir dua yaptın?
Dedim ki ya Rasulullah; ya Rabbi, bu senin en sevgili Habibin senin yanında çok sevgili. Bunun ümmeti de hem senin yanında hem bunun yanında çok sevgili. Bu sevgili Habibin dünyadan göç edecek ahiri bu göç ettikten sonra bunun ümmetleri de senin yanında çok sevgili; bundan başka da Peygamber gelmeyecek bunun ümmetinin hali ne olacak Ya Rabbi? Bunun ümmetinin içinde hakiki bunun halifeleri, hakiki bunun ulemalarının rızklarını dağınık yap ya Rabbi dedim. Hakiki halifeleri, hakiki âlim, ulemaları rızklarını dağınık yap ya Rabbi dedim.
Ya Aişe dedi böyle yazık olmadı mı onlara dedi.
Yok ya Rasulallah yazık olmadı.
Niye?
Senden sonra peygamber gelmeyeceğine karşı hakiki senin ümmetinin içinde âlim, ulemalarıda devamlı kendi evlerinde otursalar onun ancak çevresinde olanlar faydalanır. Uzakta gelemeyenler, gidemeyenler, sakatları var ihtiyarı var maddiyatı yok. Onların hali ne olacak ya Rasulallah. Dağınık olsun ki senin ümmetinin hepsi faydalansın.
O zaman dedi ki; münasip ya Aişe.
Âlim ulema deyince yine bir mesele aklıma geldi inşaallah Cenâb-ı Hak belki bunda da bir hikmet var.
Giresun’ a sürgüne gittim dedi Bilal babam. Sürgüne gidince Samsun’un Çarşamba kazasından bir adam sürgüne geldiğimi duymuş dedi. O da böyle alim, ulemaları, meşayıhları gezer; iyiler ile çok tanışır, sevişip yoklarmış.
Geldi bana hoş beşten sonra sürgüne geldiğimi anladıktan sonra bana bir misal verdi dedi.
Dedi ki; şeyh efendi hoca efendi inşaallah sende bizim Giresun müftüsü gibi sürgünlüğün onun gibi olmasın dedi.
Sürgüne gitti ya.
İnşaallah senin sürgünlüğünde bizim Giresun müftüsünün sürgünlüğü gibi olmasın dedi dedi.
Nasıl o dedim dedi?
Giresun müftüsü, mezarlık, Giresun mezarlığını Milli Eğitim tarafından münasip görmüşler mezar buradan kalksın mezarın yerine artık okul mu veyahutta devlete ait bir bina aklımda kaldığı kadarıyla yapılmasını münasip görmüşler.
Burdanda mezarlığı kaldırmışlar bir zamanlar. Bunlar iyi münasip iş değil.
Bunlar şimdi hükümet, vali, Milli Eğitim filan bu karara geçecekler, düşünmüşler demişler ki hemen biz şimdi bunu dozerleri, greyderleri getirsek, mezarları kırsak belki halk ayaklanır halkı bastırmak için şu Giresun müftüsünü çağırın buraya. Müftü buraya bir fetva versin ki bu mezarların buradan kalkmasının bir mahzuru yok, zarar yok.
Böyle bir fetva verirse halk yatışır ayaklanmaz.
Böyle işin kulpunu tutmuşlar.
Müftüyü çağırmışlar gel bakalım müftü efendi böyle böyle bir yazı ver. Bu halk müdahale yapmasın, sükûnetle bu işi yapalım.
Müftü düşünmüş şimdi demiş ben bu imzayı vermesem bunlar beni buradan Giresun’dan ya sürgün ederler veyahutta beni burdan çıkarırlar bana bir iş yaparlar muhakkak.
Zahir bu sürgünlük korkusundan maaş korkusundan bile bile yazıyor fetva veriyor ki bu mezarlığın buradan kalkmasında bir mani yoktur.
Bu iş şimdi mezarlık böyle oluyor greyderlerle, dozerler mezarları söküyorlar.
Geldik o Çarşamba’daki bu adama. Şeyhımızı Çarşamba’dan gelip ziyaret eden adam varya. Buda müftünün arkadaşıymış.
Bu adam rü'ya görüyor. Rü'yamda diyor kendimi Medine-i Münevvere'de buldum. Medine-i Münevvere'de buldum ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri ve dört tane Halife-i Raşidinler ve Ashab-ı Güzin, Ensar-ı muhacirin toplumu çevrelerinde oturuyorlar.
Giresun mezarlığında müftünün fetva verdiği mezarın mevtaları; ne kadar orda mezarda mevta varsa onların ruhlarının hepsi şikâyete gitmişler.
Ayakta böyle şikayette; ya Rasulallah, bu müftü kendisi âlim olduğu halde, bunu bildiği halde bu fetvayı verdi. Biz bunu hakkımızı istiyoruz senden. Bunun idam olmasını istiyoruz müftünün.
Bu adam rü'yada aynı böyle görüyor, bunu söyleyen.
O zaman Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimiz sağ tarafta, Ebu Bekir efendimize sordu; ya Ebu Bekir, sen bu müftünün hakkında ne dersin?
Hazreti Ebu Bekir Sıddık radıyallahu Teâlâ anhu hazretleri buyuruyor ki; ya Rasulallah, bu müftü kendisi âlim olduğu halde bunu da bile bile bu işi yaptığı için bunun cezası idam. İdamlık cezasını almış idam olsun.
Ya Ömer, sen ne dersin?
Hazreti Ömer hazretleri diyor ki ya Rasulallah, kendi bunu bile bile âlim olduğu halde yaptığı için idam cezasını almış idam olsun.
Hazreti Osman hazretlerine ya Osman, sen ne dersin?
O, çekimser kalmış cevap çekimser kalmış.
En son ya İmam-ı Ali sen ne dersin bu müftü hakkında?
Hazreti imam-ı Ali kerremallahu vechehu hazretleri efendimizin bak sözüne şimdi.
Bir hadis-i şerifini okudumda Peygamberimizin. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor aklı on bölüme bölmüş, dokuzu imam-ı Ali’de biri sair umum nasta diyor. İmam-ı Ali’nin aklı bütün nasın aklına bedeldir diyor.
اَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِىٌّ بَابُها
“ben ilmin şehriyim imam-ı Ali şehrin kapısıdır. Onu bulmayan beni bulamaz.”[1]
Kadiri tarikatının ilk erkânını kuran odur. Allah himmetlerine layık etsin Cenâb-ı Hak onların.
Hazreti imam-ı Ali efendimiz, müftü hakkında sen ne dersin ya İmam-ı Ali?
Diyor ki; ya Rasulallah, bu müftü bu kadar ilmi olduğu halde bildiği halde bu fetvayı vermiş, idamlık cezası da hak olmuş amma müftü diyor şimdi idam olursa kendisi ölür gider diyor. Müftünün diyor biraz ilmi var, bu suç, hatadan dolayı idam yerine bunu diyor Samsun’un kaç konak öte diyor Çarşamba’ya sürgüne gitsin idamlık cezasının yerine. Ordanda gelmesin orda ebedi kalsın. Ölünceye kadar orda bu idam cezası yerine orda sürgünde kalsın; ölünceye kadarda senin ümmetine biraz hiç olmazsa ilminden faydalanırlar diyor.
Onu münasip görüyor. O şekilde karara geçiyorlar.
Adam uyanıyor Çarşamba’daki o adam. Sabahtan doğru Giresun’a. Giresun’a geliyor müftüyü buluyor. Müftü efendi diyor sen ne yaptın. Vallahi diyor sen kendi elinle kendi dizine paltayı çaldın. Aha böyle böyle gördüm ben diyor.
O zaman müftü ağlamaya başlıyor. Arası üç ay mı hilaf olmasın üç ayı geçmeden kendi sürgünlük korkusundan fetva veren müftüyü sürgün ediyorlar.
Evvela bir adam şerre layık oldu değil mi veyahutta Allah'ın lütfuna layık oldu; bu zahirden evvel maneviyatta karara geçer, maneviyatta evvel karara geçer, zahire sonradan çıkar. Halk anca bir zahire çıktığı zaman bilir hâlbuki o evvel karar geçti o iş.
Üç aya ulaşmadan sürgüne gidiyor. Çarşamba’da her zaman diyor ağlardı bizim burada. Ben cezalıyım, ben buradan ebedi gidemem burada ölür kalırım derdi.
On sene orda Çarşamba’da kaldı. İlminden de biraz istifade ettiler. Orda da öldü, orda kaldı diyor.
Allah Muin olsun Cenâb-ı Hak cümlemize.
[1] Kenzü'l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman s.24/128. Deylemi el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.1.s.44/106 (Beyrut). Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdat c.7.s.172/3613 (Beyrut). Rudani Cem’u’l-Fevaid c.5.s.120/8691.