HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 32 ( İSA ALEYHİSSELAMIN ÜMMETİNDEN BİRİNİN NİL NEHRİNİN GÖZÜNÜ GÖRMEYE GİTMESİ) - (BAHRU'L-VEFA)
HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 32 |
32. Sohbet: İSA ALEYHİSSELAMIN ÜMMETİNDEN BİRİNİN NİL NEHRİNİN GÖZÜNÜ GÖRMEYE GİTMESİ
Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:
(25.03.1988. Osmaniye)
İsa aleyhisselamın şeriatinde yürüyen bir ehl-i takva bir adam var idi. Merak etti, Nil nehrinin gözünü görmeye azmetti. Uzak yerden orayı azmetti. Issız bu şekilde vesaitte yok ayak yürümesiyle çok meşakkatlere katlanarak gide gide düz bir ova yazıya geldi. Bir arazi kenarında ağaçlar, ağaçların altında cevher. Açkıların üstünde dolmuş hiç alan yoktur. Acayip kaldı. Bunları yanına yazdı.
Ordan geçti bir müddet ileriye geldi. Bir geniş ova, ekin tarlası ekinlerin bir kısmı yeni çatallaşmış genç, bir kısmı baş çıkartmış, bir kısmı yetme zamanına gelmiş muhtelif şekilde böyle ekinleri birde güçlü bir adam elinde bir orak, ekin biçici orak durmadan hem yeşil gençleri biçiyor, hem yeteni biçiyor, denize atıp deste yapıyor. Durmadan biçiyor.
Adam buna taaccub ediyor. Yeten ekin biçiliyor, yetmeyen gençlerde beraber biçiliyor. Göcek derik biz daha böyle baş çıkartmamış. Onuda geçiyor.
Onu geçip bir müddet ileriye gelince bir kuyu subaşında biraz toplum cemaat birikmiş herkes orda su helkeleri sırasıyla durduruyorlar (bekliyorlar). Adamın biriside durmadan kuyudan su çıkarıyor çekiyor çevrenin kaplarına dolduruyor kendinin kabı boş. Çevrenin kabını dolduruyor kendinin kabı boş olaraktan kalıyor.
Buna bakıyor adam bunada hayret ediyor. Adam nasıl adam diyor. Herkesin kabını dolduruyor kendinin kabı boş.
Onuda geçiyor bir müddet gene yolda yürüyünce bir adam diyor yol kenarında bakıyor odun bildiğimiz yaktığımız sobalarda odunlar varya bundan bir şelek odun biriktirmiş altına yatıyor sırtına götürmeye çalışıyor çalışıyor kalkamıyor. Bırakıyor götüremeyince dışarı sağa sola gidiyor bir kucak tekrar odun biriktirip kalkamadığı şeleğin üstüne getirip onuda yüklüyor. Bakıyor adam gene yatıyor şeleğin altına; didiniyor, güç kaldırmaya olmuyor, bırakıyor gidiyor. Gene sağdan soldan bir kucak gene odun getirip gene yükleniyor. Acep diyor, adam hazır ki şeleği götüremiyor ne akıl gidip gene ağırlaştırıyor. Bunuda geçiyor.
Geçtikten sonra bir müddet yürüyünce yol kenarında bir kuş. Yerden bir delikten çıkıyor dışarıya yuva yapmış ağzında bir delik yuvanın ağzından delikten kuş dışarıya çıkıyor. Tekrar kuşa bakıyor tekrar geri çıktığı deliğe girmek istiyor, varıyor deliğe; uğraşıyor uğraşıyor çıktığı deliğe giremiyor. Aynen çıktı amma geri girme imkânını bulamıyor. Bunada taaccub ediyor.
Ondan beri savuşup gelince sözüm ona bir köpek yol kenarına oturmuş kancık bir köpek. Köpek yatıyor ağzı kapalı duruyor, karnında ki enikler durmadan ürüyor adama.
Buda acayip.
Savuştuktan sonra bir binaya geliyor yolu; orda bir adam ihtiyar hala gelmiş bir adam görüyor. O gördüğü acayipleri ona soruyor.
İhtiyar diyor ki benim yaşım yüzelliye ulaştı ileri doğru yoluna git ilerde bir binaya rastgelirsin orda ortancıl kardaşım var onun yaşı yüzyetmişe ulaştı o sana belki cevap verir dedi.
İleri yürüyüp ortancıl kardaşının yanına vardı. Onun yaşı görünüşü bu küçük yuzelli olandan dinç ve genç gördü. Bu konuları ona sordu.
O dedi benim yaşım yüzyetmişe ulaştı. Daha ileri yoluyun üstünde en büyük kardaşımız var yaşı ikiyüzelliye ulaşmıştır ona sor o belki cevap verir.
En sonu büyük kardaşlarının yanına geliyor ona bunları soruyor. O diyor ki o ilk geldiğin arazinin çevresindeki ağaçların cevher dolmasının sebebi o tarlayı ilk imar eden diyor ikinci imar edene satmıştı. İkinci tarlayı alan adam imara başladı içinden iki küp altın çıkarttı çok miktarda. Altınları aldı satın aldığı tarla sahibinin yanına vardı.
Kardaşım bu tarlayı ben senden aldım. Fakat dış toprağını aldım bunun içinde gömme defineye ben kıymet vermedim. Bu altınlar senin hakkın bunları teslim al.
Tarlayı satan adamda dedi ki, kardaşım ben tarlanın içindeki altından malumatım yok. Tarlayı pazarlıkta ben sana satarken tarlanın içini, dışını olduğu gibi sattım. Bunlar senin hakkın benim hakkım yok. Bunlar senin nasibin.
O da almadı, buda almadı mahkemeye hâkime kadıya aksetti iş. O da halledemedi.
Zamanın hükümdar, padişah sultanına aksetti. O geldi bu meseleyi dinledikten sonra tarlayı ilk satana dedi senin kızın var mı?
Var.
Alana dedi seninde oğlun var mı?
Var.
Sen kızını Allah'ın emriyle bunun oğluna ver. Bu tarladan çıkan altınlarda bunlara miras olsun, biri senin evladın, biri senin evladın.
O sene bu meseleyi halledince orda ki ağaçlar diyor meyva yerine cevher; meyvaları cevher olmuş hep cevher dökmüş.
Bunu malumat verdiler zamanın hükümdarına ki bu senin adaletinden Allah bunu böyle yaptı. Al bunu götür hazineye bu hak senin.
O sultan hükümdar dedi ki; yok, bu sizin ikinizin tevekkül, imanınız, adaletinizden Allah bunu böyle yaptı. Bu sizin hakkınız.
Onlarda almayınca öyleyse olduğu gibi kalsın. Kıyamete kadarda bu adalet söylensin ellemeyin dediler.
Her sene o ağaçlar meyva yerine cevher dökmeye başladı.
Onun aslı budur dedi haber verdi.
Ordan beriye geldin dedi geniş bir yazı ovada ekinler gördün bir kısmı yetmiş bir kısmıda göcek; yetmemiş genç.
Durmadan adam biçiyor. Genci ve yeteni deste yapıyor denize. Bu dünyayı Cenâb-ı Hak sana misal vermiş. Dünya arazisinde âdemoğulları biçilen ekin gibi kimi genç, kimi ihtiyar. Fakat ecel yetince Azrail aleyhisselam ne genç der, ne ihtiyar. Hepsini biçer, mezara deste yapar. O'nun hikmeti o. Cenâb-ı Hak sana onu öyle göstertmiş.
Beri geldin diyor bir su, kuyu başında cemaat toplanmış orda herkes su kaplarını çevresinde durdurmuşlar adamın biriside durmadan kuyudan suyu çekiyor çevrenin kaplarını dolduruyor kendinin ki boş kalıyor. Dolduruyor herkesin kabını kendinin ki boş.
Bir zaman âlim ulemalar gelecek natikaları kuvvetli, kelamı kibarları kuvvetli, halka konuşurlar, hayrete düşürürler, kendilerinden bir habbe içlerinde kapları boş kalır. Kendileri icra yapmazlar, herkese söylerler kendilerinde yok. Oda onların alametidir diyor.
Ordan beri geldin yol üstünde diyor bir adam ki şelek odun biriktirmiş. O günah şeleğiydi diyor. O ana kadar günah şeleğini yığmış, altından kalkamaz hale gelmiş ikinci gün sabahleyin kalkıyor gene diliyle kavliyle gözüyle şurdan burdan bir kucak gene günah biriktiriyor evvel ki günah şeleğinin üstüne gene getirip yığıyor. Altından kalkamaz hale geliyor tekrar bir daha gidiyor.
Oda ahir zamanda böyle gafil, cahil insanların hareketlerini Cenâb-ı Hak sana göstertmiş.
O beriye geldiğin yol üstünde bir kuş gördün. O kuş kendi yuva deliğinden dışarıya çıkıp tekrar geri ne kadar uğraşıp çıktığı deliğe giremeyen kuş, âdemoğullarının ağzında dili diyor, dil!
İçinizden bir kelam zuhur edince her geleni dışarı bırakmayın. Allah korkusuyla huzur rabıtayla kelamı içerde düzeltin, olgunlaştırın öyle konuşun. Dışarı attığın kelamı tekrar ne kadar çalışsan geri yerine koyma imkânı yoktur.
İnsanoğlunun dilidir o diyor.
Onun için bir yerde söylerde kalb gerektir hulusu alıp oraya derc ede. Derc; kürtçe toplama, ambar yapmak. Kalbin vazifesi, hulusu; Allah'ın razı olduğu kelime-i tevhid biderlerini ilm-i hikmetleri, Allah sevgisini kalbe ambar etmek.
Dil, tercüman. Dilde gerek ki onu ondan alıp harcede.
Dil ne yapsın? Kalbte ne varsa dil kalbin tercümesi. O da insanoğlunun dilleri ki atılan bir kelam ne kadar çalışsan geri yerine koymanın imkânı yok. Onun için dile sahip olmak lazım geliyor. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki;
طَيِّبُوا اَفْوٰاهَكُمْ فَاِنَّ اَفْوٰاهَكُمْ طَر۪يقُ الْقُرْآنِ
“ağzınızı temiz kullanın dilinizi temiz kullanın ağzınız, diliniz Kur’an yoludur, zikrullah yoludur.”[1]
Ordan beriye geldin diyor o köpek yol üstündeki yatan, kendisi durup karnından üreyen enikler ahir zamanda öyle bir hal gelecek âlim, ulemalar, mü’minler, annesi, babası büyükleri toplum cemaatte olduğu halde yeni asır nesiller türer; ne edep, ne erkân, ne saygı, ne tazim bilmezler. Annesine, babasına, mü’minlere, hiç âlim ulemaya birşey konuşturmazlar. Kendiler konuşurlar; Cen cen cen söz vermezler kimseye o da onlardır diyor.
Ordan geldin beriye diyor bizim en küçük kardaşımız 150 yaşında beli bükülmüş saç sakal ağarmış, ihtiyar olmuş. İkinci ortancıl kardaşımı gördün 170 yaşında ondan genç, gırgır sakallı dinç. Beni gördün banada taccub ettin. Ben 250 yaşındayım kara sakallıyım, dinç, genç onlardan. Bunda ki hikmet ne dersen bunlarıda sana söyleyim diyor.
Bunlardaki hikmet; o küçük gardaşımız Allah Muin olsun diyor o dünya mihnet darlığı başında gayet çok fakir. Fakirlik ateşi kavuruyor kendini gece gündüz. Kisveti, yemesi, içmesi çok meşakkatli bir dar durumda. Dünya mihnet ateşi yakıyor. Akşamda çalışıp eve gelip perişan yorgun argın geliyor, huysuz, ahlaksız bir kadını var gecede sabaha kadar maddi manevi adamın huzurunu bozuyor.
Kafa yorgunluğu, huzur bozukluğu vücut yorgunluğundan daha çok eşedtir. O gardaşımız hem dışta fakirlik ateşi hem içten o kadının zulmünden huzursuzluğundan o hale geldi o gardaşımız diyor. Çok tesiri var yani kadınların böyle.
Ortanca kardaşımızın diyor kadını kendine uygun maddiyatı biraz zayıf. Meşakkat çok olduğundan ona o tesir oldu.
Bana gelince genç gördün. Benim maddi yönünden hiç zerre kadar bir sıkıntım yok. Manevi yönünden kadınımda bana diyor yardımcı Allah yolunda. Her hususta benden daha cömert, benden takva, benden daha vera' sahibi, vakar sahibi, bana yardımcı her hususta. Onun için ben ihtiyar olmadım diyor.
Kafa yorgunluğu vücut yorgunluğundan daha eşeddir diyor.
[1]Ramuze’l-Ehadis, c. 2, s. 314/4. Münavi Feyzü’l-Kadir c.4.s.284 (Mısır)