Muhbitinler - (Zuhurat-ı Vakf-ı Güneş)

 

MUHBİTİNLER

 

Hac suresi 35. ayeti kerimede şöyle buyruluyor;

 

اَلَّذينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلٰى مَآ اَصَابَهُمْ وَالْمُقيمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

 

İşte tebşire ve müjdeye layık olanların alameti, vasıfları beş sıfatı zikreylemiştir:

1-     Tevazu ile Allah korkusu ile beraber, nefsi ve şeytanla mücahede ve mücadele edenler.

2-     Allahu Teala zikir olunduğunda, kalbi titreyip korkmak, kalpte değişik haller olmak.

3-     Allah yolunda halis niyetle çalışırken, her türlü sıkıntı ve belalara sabretmek.

4-     Namazını erkanı ile korku ve huşu ile edaya devam etmek.

5-     Haline göre cömert olmak.

İşte bu hal ve sıfatlar kendisinde bulunan kimselerin büyük derecelerle tebşire layık olduklarını, Cenab-ı Hak bu ayetle beyan buyurmuştur.

Cenab-ı Hakk’ın beşaretleri ve müjdelerini iyice düşünürsek, anlaşılır. Kulların da biri birine beşareti, müjdeleri ne kadar ferah, sevinç, sürur veriyor. Allah ise cömertlerin en fazla cömerdi Allah’tır. Merhametlilerin en fazla merhametlisi Allah’tır. Hüküm ve kuvvet sahiplerinin en kuvvetlisi Allah’tır. Allah’tan başka hüküm ve kuvvetlerin sonu bitip, zevali vardır. Sonu bitmeyen ve zevali ol-mayan daim ve kaim, baki kalan kudret ve kuvvet sahibi ancak bir Allah’tır. O kendine itaat eden sadık, doğru ve salih amellerde çalışanlara kendinin yolunda nefsi ve şeytanı ile çarpışıp, gece ve gündüz cehd edip, vücuttaki olan şu verilen emanetler ki; göz, kulak, el, ayak, dil, dudak ve kalp. İşte bu verilen emanetleri ve ömrünü nefse, şeytana kaptırmayıp, bu emanetleri veren Allah’ın rızası yolunda çalışanları neler ile müjdeliyor, neler vaad ediyor! Allah’ın vaadi haktır, sadıktır.

Allahu Teala buyuruyor ki; (Nisa,122)

 

وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ

 

Nisa suresi 122. Ayet-i kerime’de buyuruluyor ki;

 

وَالَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَآ اَبَدًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ قِيلًا

 

Yani, şu kimseler ki, onlar Allahu Teala’ya ve Resulüne ve ahirete iman ettiler ve amel-i salih dahi işlediler, Biz onları altından nehirler akan cennetlere ebedi kalıcı oldukları halde idhal ederiz. Allah’ın vaadi kavi ve sağlamdır. Vaadinde ve söz cihetinde Allahu Teala’dan ziyade sadık kim olabilir? O’nun sözü herkesten ziyade sadıktır. İşte O’nun ihsanı, şefkati, cömertliği, varidatı başkasına benzemez. Azabı ve gazabı da başkasına benzemez.

Yine azap ve gazabından kendine sığınmışız. Ey Halıkımız, Sana sığınmışız. Cümle ümmet-i Muhammed’i Habibin Muhammedü'l Mustafa’nın hürmeti hakkı için azab-u gazabından muhafaza eyle, ya Rabbi, lütf-u merhametin ile muamele eyle, ya Rabbi.

İşte Hac Suresi 34. Ayet:

 

وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَۙ

 

Beyanı devamları bunlardır ki, tarikatta tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp edenlerdir. Nefsiyle şeytanıyla mücahede ve mücadele edenlerdir. Nefsini mutmainneye yetiştirenlerdir. Bunların duaları kabuldür. Bunlardan imdat beklenir. Bunların kalpleri İbrahim Halilullah Aleyhisselam’ın kalpleri gibidir.

Hadis-i Şerif’te buyuruldu ki;

 

لَنْ تَخْلَوُ الْاَرْضُ مِنْ اَرْبـَعِينَ رَجُلًا مِثْلَ خَلِيلُ الرَّحْمٰنِ عَلَيْهِ السَّلٰامْ فَبِهِمْ يـُسْقُونَ وَبِهِمْ يـُنْصَرُونَ مَامَاتَ مِنْهُمْ اَحَدًا اِلَّا يـُبَدِّلُ اللّٰهُ مَكَانَهُ اٰخَرَ

 

Manası: “Ümmetimden kırk kişiden yeryüzü boş kal-az; bunlar İbrahim Halilurrahman gibidirler. Onlarla yağmur yağar, onlarla zaferler olur. Harplerde onlardan biri ölse, Allahu Teala başkasını yerine getirir, tebdil eder. Kıyamete kadar devam eder.”[1] (Taberani, Mevahib-i Ledünniye).

Hilyetü’l Evliya’da Ebu Nuaym’ın bildirdiği Hadis-i Şerif’de buyuruldu ki;

 

لَا يـَزَلُ اَرْبـَعُونَ رَجُلًا مِنْ اُمَّتِى قُلُوبُهُمْ عَلٰى قَلْبِ اِبْرٰاهِيمْ يَرْفَعُ اللّٰهُ بِهِمْ عَنْ اَهْلِ الْاَرْضِ يُقَالُ لَهُمُ الْاَبـْدَلُ اِنَّـهُمْ لَمْ يَدْرَكُوهَا بِصَلٰاةِ وَلَا بِصَوْمٍ وَلَا

 

 بِصَدَقَةٍ فَبِهِمْ اَدْرَكُوهَا يَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمْ قَالَ بِاالسَّخٰٓاءِ وَنَّصِيحَةِ لِلْمُسْلِمِينَ

 

Manası: Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh buyurur ki, Resulullah buyurdu: “Ümmetimin içinde kırk kişi hiç eksik olmaz. Kalpleri İbrahim aleyhisselam kalbi gibidir. Yeryüzünü Allahu Teala onlarla korur, onlara ebdallar derler. Onlar bu mertebeye ne ile nail oldular? Bunlar bu mertebeye yalnız namazla, oruçla ve sada-ka ile ermediler.” Ne ile erdiler, ya Resulullah, dediler. Dedi ki, “cömertlikle ve maksatsız, hiçbir menfaat beklemeyerek Müslümanlara bol nasihatle buldular.[2] Yani yalnız namazla, oruçla, sadaka ile ne kadar çalışan kimse bu ikisini de üstelik yapmaz ise ermez, demektir. Yoksa namazsız, oruçsuz, sadakasız erdiler demek değildir. Onlarla beraber olursa, demektir. İbrahim Halilullah kalbi deyince, anladın mı, bu ümmette neler var. İnsanda ne var ki, ne beklenir, deme. Bu ümmetin içinde bunlar mevcuttur.

Hadis-i Şerif’de buyuruldu ki;

 

عَنْ اَبِى ىسَعِيدِ الْخُدْرِى رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ وَاَبِى اُمَامَه رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ وَاِبْنُ عُمَرْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ

 

تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمْ اِتَّقُوا فِرٰاسَةَ الْمُؤْمِنِينَ هُمْ يَنْظُرُونَ بِنُورِ اللّٰهِ

 

Ebi Said radıyallahu anh. Ve Ebu Umame radıyallahu anh. Ve Hazret-i Ömer radıyallahu anh’ın oğlu, bu üçü buyurdular ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Mü’minin ferasetinden sakınınız. Onlar Allahu Teala’nın nuru ile bakarlar. Gizli hallerinizi görürler. Onlara bazı kere gösterir.”[3]

Şimdi yukarı ayette muhbitleri söyledik idi. Bunların kalpleri, İbrahim Aleyhisselam kalbini kazandıklarını söyledik idi. Yine ayeti tekrar ediyoruz:

Sure-i Enfal 2. Ayet:

 

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ

 

Bu muhbitlerin birinci alametleri Allahu Teala’yı çok zikrederler. Hatta zikrullah ederken zikrullahtan kalpleri kamaşır, kalpleri hoplar, çarpınırlar. Hatta, Hakk, Allah diye bağırırlar. Sonunda bu mutmainne ehli olurlar. Muhbitlerin ikinci alametleri, sabırdır. Hac Suresi 35. ayette şöyle buyuruluyor:

 

وَالصَّابِرِينَ عَلٰى مَآ اَصَابَهُمْ

 

Yani zikrullah yolunda Hakk’a kavuşmak için çalışırlarken, her ne musibet gelse, ona sabrederler. Tahammüllü olurlar. Kimseye halinden şikayet etmezler. Kimseye kötülük düşünmezler. Her şeyi Allahu Teala’ya havale ederler, sabrederler. Çok sabırlı, çok tahammüllü olurlar. Sabırsız derviş Hakk’a vasıl olamaz. Bu evsaflar Hakk’a vasıl olanların evsafıdır. Cenab-ı Hak bunların evsafını söylüyor. Kimde bu evsaflar tamam olmazsa, büyük adam olmamıştır.

Enfal Suresi 3. ayette şöyle buyuruluyor:

 

اَلَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلٰوةَ

 

Üçüncü alametleri namazlarına kaim olurlar. Ölünceye kadar devam ederler. Farzı, sünneti tamamen kılarlar. Namazı terk edip, biz kemal sahibi, büyük adam olduk deyip, namazı terk edenler zındıklardır. İmansızdırlar. Bunlar nafile namaza da devam ederler. Ayetin devamı:

 

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ

 

Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu rızklardan verirler.

Dördüncü alametleri, gayet cömert olurlar. Allahu Teala’nın verdiği rızktan infak ederler. Allah için yedirir, içirirler, dağıtırlar, sahavet sahibi olurlar, diye buyurulmuştur. Her kimde bu dört evsaf var ise, tamam ise, o büyük adamdır. Bu dört; zikrullah, sabır, namaz ve cömertliktir. Yani:(Hac suresi ayet-34)

 

وَبَشِّرِ الْمُخْبِت۪ينَۙ

 

Dediği, yani muhbitin kullarıma müjde eyle, dediği, bunlardır. Allahu Teala’nın nesi var ise bunlarındır. Dünyada ilm-i ledün, fuyuzat-ı ilahi bunlaradır. Hakk Teala’nın kelamı bunlaradır. İlm-u irfan, ilm-u ledün bunlaradır. Vuslat-ı ilahi, cemal-i ilahi bunlaradır. Dünyada zenginlik, ahirette zenginlik bunlaradır. Hakk Teala’nın kelamı bunlaradır.

İşte bu sözleri söyleyen Allahu Teala’dır. Kur’an-ı Kerim’de söylüyor. Sevdiği kullarının halini haber veriyor. Bu dörtten biri noksan olsa, Allahu Teala o kimseyi dost etmez, hatta bunların bir kimsede az olsa yine dost etmez; mesela zikrullah az olsa, sabır az olsa, namaz az olsa, cömertlik az olsa, bunların bizi az olsa, yine dost etmez. Mesela şeriatla amel edip, beş vakit namazı hakkıyla kılıp, tarikat, hakikat, marifet ve zikrullahı inkar etmeyip, yalnız şeriatla amel eden ne kadar kazansa cenneti kazanır, dostluğu kazanamaz. Allahu Teala’ya dost olmak bu yazdığım ayetteki dört evsafın ziyadesiyle olmadıkça, olmaz.

Bir alimi medh-ü sena etseler, onun ölçüsü budur. Eğer bu dört, kendisinde tamam ise, O, Allahu Teala’nın dostluğuna ermiş-tir. Bu dördün en göze görüneni cömertliktir. Belki zikrullahı ben de çok ediyorum diyebilir, namaz diyebilir, fakat cömertlik yap-tığını, yapmadığını herkes görür, diyemez. İşte yalnız cömertlik bunların hepsine şahit olur. Bu büyük evliyalık iddiasında olanlar kendini ölçsünler.

Şimdi bunlar bu dereceyi ne ile kazandılar, bak yani mutmainne ve muhbitin makamını ve Allah dostluğunu ne ile kazandılar? Kur’an’da Cenab-ı Hak Teala, bize haber veriyor ki, işte ayete bak: (Rad suresi ayet-28)

 

اَلَّذِينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ

 

İman edenler ki, o kullarım zikrullah ile kalplerini mutmainne makamına yetiştirdiler. Onlar zikrullahı çok ettiklerindendir.

Ayetin devamı:

 

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 

Ela ilandır, bilmiş ol ki zikrullah kalpleri mutmainne makamına yetiştirir. Bunu söyleyen Allahu Teala’dır. Zikrullah yapılan yeri kazıp atmadan, namaz kılınmaz, diyenler, dininden olacağını düşünsün. Bu ehl-i zikrin aleyhinde söyleyenler kendilerini toparlasın. Şer’a muhalif halini söylesin. Ama zikrullah ettiğine karış-masın. Toplanıp, zikrullah yapmalarını söz edenler, baksınlar.

Hadis-i Şerif’e bakınız;

 

عَنْ اَنَسْ اِبْنِ مَالِكْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ اَنَّهُ قَالَ رَسُولُ اللّٰهُ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمْ مَا جَلَسَ قَوْمٌ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا نَادَاهُمْ مُنَادٍ مِنَ السَّمٰٓاءِ قُومُوا

 

مَغْفُورًا لَـكُمْ

 

Yani Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “bir kavim zikrullah yapmak için meclis kursalar, muhakkak gökten ses olur ki, afv mağfiret olduğunuz halde kalkın, sizler”[4] demektir. Burada namaz da zikir diyenlere cevap: Namaz zikir ya, zikrullah değildir. Her şeyi anmaya zikir derler. Zikir başka, zikrullah başka. Kur’an-ı Kerim’de şeytanın kulları oyalayıp, geri koyduğunu, Allahu Teala haber verir ki: (Maide suresi ayet-91)

 

وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ

 

Yani, sizi Allahu Teala’nın zikrinden ve namazından geri koyar. Burada namazı, zikrullahı ayırıyor, Cenab-ı Hakk. Şeytanın geri koyduğu kimseleri söylüyor. Ayet (Mücadele suresi ayet-19):

 

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ

 

Şeytan onların sırtına binmiş, Allahu Teala’nın zikrini unutturuyor. Ben de zikir ediyorum, dersin, ama az ediyorsun. Ayetin devamı:

 

اُولٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَآ اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

Yani, şeytan onların üzerine galebe ederek, Allah’ın zikrini onlara unutturdu. Agah olun ki, muhakkak şeytanın cemaati çok büyük zarar edicilerdir. İnsanları idlal eden şeytan, onların üzerine galebe etti. Hidayet-i ilahiyeye vesile olan zikrullahı onlara unutturdu.

İşte şu evsafla mevsuf olanlar, şeytanın askeridirler. Agah olun ve uyanık bulunun ki, ey mü’minler, işte şu şeytanın cemaati çok büyük zarar edicilerdir.

Zuhruf suresi 36. Ayet-i kerime’de buyuruluyor ki;

 

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ

 

Yani, bir kimse Rahman Teala’nın zikrinden iraz ederse, yani Allah’ın zikrinden hoşlanmaz, sevmez, zikir edenleri de sevmez, itiraz eder, zikir edenlere buğz, adavet eder ise biz de ona şeytanı musallat kılarız. Şeytan da daima ona mukarin, eş, yoldaş olur.

 


[1] Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, c. 4, s. 247/4101 (Kahire).

[2] Ebu Nuaym Hilyetül-evliya, c. 4, s. 173 (Beyrut), Tabarani Mu’cemu’l-Kebir, c. 10, s, 181/10390 (Beyrut)

[3] Ramuze’l-Hadis, c. 1, s. 14/1.

[4] El Makdisi el Hadisil Muhtarati, c. 7, s. 234/2675, Deylemi El firdevsü bi Me’sûru’l-Hıtab, c. 4, s. 64/6198 (Beyrut).

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>