CENAB-I HAKKIN EN EVVEL NEYİ HALK ETTİĞİ - (Zuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt)
CENAB-I HAKK’IN EN EVVEL NEYİ HALK ETTİĞİ |
Cenab-ı Hak Teala, hadis-i kudsi’sinde:
كُـنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَاَحْبَبْتُ اَنْ اُعْرَفَ فَحَلَقْتُ الْخَلْقَ
Yani, Ben bir gizli hazine idim, diledim ki bilineyim; kendimden bir sevgi zuhur etti, kendi nurumdan bir nur ayırdım. O nurdan ahir zaman Nebisi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin nurunu halk eylediğini ve o nurun bir kısmından yerleri ve gökleri ve bütün mevcudatı yarattığını haber veriyor ve o nurun bir kısmından da Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa sallallahu teala aleyhi ve sellem Efendimizin ruhunu halk eylediğini ve Peygamber Efendimizin ruhundan da bütün insanların ruhunu da Peygamber Efendimizin ruhundan halk eylediğini haber veriyor.
Ashablar, Peygamber Efendimize sordular ki;
اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ
Yani, en evvel Allahu Teala neyi halk eyledi, ya Resulullah?
اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ى
Yani, Cenab-ı Allahu Teala, en evvel sizin Nebinizin Benim nurumu halk eyledi.[1] buyurdular.
A’raf suresi, 172. Ayet-i Kerime’sinde buyuruyor ki:
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪يٓ اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰىٓ اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚ شَهِدْنَاۚ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
Cenab-ı Hak ruhları halk edince, ruhlara; Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dedi. Bütün ruhlar, belâ, yâ Rabbî, Sen bizim Rabbimizsin dediler. İkrar ettiler ve itiraf ettik, Sen bizim Rabbimiz ve Halıkımızsın. Şehadet ettik ki, yevmî kıyamette biz bu şehadetten gafil idik, demeyelim. Allahu Teala’nın onları işhaddan hikmeti, yevmî kıyamette onlar, biz bundan gafil idik demesinler. Kendi nefislerine kendilerini şahit kılmıştır.
İşte evlad-ı Adem cümlesi Adem aleyhisselamdan zuhur etmiştir ve yevmî misakta zuhur eden zürriyet tamam olmadıkça, kıyametin kopmayacağı malumdur. Yaratılan zürriyetin cümlesi, bu alemde gelip, isbat-ı vücud etmedikçe kıyamet kaim olmaz.
İşte cesetçe babamız Adem babamızdır. Ruhca cümlemizin ruhu Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ruhundan yaratıldığı için cümlemizin ruh babamız, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ruhudur. Adem babamızın da ruhunun babası, Peygamber Efendimizin ruhudur. Ashaplar dediler ki, evvela Allah neyi halk etti, ya Resulullah? Buyurdular ki:
اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ى
Yani Allahu Teala en evvel sizin Nebinizin nurunu halk eyledi,[2] buyurdular. Peygamber Efendimizin iki yüz bir ismi olduğu rivayet ediliyor. Bir ismi de Ebel ervah, yani ruhlar babası demektir.
Hadis-i Şerif:
اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ى
Yani, en evvel Cenab-ı Allahu Teala sizin Nebinizin nurunu yarattı buyurdular. Bu hadisin mefhum-ı münifi üzere, Allahu Teala Hazretleri cümle mahlukundan evvel arşı ve kürsi ve levhi ve kalemi ve cennet ile cehennemi ve melaike-i izam ve semavat ve arzın ve şems ve kamer ve ins ile candan hiçbirisi halk olunmazdan evvel, Cenab-ı Hak kendi nurundan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın nurunu halk etti.
Ve Allahu Teala Hazretlerinin mahlukunu halka irade-i aliyyesi taalluk ettik de, onları dahi Nur-u Muhammedi’den halk etti. Vakta ki, Adem Aleyhisselam halk olunup, Ademle alem müzeyyen kılındık da, Nur-ı Muhammedi Adem’in alnına vaaz olundu ve nur onda bir çok zaman karar edip, o nurdan ırmak suyu sadası gibi sada zahir oldu.
Adem aleyhisselam, yâ Rabbî, Seni tesbih ve takdis ve tenzih ederim, bu cephemde olan avaz ve sada nedir, dedik de, Allahu azimüşşan, ya Adem, ol sada evladından Hatemen Nebiyyin ve Seyyidül Mürselin olan Muhammed Aleyhissalatu vesselam Haz-retlerinin nurunun tesbih ve takdisi sada ve avazıdır, dedi ve, ya Adem, sen bu nura çok ziyade tazim ve hıfzına çok ihtimam eyle ve senden evladına bu nur naklettiğinde ona da tenbih eyle ve bilcümle evladına, taa nur sahibi Muhammed aleyhissatalu vesselam bizzat vücuda gelinceye kadar, müteselsilen ve muttasılan kendileri halife olacaklara tenbih eylemelerini tavsiye eyle, diye emir buyurmuşlar ve nikah edecekleri kadınlar çok temiz, tahire olan kadınları nikah etsinler ve bu nuru zayi etmeyip, muhafazasına çok ihtimam göstersinler, diye Adem aleyhisselamdan ahd ve misak ahz eyledi.
Ve ol nur Adem safiyyullahın cebhe-i mübaremesinde karanlık gecede kamerin ziyası gibi ziya verirdi ve Adem aleyhisselam Havva (r.anha) ile cem olmak murad ettiklerinde kendilerini çok tathir ve temiz eder idi. Ya Havva, bu bende olan nur-ı alişan sana taharetle vasıl ola, der idi. Ve Adem ve Havva aleyhime daima bu hal üzere bulunurlar idi. Ve Havva (r.anha) her hamile olduğunda, Adem aleyhisselamın cebhe-i saadetlerine nazar edip, o nur-ı alişanı hâlâ gördüğünde, henüz ol nur-ı alişanın sahibinin gelmediğini idrak buyururlar idi.
Havva radiyallahu anha yirmi defa hamile oldu ve ta ebül enbiya Şit aleyhisselama hamile olunca, Şit aleyhisselamdan evvel yirmi hamilelerde ikiz olarak bir erkek ile bir kız doğurdu ve Şit aley-hisselama hamile olduğunda ol nur-ı alişan Adem aleyhisselamın cebhesinden gaib olup, Havva (r.anha)’nın alnında zahir oldu ve onda dahi tesbih ve tehlil avazı zuhur ettiğinden Havva (r.anha) ziyade mesrur ve ferah olurdu.
Ve hüsn-ü behçet ve cemali müzdad oldu ve Hak Celle ve Âlâ Hazretleri Havva Anamızın anlındaki Nur-ı Muhammed’i kendisine intikal edecek olan Şit aleyhisselamı rahm-i maderinde yanında kız evladı olmayarak yalnız halk etti ve Havva (r.anha) Şit aleyhisselamı yalnız olarak vaz’ edip, ona nazarla iki kaşının arasında nuru görünce, Nur-ı Muhammedi’nin ona intikali ve ittisali malum oldu ve Şit aleyhisselam büluğa erdiğinde.
Adem aleyhisselim, Şit aleyhisselamın elinden tutup, oğlum, tahkik Allahu Teala Hazretleri senin yüzünde olan Nur-ı Muham-medi’yi ancak hatunların ziyade tahiresine vaz’ ettirmem için benden ahd ü peyman ahz eyledi, dedikten sonra, tazarru ve niyaza başlayarak yâ Rabbî, bu nur-ı alişanı muhafazaya benden ahd ü peyman ahzettin. Ben de oğlum Şit’ten ahd almak murad ederim. Taa ki, bu ahdı misakta hazır bulunup, şahadet eylemeleri için şahit irsal buyurun, diye niyaz eylemesiyle, Cebrail’i emin yetmiş bin melaike-i kiram ile nüzul etti.
Ve Allahu Teala Hazretlerinin tahkik, Habibimin nuru asla bedeni erhama zaman nakli yakın kaldı, oğlun Şit’e vasiyet eyle ve onun dahi oğluna ve oğlunun oğluna ve kendilerine halife olacaklara tavsiye etmek ve taa ki, bu nur-ı alişanın sahibi gelince, tahir ve tahirata nakledip, kat’a ırk-ı şeriflerine ve neseb-i latiflerine ayb ve nakısa tari olmamak üzere, bu melaike şahadetleriyle oğlun Şit’ten ahd ve peyman almanızı emir eyledi, diye ferman-ı ilahiyeyi Adem’e tebliğ ettiğinde, zikrolununan melaike şahit ve hazır bulundukları halde, Şit aleyhisselam’dan ahdı ve peyman alındı.
Ve o makamda kadınların hem sıfatta nur güzelliği hem de ahlak ve huyda güzel ve temizlik yönünden. Havva’nın şebihe ve misilesi Nahva iyletil Beyza namında bir hatunun Cebrail eminin hutbesi ve melaik-i kiramın şahadetleri ile Şit aleyhisselam’a akd-ı nikahı icra edildi. Mevlid-i Süleyman Efendi merhumun manzumesinde bu bahse dair:
İşbu resmile müselsel muttasıl
Taa olunca Mustafa’ya müntakıl
Geldi çün ol rahmeten lilalemin
Vardı nur anda karar etti hemin
diye silk-i nazma keşide eylediği makalesi muhtasar ve müfid ve bihakkın şayan-ı takdirdir.
Zikrolunan ve Adem safiyyullah’dan ve ondan sonra dahi veledi Şit aleyhisselamdan ahzolunan ve evlad-ı evladına, taa sahib-i nur Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e gelinceye kadar, vasiyet edilip, alınan ahidnamenin hükmü ki, kabile-i arabın gayet tahiresinden olan hatunu akdu nikah etmektir.
Bu nuri Muhammediye sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin nuru Adem babamızdan Havva anamızdan Şit aleyhisselam’dan Abdulmuttalip oğlu Abdullah’a kadar herhangi erkek ve kadınlara bu nur intikal etti ise onlardan nur intikal olunanlardan hiçbir tanesi ne zina yaptılar ne de put’a taptılar. Böyle bir temiz sülpten süzülerek Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem Efendimizin babası Abdullah’a temiz olarak intikal etti. O emanet olan nuri ilahide sahibini bulup Sevgili Peygamberimize intikal etti.
İhtimam-ı tam ile muhafaza edilerek ve Nur-ı Muhammedi aslab ve erhama intikal ederek müteselsilen ve muttasılan eb-i Resulullah, Hazret-i Abdullah bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abdimenaf’a vasıl olmuştu ki, Hazret-i Abdullah, Abdulmuttalib hazretlerinin en küçük evladıdır ve Hazreti Abdulmuttalib’in tahirattan zevcesi Fatıma binti Amr übni Gaiz nam hatundan tevellüd etmiştir ve Hazret-i Abdullah’da nur-ı Muhammedi tezayüd edip, Allahu Teala Hazretleri Sihir, cin ve şeytan şerrinden hıfz edip, yevmen feyevmen hüsn ve cemali terakkide olup, bazı zuhurat ve alamat ve ihbarata mebni ve alnında zahir olan nura mübteni beynennas Nebiyy-i Âhir Zaman Hazretlerinin babasıdır diye meşhur olup söylenirdi.
Tafsilatı kütüb-i siyerde mestur bulunduğu vechile kendilerinde acayip ve garaip ahval zuhur ettiğinden, etrafta olanlar kızlarını Abdullah’a vermeye talip olurlar idi. Fakat Abdulmuttalib Hazretleri alacağımız kızın babası Kureyşi olmak gerektir, diye hiç birine itibar etmezdi.
Ve Hazret-i Abdullah, yirmi beş yaşına girdiğinde, hüsn-i kemalda ve Nur-ı Muhammedi alnında güneş gibi her tarafı ışıtmakta ve eseri gözükmekte idi. Abdulmuttalib Hazretleri evlad ve akrabalarıyla bir yere gelip, oğlum Abdullah kemala erdi ve etrafta ona talibler çoğaldı. Kabile-i Kureyş’te ona münasip ne şekil kız vardır, diye müşavere ettiklerinde evlât ve akraba müşaverelerin tarafından Medine hakimi Vehb bin Abdimenaf bin Zühre’nin kızı Amine ona münasiptir. Çünkü bu vakitte ondan edibe ve hüsn-ü cemal sirette ona muadil kız yoktur. Hususiyle ulema, ol Nebiyy-i Mükerrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin validesi ve hem pederi tarafından Abdimenaf adlı kimse bulunmalıdır, diye ittifak etmişlerdir.
Abdullah hazretlerinin cedd-i a’lası Abdimenaf ve Amine hazretlerinin dahi ceddi Abdimenaf’dır. Bu gayet münasiptir, denildikte, Abdulmuttalib Hazretleri, sözünüz doğrudur, Amine Hazretleri her vechile münasiptir. Ancak onun da bilcümle Arap ve Araba ve kabail ve ümera arasında ismet ve iffet ile şöhreti olduğundan, kabailin onun nikahına talib oldular. Çok nesneler verip istedikleri halde, pederi vermedi. Bu babda acaba ne etsek diye fikir ve endişede iken (Yasin suresi ayet-38)
ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ
Cenab-ı Halikul esbab ve ileyhil merciu velmeab hazretleri Abdulmuttalib hazretlerinin hüsnü ve cemalin ve sireti ve edebin kehene ve muabbirinden ve Medine’de bulunan ahbar-ı Yahudi’den, ahir zaman Peygamberinin babası olacağı Amine’nin babası Vehb kerrat ile işittirmiş olmasıyla Vehb’in kalbinde zaruri muhabbet ve alaka peyda edip, kızı Amine’yi Abdullah Hazretlerine vermeye talip olur, haber göndermek murad eylediyse de Vehb ziyade kamil bir zat olduğundan, düşünüp, bu iş mektupla olmaz, diye hemen kendi yerine bir vekil tayin edip, kendisinin bizzat Mekke’ye gidip, hem Kabetullah’ı ziyaret ve hem de Abdullah’ı rü’yet ile eğer haber verdikleri emarat ve alâmetlerden onda var ise, Kızı Amine’yi ona orada akd-i nikah etmek re’yini tercih ve ihtiyar ederek, kendisi begayet şeci ve bahadır bulunduğundan, Medine-i Münevvere’den yalnız çıkıp, Mekke-i Mükerreme’ye müteveccih oldu ve Mekke’ye henüz dahil olmaksızın, Mekke haricinde hasbet tesadüf ola, Abdullah Hazretlerini gördü. Rü’yet ve müşahedelerinde yüzünde lemean eden nurun Nur-ı Muhammedi ve onun ahir zaman Peygamberinin babası olduğuna asla şüphesi kalmayıp, kızı Amine’yi ona tezvice zihninde katiyyen karar vermiştir.
Şu halde Abdulmuttalib Hazretlerine akrabasıyla Mekke’de akd-i meşveret edip, Vehb’den kızı Amine’yi ne suretle istesek diye, müzakere ve müşaverede iken Abdulmuttalib’in itba ve ensarı Medine hakimi Vehb’in geldiğini ve Abdulmuttalib’i görmek istediğini Abdulmuttalib’e beyan ettiklerinde, Abdulmuttalib dahi istikbaline çıkıp, vuku bulan mülakat ve müsahabette Vehb tarafından, ya Abdulmuttalib, senden büyük bir ricam vardır.
Bunca eşraf-ı Mekke ve sadat-ı Kureyş huzurunuzda iken, cümlesinden rica ederim ki, Beyt-i Mükerreme ve Ka’be-i Muazzama hürmetine kabul buyurasınız, dediğinde cevaben, Abdulmuttalib canibinden, sem’an ve taaten alarra’si velayn kelimat-ı icabet etmesiyle, efendim, muradınız her ne ise buyurunuz, denilmesi üzerine Vehb mâhâsıl arzusunu beyana başladı.
Cümlenizin malumudur ki, kızım Amine ismet ve iffet, yani her hususta asrın cümlesinden hayırlı olup, bunca ümera ve müluk istediler, talib oldular, hiçbirine vermedim, ancak sizden recam budur ki, ya Abdülmuttalib, ol kızım Amine’yi oğlun Abdullah’ın cariyeliğine verdim. Bunca eşraf ve sadat içinde kabul buyurunuz, beni mesrur ediniz, demesiyle, Abdülmuttalib kemal-i sürur ile kabul edip, o saatte akdi ve tezevvüc-i nikah ettiler.
Ve mecliste her türlü ziyafetler, yeyip içtiler. Ahir zaman nebisinin zuhuratı ve alameti Medine’de bulunan ahbar-ı Yahud’dan, babasının Abdullah olması işitilmiş idi. Çünkü Cenab-ı Hak İncil’de ve Tevrat’ta haber vermişti. Nur-ı Muhammedi cebhesinde görünüp, haber verilen alametler onda görülünce, çevreye yakın ve uzaktan geldiler ki, adetleri iki yüz kadar kadın, herkes kızını Abdullah’a vermek için teklifte bulundular. Çok mallar adayıp, yalvardılar, olmadı. Amine validemizin annesi de gelmiş idi. Söz sırasını o aldı, ne söyleyecek bakalım:
Geldik Amine annesi sözüne
Baktı Abdülmuttalibin yüzüne
Dedi, ben dahi size vereyim kızım
Diriği etme sana tuttum yüzüm
Kızım Amine, sorarsan bana
Hubluğun vasfedeyim ben sana
İki kaşları kurulmuş misli yay
Yüzüne güneş aşık, alnına ay
Gizlemiştir kiprik okun yayına
Attığı demde akıllar bayına
Zülfü çini saçı anber gözü kara
Ver salavat doğunca Peygambere
Ağzı hokka dişleri dürdaneler
Baktığı dem yakılır pervaneler
La’li bedehşandan idi lebleri
Şekeri kılar hacil ağzı yarı
Yanağından kara benler hindi var
Gülistanında tutar bülbül karar
İki yanağı kızıl benzer güle
Gülicek gül güle düşer bülbüle
Buçuk arşın boyu kafuriden ak
İnşaallah size de bize de nasib ede Hak
Servi sanavber irişmez boyuna
Hüsnü bağçesinde alem toyuna
Böyle medhin verirem size bugün
Ger kabul ederseniz edelim düğün
Çün bu hatun sözünü işittiler
Birbirleriyle hoş tanışık ettiler
Dediler senin kızın kıldık kabul
Var helaline danış yarakda ol
Hatun işin bitirip düşdü yola
Seviniben, der Allah’a şükür ola
Şad u hurrem erişti ol
Yedi bugün katraya karıştı göl
Veheb’e hatun eyitti iş biddi hele
Sevinüben Abdullah’ı getirdim ele
Veheb eyitti hatuna ey canım canı
Sanki bana verdin iki cihanı
Hak’ka çok şükür işimiz oldu tamam
Ulu devlet bizim oldu vesselam
Gör ne yarı kıldı bize Hak çalab
Niceler kılmış anı çok taleb
Biz bunların hem gücin görelim
Şükrane derlerse canlar verelim.
Katı sevinmektedir bunlar, bugün
Yerağ ederler, kim ederler düğün
Mekke’de Beni Kureyş kamusu derildiler
Duruben Medine’ye Veheb evine geldiler
Veheb bunları hoş izzet eyledi
Türlü nimetleri döküben toyladı
Çünkü nimet yediler içtiler
Bu söze yüzden perdeler açtılar
Dediler el tutuşun akd edelim
Gelinimiz verin alıp gidelim
Eller tutuşup akdettiler
Sevinip cümle murada yettiler
Türlü hilatlar geydirdiler kıza
Saçtı güllab şol dem yüze
Bezediler onu tavuz gibi
Amine aydır bunlar yıldız gibi
İki kat etti şol kadem dalını
Öptü atası hem anası elini
Ata ana çok dualar ettiler
El getürüp yüzlerine sürdüler
Dediler ne baht ile devlet bul beka
Var seni ısmarladık bu gün Hak’ka
Devletin artsın senin daim müdam
İnşaallah senden gele görgülü nam
Elin alıp hatunlar cümle girdi yola
Alayınca kız gelin cümle bile
Şad u hurrem gelip eriştiler
Şeker şerbetler içtiler
Receb ayının evvel cumasında
Göründü nur Amine cebhesinde
Amine rahmine çün düştü gevher
Şeytan ol gece göğsün döğer
Kaçuben çıktı Kubeys Dağına
Derdile çağırdı cümle oğluna
Külli oğlanları derildiler
Yükrüşüben tez katına geldiler
Dediler ey atamız noldu sana
İşbu işine biz kaldık tana
Biz seni hiç buncılayın görmedik
Kaygulu gördük yüzünü gülmedik
İşbu işi bildiriver bize
Kaygu gitsin şazilik gelsin bize
Şeytan eydür bildirüben iş nice
Ol Nebi hazineye düştü bu gece
Dünya ve ahireti hükmü tutuser
Onun mucizatı bite oklar atıser
Yüreğime katı oldu bu verem
Dünyada oldu bize gülmek haram
Ne kadar yetim ise de server durur
Rahmeti cümle cihanı doldurur
Hem rebiül evvel ayı nicesi
On ikinci gece isneyn gecesi
Dinle imdi ol Celilin lutfunu
Nice getürdü anadan ol anı
Hak Teala emir kıldı ol gece
Hep yaradılmış kullar ziyneti
Dedi rıdvana ki durma tez yeri
Hoş bezet kasurları cenneti
Kim bu gece Hak Habibi çün gelür
Hem yağar halk üzere Hak rahmeti
Ehl-i cennet huri gılman kamu
Saçılar saçıplar kılsun rağbeti
Amine hatun çün vakt oldu tamam
Çün vücuda gele ol Hak vehbeti
Susadım ben su dilerem içmeğe
Verdiler bir kase ile şerbeti
Kardan ak idi ve hem soğuk idi
Hem şirin idi şekerden lezzeti
Sonra gark oldu vücudum nur ile
Bürüdü beni O nurun ismeti
Geldi bir ak kuş kanadıyla beni
Arkamı sığadı kuvvetle kati
Doğdu ol saat ol Şah-ı Resul
Kim bununla alem buldu izzeti
Bir kez ol Hak dedi ya seyyidi taal
Doğdu anadan dedi lebbeyk zülcelal
Merhaba ey gönlü pak kalbi selim
Merhaba ey sözü pak gönlü halim
Manada alemlere sultan durur
Yüzü benzer aya kaşlar hilaldır
Nuru yerden göğe dek tutmuş tamam
Şazilikten bi karar oldu humam
Pes dendi ya Amine durgil Uru
Oğluyun yüzüne bak gıl gelberü
Kokusuna benzemez miski muhal
Nurunun aydınlığı dolmuş hilal
Kim bunun gibi eflak içinde bir oğul
Buna benzer anadan doğmuş değil
Kimsenin bu resme oğlu olmadı
Ya beşerden böyle insan gelmedi
Amine hatun yerinden durdu tez
Varüben oğlu yüzün gördü tez
Ki taban yüzü nur-ı maha benzer
Veli başdan ayağa cana benzer
Gözü nuru dahi gülden nazik
Dudağı la’l-i mercana benzer
Kemaline erişmez akl-u idrak
Cemal-i Yusuf-ı Ken’an’a benzer
Anasının yüzüne baktı güldü
Gülmesiyle evin içi nurla doldu
Yedi gökler kamusu nurla doldu
Tebessüm etti çün lutfile güldü
Mekke içre mevlidi oldu ayan
Geldi gördü nerdübanı hem zaman
Kamu yerlerden işiden geldiler
Gördüler cümle ziyaret kıldılar
Yüzüne bakan cemalin gören
Cümle hayran oldular anda varan
Dediler bu acep insan mıdır ki
Ya insan suretinde bir can mıdır ki
Pür nur olup çıktı sultan aleme
Vasfı ne dile gelir ne kaleme
Çün vücuda geldi görgülü imam
Yer ile gök şazilik doldu tamam
Amine eder babasının öldüğüne gayet melul oldum
Oğlum oldukta şad olup güldüm
Benim muradımı verdi Mevlam
Cümle kulların muradın ver ey Hudam
Ay cemali gün yüzü bedr-i Münir
Ey kamu düşmüşlere destegir
Ey gönüller derdinin dermanı Sen
Ey yaradılmışların sultanı Sen
Sensin ol sultan-ı nur-ı enbiya
Nur-ı çeşm-i evliya vü asfiya
I. KASİDE
Her sözleri her derde kanunu şifa
Kim tutarsa bulur sıhhatla safa
Eğer muradınsa cihanda ihtida
Gel bugün ahlakına kıl iktida
Zat-ı mahbub-ı Huda hulkı azim
Adı Mahmud Muhammed hem Rahim
Söylemezdi hergiz ol zayi kelam
Söyler idi ilm ü hikmet vesselam
Günler olurdu ki yemezdi taam
Yer ve gök miftahı elindeyken tamam
Menbaul adab idi ol hayrunnas
Ululanmazdı giyerdi köhne libas
Şahı iken kevneynin geymezdi harir
Kaçmasın benden deyü her bir fakir
Gönlü engin idi kendi alişan
Verir idi kabe kavseynden nişan
Gitmez idi hiç abdestsiz bir yere
Yatmaz idi abdestsiz bistere
Az uyurdu gece ol mimar-ı din
Kalkar idi seherde ol emin
Gönlü Mevlasında dilde Rabbena
Gah dua eder Hak’ka gah sena
Gel nazar kıl bu hale sen dahi
Bizde var mıdır birisi, ey ahi
II. KASİDE
Meded Allahım, sana sundum elimi
Allahım, bizi Muhammed’den ayırma
Ya ben kime arz edeyim halimi
Allah’ım bizi Muhammed’den ayırma
Ey benim sevdiğim lütfi celilim
İbrahime dedin dostum Halilim
Zahirde batında senin dediğin
Allah’ım bizi Muhammed’den ayırma
Evliyanın yolu gider dostuna
Can boyanır anber ile miskine
İmam Hasan Şah Hüseyin aşkına
Allah’ım bizi Muhammed’den ayırma
Sinanoğlu söyler sözün dumansız
Sen hak Peygambersin şeksiz gümansız
Sana uymayanlar gider imansız
Allah’ım bizi Muhammed’den ayırma
III. KASİDE
Aşkın ile yanan özler
Sevgisin kalbinde gizler
Cemalini gören gözler
Gayriye döner mi ya Resulallah
Terinden açılan güller
Sana aşık cümle eller
Seni medheyleyen diller
Çürür mü ya Resulallah
Olupsun aleme maşuk
Yer gök cemaline aşık
Aşkın ile yanan ışık
Söner mi ya Resulallah
Sevgin aşıkları yakar
Gülün burcu burcu kokar
Parmaklarından sular akar
Pınar mı ya Resulallah
Efendim kadrin bilenler
Ölmeden evvel ölenler
Nefsine hakim olanlar
Yanar mı ya Resulallah
Pınar mı, ya Resulallah, beytini açıklayalım inşaallah: Pey-gamber Efendimiz bir harpte ordunun suyu kalmadı. Asker çok sıkıştı. Resulullaha müracaat ettiler, Resulallah Efendimiz ellerini kaldırıp, dua eyledi; hemen on parmaklarından pınar gibi sular akıp, bütün asker ve hayvanlar doydular ve su kaplarını da doldurdular.
[1] Ferâidü-l-Fevâid fi beyani-l-Akâid s.87 (Osmanlıca baskı.), Şerh ve tercüme-i delaili Abdulkadir’i Geylani, Kettani Mütavatir hadisler.
[2] Ferâidü-l-Fevâid fi beyani-l-Akâid s.87 (Osmanlıca baskı.), Şerh ve tercüme-i delaili Abdulkadir’i Geylani, Kettani Mütavatir hadisler.